0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

*

    M. Ö.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #60 : Şubat 02, 2018, 22:30:33 »
Acemiliğimi bağışlayın
kıçtankara durumda koltuk halatını başa alınırken, koltuk halatım rüzgar altındaysa ve makaramın yeri sabit ise ne yapılmalı?


*

    E. D.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #61 : Şubat 02, 2018, 23:22:14 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Acemiliğimi bağışlayın
kıçtankara durumda koltuk halatını başa alınırken, koltuk halatım rüzgar altındaysa ve makaramın yeri sabit ise ne yapılmalı?
    Kıçtankara iseniz baştan demir atmış ve kıçtan karadan  koltuk alacaksınız demektir. Koltuk halatını başa niye getiriyorsunuz anlayamadım. Bir nedenle getirmek durumunda iseniz, makara yerinde kalır, halatı açarak getirirsiniz bedenden (halatın) baştaki koç boynuzuna voltalarsınız. Anlayamadığım ya da sorunuzda eksik olan bir şey mi var acaba Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap.


*

    E. D.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #62 : Şubat 02, 2018, 23:35:04 »
    Rüzgarı baştan alıp etkisini azaltmak amacıyla ise, koltuk halatını kıç koç boynuzundan boşlamadan makarayı boşlayarak başa getirin ve voltalayın, sonra kıç koç boynuzundan boşlayın. Böylece rüzgar yükü binmeden rahatça taşımış olursunuz.


*

    M. Ö.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #63 : Şubat 03, 2018, 00:55:13 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
    Rüzgarı baştan alıp etkisini azaltmak amacıyla ise, koltuk halatını kıç koç boynuzundan boşlamadan makarayı boşlayarak başa getirin ve voltalayın, sonra kıç koç boynuzundan boşlayın. Böylece rüzgar yükü binmeden rahatça taşımış olursunuz.

Evet rüzgarı baştan alıp ruzgarın etkısını azaltmak amacıyla fakat ruzgaraltına veya rüzgarüstüne almak fark ediyor mu?ediyorsa makaram ters yönde ise nasıl yapabilirim onu merak etmiştim:)


*

    E. D.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #64 : Şubat 03, 2018, 01:07:54 »
    Evet şimdi oldu. Koltuk halatını koç boynuzundan boşlamadan, makaradan boşlayarak teknenin (vardavelanın) dışından kıçtan ve rüzgar üstünden halatı başa götürüp voltalayın. Daha sonra halatı kıçtan boşlayın ve gerekirse boşunu alın. Rüzgar altından götürürseniz tekneyle çapariz olur.

*

    K. T.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #65 : Şubat 03, 2018, 12:31:03 »
Ben bu konuyu yeni okudum... Geçmiş olsun Merem abicim. Ne güzel paylaşım ders dolu. Teşekkürler.
*

    B. S.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #66 : Şubat 19, 2018, 19:36:39 »
Çok geçmiş olsun Mehmet Erem korsanim. Tekrar tekrar okunup ders alinmasi gereken    bir yazi olmuş

Sent from my SM-A710F using Tapatalk

*

    T. V.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #67 : Şubat 20, 2020, 13:20:26 »
işin stressi içinde buldugum vakitte buyuk bir keyifle okudum.çok geçmiş olsun selametle
*

    i. t.

Ynt: Koy içinde fırtına!
« Yanıtla #68 : Şubat 20, 2020, 15:21:56 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
16 Temmuz 2017'de, İstanbul'da meşhur su taşkınlarının olduğu gece, oradan çok uzak bir coğrafyada, Lefkada-Meganissi adasında üstümüzden çok sert bir bora geçti.
Hikayesi aşağıdadır:

"...Koyda kalanlar birer ikişer ayrıldılar. Biz de vakitlice çıkıp seyre geçtik.
Kanaldan çıktıktan sonra güneyli rüzgar oldukça şiddetlendi. Tam kafadan geliyor. Bu akşam için ihbarlara da pek bakamadık doğrusu. Bahsi geçen hava bu coğrafyayı nasıl etkileyecek ikircikliyim.
25-30 knot aralığına oturan rüzgara karşı 15 NM yapmaktansa, Meganisi adasına doğru dönüp, korunaklı koylarından birinde geceyi geçirmek sanki daha uygun gibi geldi. Kioni rıhtımının küçük olmasından mı endişe ettim? Yoksa haritada Göcek veya Gökova kıyılarına benzeyen Meganissi'de daha güvenli demirleme alternatifi bulurum duygusu mu ağır bastı? Beni motive eden şeyin ne olduğundan hala emin değilim.
180 derece dönüp, kuzeye yollandık. Kanaldan çıkıp Meganissi'ye yaklaşınca, havanın kuzeyden iyice doldurduğunu, etrafta da rüzgardan kaçışan, fırtınayı rahat atlatabilecekleri liman arayan yelkenlilerle dolu olduğunu gördük. Bu adada 3 tane yanaşılabilecek iskelesi olan koy var, diğerleri ıssız. İlki bize yakın, Sparthakori. Herkesin oraya girdiğini görünce durmadım bile, devam ettim. İkincisi Vathi. Burada bir marina (Odyseeus Marina) ve bir de taverna iskelesi var. Ancak telsizle yaptığımız çağrıda her ikisinin de dolu olduğu söylendi. Liman içi tıklım tıklım.
Bu gibi limanlarda üst üste bağlanmaktansa, kimsenin girmediği bir yere tek başına bağlanmayı yeğlerim. Bu mantıkla yolumuza devam ettik.
Önümüzde 3 tane daha koy var. Bunlar kuzeydoğuya bakıyorlar. Ancak oldukça girintili ve çıkıntılı. Eğer tek başımıza olacağımız bir yer bulursak, bir de başkalarının demiriydi çapasıydı uğraşmam diye düşünüyordum o sırada, naifçe!
Ormos Kapalı adlı koya girdik. İsmi bana çok güven verdi, doğrusu... )))
Etraf yaşlı çam ağaçlarıyla dolu. Koyun ilk bölümü açık gibi. En derin köşesinde rüzgara karşı demirlemiş bir motoryat var, kıçtankara bağlanmış. Onun hemen yanında Hollanda bandıralı bir tekne var. İlginç bir şekilde motoryata dik şekilde demir atmış kıçtankara bağlanmışlar. Tedirgin şekilde güvertede oturuyorlar.
Henüz yağmur başlamadı. Ama rüzgar artık 20-30 bandında esiyor. Koyun içine girince burasının nispeten korunaklı olduğunu gördük.  Ancak iki tekne arasına girmek mümkün değil. Biz de nispeten dışarı ama hala korunaklı olan bir yere mümkün olduğu kadar çok zincir döşeyerek, kıçtankara bağlandık. Demirimiz iyi tuttu. Ancak rüzgarı yandan alacağız, tek endişem o. Eğer tarayacak gibi olursam, kıçkoltuğunu başa alarak karamursala durur, rüzgarı kafadan alırım hesaplarını yapıyorum.
Rüzgar gittikçe şiddetlendi. Bu arada koya giren çıkan tekneler var. Kimisi giriyor, manevra yapıyor, demir atıyor. Kimisi tutturuyor. Çoğu tutturamıyor, dışarı geri kaçıyor.
Ben de yağmur başlamadan, içeri gireyim ıslanmaya gerek yok diye düşünüp, kapıyı bacayı kapattım. Barometre 990'da ve düşmeye devam ediyor. Nitekim bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı.
İçeride çocuklarla oyun oynarken, "DONK" diye bir sesle irkildik, hepimiz.
Hemen dışarı fırladım. Rüzgarüstümde, bir yelkenli, içinde 2 kişi var. Bir çift. Ne yapacaklarını bilemez şekilde şaşkınlıkla sağa sola bakıyorlar. Sonradan adının Raphael olduğunu öğreneceğimiz, erkek olanına, ne yapmak istediğini sordum. O da önce binbir özür dileyerek, söze başladı. Tekneyi yeni kiraladıklarını filan anlatmaya başladı. Yardım etmek amacıyla benim bota atlayıp, kıç koltuğunu yaşlı bir zeytin ağacına bağladım. Normalde zincirin boşunu alsalar, rahatlıkla dururlar.
Bu arada şaldır şuldur yağmur yağıyor.
Geçmiş olsun filan dedim çocuğa, içeri girdim. Kuru bir mayo buldum kendime, değiştim.
Bu arada Nalan yemek yapmış. Tam yemeğe oturduk.
Yine aynı ses.
"DONK"
Yine dışarı fırladım,  yine aynı tekne. Ama Raphael yok, adının sonradan Katerine olduğunu öğreneceğimiz kız arkadaşı dümende bu sefer . Motoru ileri geri bişeyler yapıyor. Erkek arkadaşının nerede olduğunu sordum. Parmağıyla uzakta bir botu gösterdi. Kürekle oraya gitmiş. Bir diğer koltuk halatını rüzgarüstünde bir ağaca bağlamaya çalışıyor.
Bu şekilde bağlayınca kayığın kafası bize doğru dönüyor, demiri de tutmadığı için tekne kafadan Lotus'un bordasına bindiriyor.
Kısa bir durum değerlendirmesi, böyle kalamyız... Hımmm!
Bu arada çocuk geri geldi.
Ben tabi bu ikinci denemede tecrübeliyim, elimde bir şemsiye ile çıkmıştım dışarı. Gerçi o rüzgarda şemsiyeye hakim olmak bayağı alengirli ama "biz yelkenciyiz ya, işimiz rüzgarla oynamak!" )))
Normalde çıkıp demir almaları, tazelemeleri ve hatta bu halleriyle en iyisi marinaya gitmeleri daha uygun olur. Çocuk perişan halde bana bakıyor, "çıkın gidin buradan" diyemedim. Elimdeki şemsiyeyi ona verdim.  Plan değişti.
Onları bizim kayığın üstüne bağlayacağız. Araya usturmaçaları dizdik. Baş kıç birer koltuk ile bağlandık. İki teknenin de yükü bizim demirde, ancak en azından borda bordayayız.
Yağmur şiddetini iyice arttırdı. Etrafta şimşekler çakıyor.
Bu sırada tabi yine sucuk gibi oldum. Tam kıç koltuğunu almak için uzanınca,  "TONK" diye bir ses duydum kafamın içinde! "Hah dedim yıldırım düşünce böyle oluyormuş demek ki" ))) Baktım ceviz kadar bir dolu ayak başparmağımın orada, güvertede duruyor.
Takır tukur boşaldı üstüme. Hemen biminin altına girdim.
Bir anda yeni taktığım güneş panelleri  aklıma geldi. Zavallı güneş panellerim benim...
Ancak bu havada onlar için yapılacak birşey yok!
Raphael durmadan teşekkür ediyor, çok üzgün olduğunu filan söylüyor. Ben de "olur böyle şeyler" filan diyorum durmadan.
Bu arada iki tekne artık bağlandı, içeri girip biraz kuruyalım diye düşündük.
Salona girdiğimde ikinci kıyafetlerimi de çıkartıp, artık kalan son kuru şeylerimi geçirdim üstüme. Eğer bunları da ıslatırsam, son manevrayı anadan üryan yapacağız belli ki!
Rüzgar şiddeti daha da arttı. Bu durumda eğer benim çapa tararsa, durum iyice karışık bir hal alacak. En azından biraz şiddetini azaltsın, o zaman birşeyler yaparız diyorum içimden. Ama zaten tarayacaksa en şiddetli, en çaresiz ve en zor zamanda tarayacağını da hepimiz biliyoruz.
İçeride oturup beklemek içime sinmedi. Kalın ne kadar mont, salopet çizme varsa hepsini giyip, sanki okyanus geçmeye hazırlanıyormuş gibi kuşandım, temmuzun ortasında! Savaş meydanına çıkan bir samuray edasıyla kokpite tırmandım.
Bimini altı nispeten korunaklı, umarım o da parçalanmaz. Etrafta manzara korkunç, koy içinde sağanaklarda 55 knot esiyor. Tekneler kuru direk 15-20 derece yan yatıyor. Demirin esnediğini, zincirin tel gibi gerildiğini kıç koltuklarını boşlamasından belli! Umarım taramaz. Bu kadar sert estiğine göre birazdan bitecek. Motoru her halukarda çalıştırdım, ancak gaz vermiyorum. Tekne içinde elektronik olan herşeyi kapattım, rüzgar ölçer dahil. Teknelerin hareketine bakıyorum.
Yan taraftaki Hollandalı kayıkta çok tedirgin, keza koyun içindeki diğer teknelerde de hareketlilik var. Bir tek sahildeki motoryat  gayet sakin bir şekilde, sanki dışarda hiçbir şey yokmuş gibi rahat.
Bir süre çok şiddetli yağmur yağdıktan sonra, geldiği kadar hızla kesildi.
Böyle olacağını bilseydim, sabahtan güverteyi yıkamak için o kadar uğraşmazdım!
Yağmur kesilince Raphael de çıktı. Ne düşündüğümü sordu. Çok şiddetli olduğunu, ancak tekrar gelebileceğini söyledim. Üşenmemek lazım, gidip bir fırtına çapası atarsak tüm gece rahat rahat burada durabileceğimizi düşündüğümü söyledim.
"Peki" dedi. Hazırlıklarımızı yapıp, diz boyu yağmur suyu ile dolmuş benim bota binip, motoru çalıştırdık. Başüstünde duran ikinci 25 kg Deltayı, 70 metre naylon halat ve zincirle düzeneğini hazırlayıp, rüzgar üstüne doğru seyir edip kazasız belasız attık. Tekneye gelip boşunu aldık. Tekneler rahatladı. Kıç koltuklar gerildi. Yük iki büyük çapada olunca, Alman çiftin çapasının boşunu da aldık. Gerçi bence o fazla bir işe yaramıyor ama  olsun. 2 birden iyidir, 3 de ikiden )))
Biz ikinci çapayı da atınca, hava iyice yükseldi. Hatta bir ara yıldızlar bile çıktı...
Belki de kendine daha kolay avlar bulmak üzere güneye doğru devam etmiştir. O gece o civarda kaç tekne taramıştır kim bilir? Çapayı atmasaydık ne olurdu? Hala çok merak ediyorum..."

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap alıntıdır
Bu arada iki tekne artık bağlandı, içeri girip biraz kuruyalım diye düşündük.
Salona girdiğimde ikinci kıyafetlerimi de çıkartıp, artık kalan son kuru şeylerimi geçirdim üstüme. Eğer bunları da ıslatırsam, son manevrayı anadan üryan yapacağız belli ki!
Rüzgar şiddeti daha da arttı. Bu durumda eğer benim çapa tararsa, durum iyice karışık bir hal alacak. En azından biraz şiddetini azaltsın, o zaman birşeyler yaparız diyorum içimden. Ama zaten tarayacaksa en şiddetli, en çaresiz ve en zor zamanda tarayacağını da hepimiz biliyoruz.
İçeride oturup beklemek içime sinmedi. Kalın ne kadar mont, salopet çizme varsa hepsini giyip, sanki okyanus geçmeye hazırlanıyormuş gibi kuşandım, temmuzun ortasında! Savaş meydanına çıkan bir samuray edasıyla kokpite tırmandım.


inan burda sesli kahkaha atim.
cok gecmis olsun..
deniz ve doga boyle bir sey.
her yasanan buyuk bor tecrube oluyor.
paylasimin bizim icinde ders cikarilicak bir anektot oldu.