Gezgin Korsan

Hobiler ve Eğlence => Müzik ve Görsel Sanatlar => Konuyu başlatan: Zafer Dedeoğlu - Haziran 22, 2011, 16:24:35

Başlık: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Zafer Dedeoğlu - Haziran 22, 2011, 16:24:35
Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
 
Nazım Hikmet' in annesiyle Yahya Kemal arasındaki aşkı farkettiği an...


Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...

1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’ nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’ nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi...
Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı...

1916’ ya gelindiğinde Celile Hanım‘la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...
***

O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’ de okuyan genç Nazım Hikmet’ in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...
Nazım Hikmet’ in annesi Celile Hanım’ la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu...
O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...
Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’ nin yeğeni Oktay Rıfat’ ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...
***
Heybeliada’ da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi...
Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi...
Yahya Kemal hafta sonları “Genç Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’ un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım’ la yakınlaştı...

Nazım’ a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı...
Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ ın ve Necip Fazıl’ ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu...
***

Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi...
Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı...
Hocası olan Yahya Kemal’ e şöyle dedi:
“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim...”
Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı...

Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “Kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda...
***

Ne ki bu Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal’ in aşkı alevinden bir şey kaybetmiyordu...
“HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...”
Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti...
Necip Fazıl’ dan sonra bir gün Yahya Kemal’ in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...
Kâğıtta Yahya Kemal’ e hitaben şöyle yazıyordu:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...”
Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu...
Bir süre Celile Hanım’ ın evine gelmedi...
Genç Nazım’ la karşılaşmaktan çekindi...
Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’ un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti...
Artık evlenmek istiyordu...

Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu...

***

Aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı:
“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum...
Bu kadın yazın adada otururdu...
Ben de orada idim...
Deli divane olmuştum...
Sonbahar’ da Nişantaşı’ ndaki evini düzenlemek için İstanbul’ a inerdi...
1916 Sonbaharında yine İstanbul’ a iniyordu...
Ben müthiş muzdariptim...
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...
Gider gitmez benim için boşalıverirdi...

Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’ a dönecek lafı çıktı...
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’ a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’ un bütün güzel kadınlarını çağırırdı...
Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...
Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim...
Gitmeyeceğine yemin etmişti...

Bir gece Ada Oteli’ nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’ daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum...
***
Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...
İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...
Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ ye geçmeye karar verdim...
Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...
Çok para verince biri ikna oldu...
Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı...
Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...
Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum...
Sırılsıklam Maltepe’ ye gelebildik...

Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım...
Yoktu...
Bunun üzerine Maltepe’ den Bostancı’ ya yürümeye karar verdim...
Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...
Maltepe- Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim...”
***
“Kan ter içinde Bostancı’ ya geldim...
Vakit hayli geçti...
Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim...
Aradılar taradılar birini buldular..
Yine bir sürü para verdim...
Arabayla yola koyuldum...
Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum?

Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım...
Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım...
Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim...
Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”
***

Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...
Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..

O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’ e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:
“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...
Gelmedin mahzun oldum...
Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...
Çok çok göreceğim geldi...
Beni niye aramadın...
Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”

Hiçbir zaman o evlilik olmadı...
Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...
NAZIM HİKMET’ E YARDIM ETMEDİ...
Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...
Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...
Sosyalistti...
Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...
Celile artık yaşlanmıştı...
O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu...
Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’ nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği...
Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’ nden geçiyordu...
Büyük aşkını gördü...
Ama yanına gitmedi...
Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’ in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ ye destek imzasını vermedi...
Hızla uzaklaştı oradan...
***

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’ in...
Şöyle yazıyordu:
“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’ da Sirkeci garında gece saat 10’ da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”
Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’ e giderken, Sirkeci Garı’ nda vermişti Yahya Kemal’ e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...

SESSİZ GEMİ...

Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir...
Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...
Yahya Kemal’ in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’ sinin Ada’ dan gemiyle İstanbul’ a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...
Ölümdür elbette Sessiz Gemi’ nin konusu...
Ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’ nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’ den esintiler içerir...
***
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan...
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...”
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Kamil Kurdoğlu - Haziran 22, 2011, 16:35:25
Çok güzelmiş Zafer korsanım.
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Ahsen Yüksek - Haziran 22, 2011, 16:54:14
Teşekkürler zafer korsan güzel bir paylaşım dı.
Beni bu yorgun saatlerde dinlendirdi
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Atilla Aytaç - Haziran 22, 2011, 16:56:04
çok teşekkürler paylaşım için.kimbilir bu hikayeyi kaçıncı defadır okuyorum.ama her seferinde ilk defa okuduğum gün kadar etkilenirim...
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: İsmail Saygı - Haziran 22, 2011, 19:30:10
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Teşekkürler zafer korsan güzel bir paylaşım dı.
Beni bu yorgun saatlerde dinlendirdi

Aynen ben de.... tüm yorgunluğumu aldı gitti....
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: mıstafa balta - Haziran 22, 2011, 20:49:04
 Hümeyra o müthiş sesiyle ne de güzel yorumlamıştı bu şiiri yüz yıllar önce.  :)

Ama bu şiirin hikayesinin böyle olduğunu düşünmüyorum.
Bu yazının kaynağı var mıdır?
Varsa nedir, yazan kimdir, yani Kaynak sağlam mıdır, yazarı objektif midir, yazı gerçek tarihi belge midir?

gerçek olan şudur ki Yahya kemalin sessiz gemisi de,
hepimizin bildiği Rindlerin akşamı adlı ‘’ dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç’’ dizeleriyle başlayan şiiri de,
tıpkı aziz nesinin ölümü ensesinde hissetmeye başladığı son zamanlarında(yıllarında) yazdığı ölümle ilgili felsefi ve tırsıki mini makale ve denemeleri, yazıları gibi  ölüm korkusunun mükemmel bir şekilde  şairane  dışa vurumudur..

yukarıda okuduğumuz yazı bir hikayedir sadece..  :)


ama hikaye de güzel yazılmış doğrusu. yasak aşk, sex, özlem, camda aşkını beklemeler, kayıkçı, lodos, fırtına, yağmur, toz toprak, istihbarat, kin, nefret, şiir,özlem,ihanet herşey var.

e tabii, konu aşk-ı memnu gibi olunca okuyan herkesin yorgunluğu gidiverdi dimi.  ;D
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Zafer Dedeoğlu - Haziran 23, 2011, 09:59:23
Balta Korsanım ,

kayıkçı dedinde bir kayıkçı fıkrası geldi aklıma

Bir zamanlar Istanbul'un kayikcilari arasinda capkinligiyla meshur bir kayikci varmis.
Adam o kadar capkinmis ki kayigina binen her hatunla bir macerasi olurmus.

Bunu duyan disli, kendine guvenen bir kadin; kim bu adam gorelim bakalim
bana ne yapabilecekmis" diyerek inmis iskeleye.
Arastirip sormus ve kayikciyi bulmus. Hemen kayigina binmis ve denize dogru acilmislar.

Kayikci bir kurek cekmis ve "derleeerrr" demis.
bir kurek daha cekmis yine "derleeerr" demis,
bir kurek daha cekmis "derleeerrr" diyerek devam etmis..

Kadin dayanamamis sormus; "Bey soylesene Allah askina ne derler"

Kayikci soyle bir biyigini burmus ve; "Sen bu kayiga bindin ya"

"vermesen de verdi derleeerrrr..."  :o
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Aycan Topay - Haziran 23, 2011, 10:10:24
Vay be...
Adam aşkını yaşamış, coşmuş ağlamış, şiirini yazmış ve basıp gitmiş.
Üstüne bi de ünlü olmuş.
Ne sorumluluk almış, ne güven vermiş, ne özveride bulunmuş.
Her bi tarafı romantik gönül adamlarıyla dolu Celile'ye olmuş gene olan :)
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Musa Sağlam - Haziran 23, 2011, 10:55:02
Yahya kemal  akıllıymış evlenseymiş ne aşk kalırdı ne şiir :)...........................
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Seval Duban - Haziran 23, 2011, 14:02:28
Gripin' in Olduğu Kadar isimli bir şarkısı var;
"Özleyip kavuşamamayı aşk sandık senelerce
Zamanı durduramadık aşk bu mu hadi be sen de"
Sanırım insanlar şiirleri , romanları yazdıran buydu.
Şimdi her şey çok çabuk tüketiliyor.
O yüzden de ne aşk var, ne şiir ne de, roman.
 
Gripin :)
https://www.youtube.com/embed/S0ZhMydvaG4
Başlık: SELAHATTİN PINAR - AFİFE JALE AŞKI,
Gönderen: Zafer Dedeoğlu - Ekim 07, 2011, 19:15:15
SELAHATTİN PINAR - AFİFE JALE AŞKI,

1902 doğumlu Selahattin PINAR, Ticaret Mektebi'ni bırakıp müziğe başladı.

Oysa babası eski Denizli Milletvekili Sadık Bey, onun hukukçu olmasını istiyordu.

Birgün Denizli'den gelen eşraf için kurulmuş  bir sofrada Sadık Bey'e oğlunu sordular;

Selahattin de sofradaydı.

Sadık Bey, o yokmuş gibi
"Selahattin çalgıcı oldu" dedi.

Selahattin ayağa fırladı ve
"Babacığım, rica ederim! Ben çalgıcı değil,  sanatkârım" diye itiraz etti.

Sadık Bey, pek sevimsiz bir küfürle yanıtladı bu çıkışı.

Bunun üzerine Selahattin Pınar, ceketini alıp sofrayı terk etti.

Kapıdan çıkarken döndü ve babasına şöyle dedi:
"Birgün gelecek, benim adımla anılacaksınız."

Sadık Bey, yanıbaşında duran gaz lambasını oğluna doğru fırlattı.
Çıkan yangını güç bela söndürdüler.

Selahattin kapıyı çarpıp çıkmıştı bile.

Asla baba evine geri dönmeyecekti…,


 1902 doğumlu Afife JALE,  İstanbul Kız Sanayi Mektebi'nde okuyordu.

Ama onun aklı tiyatrodaydı.

Oysa o yıllarda, Müslüman kadınların  sahneye çıkmaları yasaktı.

Buna  rağmen 16 yaşında talebe olarak  Darulbedai'ye başvurdu ve kabul edildi.

Babası Hidayet Bey, kızını bu sevdadan  vazgeçirmek için çok uğraştı.

 Başaramayınca sertleşti. Ona "fahişe" dediği bir gün "Benim Afife diye bir kızım yok!" diye gürledi.

Zaten Afife artık sahnede, "Jale" adını kullanıyordu.

Sanatı için o da  baba evini terk etti…,

Hicaz makamındaki o Selahattin Pınar bestesindeki gibi "Bir Bahar Akşamı"
rastlaştılar Kuşdili Çayırı’nda... Hafız Burhan konserinde...

Bir bahar akşamı, rastladım size,
Sevinçli bir telaş içindeydiniz.
Derinden bakınca gözlerinize,
Neden başınızı öne eğdiniz.

Selahattin Pınar, üstadın arkasında
tambur çalıyordu.

Nicedir saz salonlarının en sevilen
besteci ve icracılarındandı.

Afife Jale ise Darulbedai'de sahneye çıkıp
"tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu"
olarak tarihe geçmiş,
ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca
kapı önüne konulmuştu.

 İşsiz, sahnesiz ve kimsesizdi.

Acısını yatıştırıcı haplarla dindirmeye
çalışıyordu.

İkisi de 25 yaşındaydı.

Belki de güftedeki gibi
"İçimde uyanan eski bir arzu,
dedi ki , yıllardır aradığın bu.

Şimdi soruyorum büküp boynumu,
daha önceleri neredeydiniz?"

dediler
ve evlenmeye karar verdiler.,

Gençliklerini acılar içinde harcamışlardı.

Evlenince hayat boyu ıskaladıkları
herşeyi birlikte yapmaya çalıştılar.

Evde saklambaç oynadılar.
Bahçede enginar yetiştirip yarıştılar.

“Bir çocuk resmi” kıvamında şiirler yazdılar.

 Pınar çaldı; Afife dinledi.

Ancak güzel günler uzun sürmedi.

Afife, tiyatrosuz yaşayamıyordu ve
tiyatronun boşluğunu uyuşturucularla
dolduruyordu.

Suriyeli bir eczacı onu morfine alıştırmıştı.

Selahattin Pınar, birgün eşinin öğle uykusu
için çekildiği odanın anahtar deliğinden
içeri baktığında, damarına morfin şırınga
ettiğini gördü ve çöktü.

Morfin için eczacıyla ilişkiye girmişti Afife...
 
Ama Pınar, eşine öfkeden çok,
merhamet duyuyordu.

Onu hayata döndürebilmek için çırpınmaya
başladı.

Sürekli melankolik besteler yapar olmuştu.

“Nereden Sevdim O Zalim Kadını”,

“Yalnız Benim Ol,
 El Yüzüne Bakma Sakın Sen”,

“Ne Demiştin ,Niçin Caydın Sözünden”
bunlardan yalnızca bir kaçıydı.,

 Çırpındılar, bu gidişi geri çevirebilmek için...
Olmadı!

Selahattin Pınar, kendisi de morfin
tuzağına düşer gibi oldu.

Bunun üzerine Afife, "Terk et beni"
diye yalvardı ona.
 "Yoksa sen de mahvolacaksın,
bırak beni gideyim." dedi.

Pınar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti.

Şimdi ikisi için de en kötü yıllar başlıyordu.

Afife, kimsesiz ve beş parasız,
tenha parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde
karnını doyururken, ayrıldığı eşinin
kendisinin ardından yazdığı şarkıları
taş plaktan dinleyip ağlardı.

Ayrılık acısını yeni bir evlilikte dindirmeyi
deneyen Selahattin Pınar ise,
 hiç birlikte yatmadığı bu ikinci eşinden
kısa sürede ayrıldı.,

Afife Jale, kimsesizliğin, terk edilmişliğin,
 yoksulluğun son durağı olan
 Balıklı Rum Hastanesi'nde bir deri
bir kemik veda etti hayata…

Ölümü gazetelere haber bile olmadı.

 Cenazesine 4 kişi katıldı.

Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla
 birlikte kaybolup gitti. Unutuldu. ..

Selahattin Pınar, Afife'nin ölümünün
ardından paraladı kendini...,

“Ayrılık Yarı Ölmekmiş”,

“Kalbim Yine Üzgün,
Seni Andım da Derinden”,

“Bakışı Çağırır Beni Uzaktan”

gibi nice, hicran dolu besteye imza attı.

Son katıldığı radyo programında
"Hatıralar" şarkısını seslendirdi;
"Beni de alın koynunuza hatıralar.
Dolanıp kalayım bir an
boynunuza hatıralar...",

Bir süre sonra müdavimi olduğu Todori
meyhanesine gitti, doktorların yasak ettiği
ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı donattı.

Rakısını yudumlarken, son nefesini verdi.

"Her yıl ölüm yıldönümümde mezarıma bir
 büyük rakı dökün" diye vasiyet etti.

58 yıllık ömrünün son yolculuğuna
mezarlıkta kendi bestesi çalınarak uğurlandı;

"Söndü yâdımda akisler gibi aşkın seheri...",

Kaynak: Can Dündar,
Başlık: Ynt: Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz?
Gönderen: Noyan Bakır - Ekim 07, 2011, 20:36:44
"Bir bahar akşamı, rastladım size,
Sevinçli bir telaş içindeydiniz".


Yazının içine yerleştirilmesi çok hoş olmuş ama bu sözler
Selahattin Pınar'a ait olmadığı gibi yaşamı ile de bir ilgisi yoktur.