Resimleri görebilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol veya Giriş Yap Sabırsız olduğumdan Faruk Bey kadar nezaket gösteremedim...Bu
güzel yazı dizisinin sonlanmasını bekleyemedim.
Ama yapacağımın müdahale veya terbiyesizlik değil ; çok büyük oranda
katıldığım Cüneyt Bey Korsan'ın renkli gözlem ve tespitlerine bir iki küçük
ilave olacak...
Öncelikle görgüsüzlükle ve küstahlıkla denizcilik yapan, tekneyi sadece
o '' pek malum '' amaçlarla kullanan ve beyninin arka lobunda yatan
kurnazca '' gizli profesyonellik '' amaçlı olanlar dışında ; Cüneyt Bey'in
tarif ettiği her denizci makbulum, hepsine de şapka çıkarırırım.
Bunlar bir ailenin çeşitli fertleri...Çeşit çeşit balık veya çeşit çeşit
ağaçlar gibi. Hepsine yer var. Tıpkı falan ağacı özellikle çok sevmemiz
ama filanına çok meraklı olmamamız gibi ; bu tip tip denizciden kimini
kendimize yakın bulup hemen 40 yıllık ahbap olabilirken, kimine sadece
hatır sorup, bir iki nezaket cümlesinden sonra yanından sıvışırız.
Yani zaten aslında biz deniz mahlukları da ; o geniş familya içinde
gidip türdaşlarımızı arıyor, onların yanında en rahat oluyoruz.
Üstelik ağaçlar, kuşlar veya balıklar tür değiştiremiyor. Yani ceviz
ağacı salkım söğüt, tekir de dil balığı olamıyor. Halbuki Cüneyt Beyin
( gayet isabetle ) sınıflandırdığı '' amatör denizci türleri '' arasında
değişime, tür ve tip değiştirmeye, evrime daima rastlanıyor.
Sahiden ; çünkü çok örneğini ilk elden biliyorum. 3 sene hiç yerinden
kıpırtdatmadan teknesinin her yerini elden geçiren bir tekne sahibi
bana eski gezilerinden ve kısa bir süre sonra sürekli denizde yaşayacağından
dem vurduğunda '' - Amma hayalperest, amma atıyor ha...! '' diye o
yıllar boyunca düşündüm. Yazın en güzel günlerinde hepimiz palamarı
koyverip giderken, o mevcut bir sistemin yanına ikincisini kurmakta
veya daha yıllarca hizmet verebilecek falan vanayı, filan hortumu....
değiştirip durmaktaydı. Yaptıklarını heyecanla bana anlatmasından
veya o iş yaparken seyretmekten içime fenalık gelirdi hani.
Sonra ne oldu ? Hakikaten günün birinde yürüdü gitti ve İstanbula
dönmedi...Hala dolaşıyor.
Adını şimdi anımsayamadığım , Netscape'in eski sahibi kendisi ABDde
evinde ekranı ve klavyesi karşısında otururken, onbin mil uzakta kendi
kendine , ekipsiz, evdeki bilgisayardan kumanda edilerek yelken
yapabilecek megayat yaratma peşindeydi...Efsane denizci Eric Tabarly
ise Pen Duick'e , elektrik sistemi veya aküleri bir kenara bırakın, tek bir
ampul bile koymayı hep reddetmişti.
Her ikisinin tekneleri de dünyadaki tüm yat dergilerinin kapaklarını
süsledi yıllarca, bizim gibi ''normal ölümlüler'' her iki tekneyi de ağzımızın
suyu aka aka seyrettik, bunlarla ilgili makaleleri yalayıp yuttuk.
Demek ki doğru iş, doğru çözüm ve hayranlık uyandıran güzellik
teknolojiden bağımsız, hightech ucube, hightech rüya tekne de
yaratmak mümkün, klasik güzel de, klasik hatlı çirkinlik abidesi de...
Devamla ; geziciden yarışçı, bıkmış yarışçıdan gezgin, marina yatçısından
uzun yol maratoncusu oluyor...
Ayrıca yine Cüneyt Bey'in yakaladığı gibi ; aynı hobi içinde ilginin yine de
farklı alanlara dağılması da bize bedava danışmanlık alma fırsatı yaratıyor.
Bende elektrik/ elektronik konularından sıkılıyorum...Hiç işime yaramayacak
ve asla parasını ödeyemeyeceğim en yeni yelken imal yöntemleriyle ilgili
yazıları ayıla bayıla okuyorum da, mesela paramın yetebileceği ve teknemde
olmayan ( ve daha uzun süre olmayacak ) chart plotterlerla ilgili yazıları
atlıyorum mesela dergilerde...Çünkü en azından şu an , ilgimi çekmiyorlar.
Ama eşim sadece tavandan aydınlatmanın gözüne çok çiğ göründüğünü
ve salonla kuzinede güverte altından endirekt ışık veren lambalarımız olsa
ne iyi olacağını söylediğinde, bu iş için bir haftasını harcamış, en sonunda
şerit ledlerin ithalatçısını bulup, alıp teknesine uygulamış arkadaşım hemen
aklıma geliyor, ondan yardım istiyorum.
İşte çeşitliliğin faydası...
Üstelik doğrusunu söylemek gerekirse, çok büyük kısmımız saf A-tipi, saf
B-tipi, saf C-tipi denizciler değiliz ki ; durma tekne tamirine meraklı bir
denizci de bazen yazın 3 ay Egede dolaşıyor. Yani bizler AB-, BC- ,
CA- grubu ; karma tipleriz aslında.
Son olarak eklemek istediklerim ise şunlar ;
aramıza karıştıklarını düşündüğümüz '' gizli profesyoneller ''.
Bilgi , tecrübe dağarcıkları önerdikleri veya garanti ettikleriyle uyuşmuyorsa,
tabii savunulacak tarafı yok. Ama doğru iseler, '' müşteriyi '' yanıltmıyor iseler,
kendi kapasite ve sınırlarını biliyor iseler, bırakınız olsunlar.
Şundan dolayı olsunlar ; bizim hobimiz genelde bu işe gönül vermiş ''deniz tüccar''ını da
öyle ihya eden, katlar, çifter çifter arabalar sahibi yapan bir ticaret dalı değil. Çünkü
hala çok zayif, hala pazar çok sınırlı, henüz hala emekliyor...
Bu kişi deniz işi yerine örneğin otomobil galericiliği yapsa, çok daha az çabayla, çok
daha kolay para kazanabilirdi. Bu iyi niyetlisi için de, kötü niyetlisi için de geçerli...
Dolayısıyla bu konuda aşırı bir hassasiyet göstermeye çok fazla gerek olduğunu da
düşünmüyorum. Sektör büyüdükçe, kurumları ve kuralları oluştukça ( ki oluşuyor şimdiden )
zaten bu kişiler ya ortadan çekilecek, ya da herşeyi hakkıyla, hukukuyla, denetimiyle
yapmak zorunda kalacaklar.
Son cümlem ise, Cüneyt Bey'in listesine bir tipleme ilavesiyle ilgili..Yanlış saymadıysam
bu beşinci gurup olacak.
İngilizce '' Loser '' lafı yerine Oğuz Atay'ın romanına başlık yaptığı o harika '' Tutunamayanlar ''
sözcüğünü kullanalım isterseniz. Henüz bizde örneklerine rastlanmıyor. Ama yabancı dergilerde
bu tip denizcilerin acıklı hikayeleri son yıllarda , giderek artarak, yayınlanıyor...
Dünyanın bir köşesinde, artık hiç bir şekilde yola çıkamayacak kadar kötülemiş teknelerinde
ömür tüketen, memleketlerine asla dönemeyecek, kötü beslenmiş, bünyece zayıf düşmüş,
çoğu alkolün esiri denizciler...
Yıllar evvel bizim bulunduğumuz pontona tekneden çok çöp eve benzer tekneyle, orta yaşlarda,
zayıf, kara kuru, sessiz ve mahcup böyle bir denizci gelip bağlanmıştı...Teknenin üzerinde kat
kat parçalanmış brandalar, boy boy nerden toplandığı, ne işe yarayacağı belirsiz keresteler,
arkasında neredeyse küpeştesine kadar batmış bir bot, onun da içi hurda dolu...
Adam hep teknesini kendi başına restore edip denizlere açılacağını anlatıp duruyor, hakikaten de
günde 16-18 saat o hurda tekneye asla fayda etmeyecek bir takım tamirlerle çabalıyordu.
Ben daha bir iki senelik kayık sahibiyim, pontondaki tecrübeli bir abimiz baktım bir gün büyük
plastik su bidonlarının boğazlarını doğrayarak bağlama halatlarına fare engelleri yapıyor :
'' - Dikkat et, bunun teknesinden hepimize fare basacak ! '' dedi bana...Ağrıma gitti doğrusu,
acemiliğin de verdiği o safiyane romantiklikle çöp-ev tekneciye daha fazla dostluk gösterir
oldum. Bir karlı kış günü Pazar akşamı o, ben ve pontondan başka bir reis onun teknesinde
istavrit tava ve ucuz şarapla '' bohemlik'' yapıyoruz. Saatler ilerledi, gece yarısını geçti, o
sessiz, mahçup adam birden çakmak çakmak gözlerle : '' - Şurdaki bütün hafta sonu
teknecilerinden nefret ediyorum. Hepsi şu güzelim tekneleri bırakıp evlerine gittiler, gelecek
Cumartesiye kadar burada benden başka kimse olmayacak, buradaki tüm tekneleri yakabilir
veya batırabilirim...'' dedi sonra bize baktı, eh biz de tam o tarife uyan adamlarız, başını önüne
eğdi, sustu. İzin isteyip kaçtık.
Ondan sonra ister istemez bu amcayla arama mesafe koydum...Bir kaç hafta sonra tekneye
girdiğimde, bir fare zararlısının teknede yiyecek hiç bir şey bulamadığı için, önce minderlerden
birinin kumaş ve süngerini, sonra su deposunun plastik hortumunu ( 150 l su sintineyi basmıştı )
ve direk tepesine giden rüzgar gülü kablosunu yiyip, - ardında da malum artıklar bırakmayı
ihmal etmeyerek-, çekip gittiğini anladım. Tekneyi havalandırmak için açık bıraktığım tek ufak
lumbozdan girmiş olmalıydı...
Çöp tekneli amcayla ondan sonra bir kaç kelime konuşmak bile bana zor geldiydi, kısa bir süre
sonra ( sanırım 5-6 ay marinada kalmıştı ) marina ücretini ödeyemeyeceğini, tekneyi bulacağı
bir barınağa götüreceğini söyledi ve bir kaç gün sonra sahiden ayrılıp, gitti...
Aradan 10 yıldan fazla geçmiştir, bu kadar uzun uzun yazma gereksinimi duyduğuma göre,
bu hikaye bana bayağı dokunmuş demek...