0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

*

    G. Ö.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #15 : Aralık 08, 2017, 20:07:50 »
Yazdıklarından sonra, merakla devamını bekliyorum.  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


*

    R. E.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #16 : Aralık 09, 2017, 16:28:46 »



Son 1 mil gerçekten kabus. Üstelik boğazda.. Offfff.. Bir de whatsapp mesajlarına cevap vermek..
Sabahı bekledik. Ama akşam oluyor Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap





*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #17 : Aralık 10, 2017, 12:44:16 »
28 Temmuz 2017, Cuma

      Ne geceydi ama! Dün, demiri atana kadarki son bir mil kabus gibiydi resmen! Yağmur, sonra da devam etti ama insan gibi…

   Benim üstümden geçen fırtına 2-3 saat sonra İstanbul’u da vurmuş. Tabii önce Marmara’yı, Avşa’yı karıştırdıktan sonra.  İstanbul’da, çekekte devrilen tekneler mi dersin, limanda domino taşları misal yıkılan konteynırlar mı, kaputu-tavanı dolu kraterleri dolan arabalar mı…  Ceviz kadar diyen de oldu yağan dolu için, tenis topu kadar diyen de. Zaiyat nedir, bilmiyorum, televizyonum yok ki! Allah herkesin yardımcısı olsun, zor bir gündü, zor bir geceydi…

   Bir an önce demiri toplayıp Çanakkale’ye dümen tutmalıyım. Öğlene doğru Çanakkale’de hatunla buluşup çıkış işlemlerimizi halledecektik.

   Çanakkale’ye doğru seyirdeyim, boğazın tam ortasında. Hava, sanki dün köpüren, şahlanan kendisi değilmişçesine sakin gayet. Bu boğazdan “aşağı” inmek çok kolaydır normalde, çıkmak zordur. Ama bu sefer, bendeki talih, aşağı inerken zorlanıyorum. Dünkü havanın etkisinden olsa gerek, normal hızımdan 1,5 mil daha yavaş iniyorum! Pes!

   Gemi yolunun tam ortasında, trafiğe karışmış iniyorum. Derinlik 60 metrelerde. Sakin sakin kahvemi yudumlarken yine o aynı uğursuz alarm beni yerimden zıplattı; derinlik alarmı! Derinlik 3,0 mt… 2,7 mt… 2,4 mt… Boğazın, gemi yolunun ortasında bu nedir şimdi diye düşünürken nefesimi tuttum… Sığlık falan olamaz burada! Acaba yeni bir batık falan mı? Makine stop, iskele alabanda!  Allah’ım batık falansa da bu ne biçim bir batık ki 60 metre olan deniz dibinde yatarken su yüzüne kadar uzanıyor???    Gözüm derinlik göstergesinde! … 2,2 mt… 1,9 mt…  Yapacak hiçbir şey yok! Bir saniye içinde olacak ne olacaksa! Karinayı delmesek bari!   … 1,7 mt    2,3 mt   6,7 mt… 17 mt… 63 mt…

   Ohhhhhh, çok şükür! Bu neydi ya şimdi? Toplasan 3-5 saniye sürdü her şey, ama ömrümden ömür gitti! Neydi acaba gerçekten! 60 metrelik batık olmaz. Acaba kocaman bir balık mıydı? Belki de bir yunus sürüsü… Onlar meraklı olur, iyice yaklaşıp salmamın ne olduğuna mı baktılar acaba? Neyse ki geçti gitti çok şükür!

   Çanakkale’ye 11:40’ta vardım. (40.152267°, 26.404164°)  Bağlanırken sordu görevli “gece kalacak mısınız kaptan?” Hayır dedim, çıkış yapıp devam edeceğim.  Bağlanıp adımımı karaya atmıştım ki Sare aradı, gelmiş. Buluşup doğruca çarşıya gidiyoruz, evrakların fotokopilerini çekmek için. Bu ilk çıkışımız olacak kayıkla. Hafiften heyecan da var. Tüm paylaşımları, tecrübeleri okumuşuz, evraklarımız tam. Hatta fazlası bile var. Çıkış işlemlerini kendimiz yapacağız; önce Gümrük, sonra Liman en son da Polis.

   Ofise girdik, transit log yok dediler. Nerde bulunur peki? Kepez’de. Git-gel taksiyle 100 lira yazar dediler. Ya da ordaki adama 150 lira ver, log ücreti 30 lira dahil, tüm işi hallediversin senin adına sen kayığında kahveni yudumlarken.

   Mecburen bu yolu seçtik biz de. Dönüşümüzde kullanacağımızı da düşünüp iki tane transit log sipariş ettik. Adam gitti, geldi. Hemen doldurmaya başladı belgeyi. Süper! Bir saate çıkarız gibi. Gümrük memuru geldi, transit logu onaylayacak. Soruyor; Daha önce bu tekne ile yurtdışına çıkış yaptınız mı? Cevap; hayır.  “Ama bu tekne 2014’te yurda giriş yapmış görünüyor?”   “Olabilir… Ben bir buçuk yıl önce aldım, 2014’ü bilemiyorum.”

   İşte gerilimin işaret fişeği! Bu noktadan sonra gümrükçü 2014 yılında giriş yaparken kullanılan transit logu istiyor, ben de “Nerden bulayım! Tekne o zaman benim değildi ki…” diyorum.  “Olmaz” diyor, “O belge olmadan olmaz!”

   Eski sahibine, eski sahibinin giriş-çıkış işlemlerini yapan acenteye ulaşıyor Sare. Ama orijinal evrak yok maalesef. Kopyasını yolluyorlar hemen. Gümrükçü beğenmiyor. “Ayrıca teknenin ismi de değişmiş! Neden değiştirdiniz?”    Ya sabır çekerek cevaplıyorum; “Çünkü öyle istedik!”

   Saatler geçiyor, sinirler geriliyor. Gümrükçüye soruyorum; “Bu belgeyi, ben tekneyi alırken kimse bana vermediği gibi işlemi yapan Çeşme Liman müdürü de mutlaka almam, saklamam gerektiğini bana söylemedi. Şimdi benim kabahatim nedir?”   “Yok” diyor gümrükçü, “Ama ben yine de ceza keseceğim çünkü belge yok ortada...”   

-   Peki, ceza ne kadar?
-   72 lira.
-   Hemen kesin, ödeyeyim.
-   Ama gecikme olduğu için faiziyle birlikte 8 katını ödeyeceksiniz.
-   Yuh!


        Ben bir taraftan, eşim bir taraftan sakin bir şekilde ne diller döküyoruz, memur “Nuh” diyor sadece, “Nuh” 

   Zafer abiyi arayıp durumu anlatıyorum. Şekerlemesini böldüğüm halde hemen ofisin telefonunu arayıp memuru istiyor; Denizlerdeyiz Amatör Denizciler Derneği Genel Başkanı sıfatıyla. Memur telefonu alırken oturuşunu bile düzeltiyor. Ama maalesef konu çözülmüyor, çözülemiyor! Saatler geçiyor, sinirler geriliyor.

   Bütün bunlar yaşanırken işlem ücreti adı altında 150 lira ödediğimiz adam orda öylece izliyor olan biteni, kayıtsızca.  Hani şu, biz kahvemizi içerken bizim adımıza tüm işlemleri halletsin diye 150 lira verdiğimiz adam.
       
        O kadar dil dökmemize gümrük memuru amirini arıyor, tekrar tekrar anlatıyor “vatandaş mağdur” diye. Amirin telefonda ettiği söz bende şalteri attırıyor artık; “Olmaz öyle şey! Çıkışa izin vermeyin. Ben nerden bileceğim o teknenin çalıntı olmadığını?”

   Telefona sarılıp başlıyorum saydırmaya; “Yuh artık! Bu kadarı da fazla!  Hiç mi akıl edemiyorsun yahu? Hiç mi kafan basmıyor? Bu teknenin ruhsatı benim adıma. Bu ruhsatı bana bu devlet vermiş! Çalıntı olsa bana bu ruhsatı verirler mi? Ayrıca sen nasıl böyle fütursuzca itham edersin beni?...” 

        O ana kadar, yılanı deliğinden çıkartmak adına kendine hakim olan bende kayış kopuyor. Başlıyorum bağırıp çağırmaya… Sare de diğer yandan çemkiriyor; “Avukatım ben. Bu işin peşini asla bırakmayacağım! İnadına uğraşacağım bu dava ile! “

        Hangisinin etkisi ne kadar oldu bilemiyorum ama 17:15’te memur yanımıza geliyor. Mülayim bir tavırla “Tamam” diyor, “İmzalayacağım…Gümrük işiniz tamam. Şimdi hemen sizin adınıza Liman başkanlığını da arayalım. Sıra onlarda…”   Arıyor ordaki memuru ama adam çıkmış! “Keşke 15 dk önce arasaydınız…Artık yarın sabaha…” diyor.  İçimden diyorum ki; “Asla olamayacak gümrük işi nasıl oldu da oldu bir anda. Ve neden mesai saatinden hemen sonra oldu da bir 15 dk daha önce olamadı?”  Tabi içimden… 

        Mecburen gece Çanakkale Belediye Marinada kalıyoruz. Gecesi 85 lira.         

        Olan bizim, zaten kısıtlı olan izin zamanımızdan giden bir koca günümüze ve tatil modunda, pamuk helva kıvamında iken gerim gerim gerilip laçka olan sinirlerimize oluyor. Cuma 11:40’ta bağlandığımız Çanakkale’den cumartesi 14:35’te avara olabiliyoruz ancak. Çıkmadan hemen önce Liman Başkanlığından imza alırken “İstanbul’dan gelmişsiniz. Ordan niye almadınız çıkışınızı?” diye soruyor memur. “Burayı tercih ettik…” falan diyorum.  “E tabii…” diyor, “…ordan alsaydınız üç gün uğraşırdınız.”  Dişlerimi sıkıp içimden ya sabır çekiyorum!  “Peki…” diyorum, “…İstanbul’dan çıkış alsaydık Yunan’a gidene kadar, misal Marmara adasında, burda mola verebiliyor muyduk?”   “Olmaaaazz!” diyor. “Yurtdışı çıkış yaptıktan sonra Türkiye’nin hiçbir yerinde karaya çıkamazsınız.”  “O zaman nasıl alacaktık ki çıkışı İstanbul’dan? Yelkenli tekne bu. Hızı 5 mil. İstanbul’dan burası 3 günlük yol…”  diyorum.  Hiç cevap vermiyor, veremiyor.

        Avara olmuş yol alırken bir yandan şükrediyoruz sonunda çıkabildik diye. Artık “resmen” yurt dışına çıkmış bulunuyoruz. Ama saat üçe geliyor. Bu saatten sonra Limnos’a varmak imkansız. Geceyi geçirmek için uygun bir koy bulup demirliyoruz.

        Yok canııım, bu koy Türkiye’de değil tabii ki! 


*

    M. A. Z.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #18 : Aralık 10, 2017, 19:28:12 »
Okurken bende gerildim. Böyle memurların bir tür hazımsızlık sorunu olduğunu düşünüyorum.
Ahmet korsanım maceranızın devamını sabırsızlıkla bekliyorum.


*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #19 : Aralık 13, 2017, 12:02:19 »
30 Temmuz 2017, Pazar

      Artık ciddi ciddi gidiyoruz Yunan’a. Etap uzun; 56 deniz mili. Erkenden çıkmak lazım. Biricik mürettebatım uykudayken, 05:30’da topluyorum demiri sakin bir gece geçirdiğimiz koydan. (39.821363°, 26.075983°)  İstikamet, Yunanistan’a resmi giriş yapabileceğimiz en yakın liman olan Lemnos adası, Myrina limanı.

   Bozcaada’nın en güney ucunu sancaktan bordaladığımda, Mermer burnu’nun hemen arkasında, kıyıya çok yakın bir direk dikkatimi çekiyor. Dürbünü alıp bakıyorum; bir yelkenli bu. Batmış! Sadece direği ile cenova sarılı baş ıstıralyası su üstünde. Görünüşe göre çok olmamış batalı. Yazık olmuş! İçim acıyor…

   Bozcaada’nın saçak altından çıkınca biraz esmeye başlıyor. Değer mi acaba falan derken basıyorum yelkenleri. Ama çok ta baymamak lazım kayığı, biricik mürettebatımı uyandırmamalı.

   Birkaç saat daha geçip hatun uyanınca tam arma basıyorum yelkenleri bu defa. Hazır, hava da biraz daha koymuş üstüne. Makineyi de stop edip varıyoruz yelken seyrinin keyfine. İyi de bir rüzgar yakalamışız, sancak kontra geniş apazdan, mis gibi. Yelkenin tadı da bir başka oluyor canııım!

   Myrina’ya kadar bir daha motor çalıştırmadık. Varmaya yakın yunuslar karşıladı bizi, epeyce kalabalık bir karşılama komitesi ile, uzun uzun eşlik ettiler bize. Ne güzel yaratıklar şu yunuslar. Sadece görmek bile öyle mutlu ediyor ki insanı!

   Limana varınca yer bakıyoruz bağlanmak için, son bir-iki yer kalmış. Hemen kıçtan kara bağlanıyoruz. (39.874249°, 25.057987°) Saat 16:20 olmuş. Günlerden de pazar. Hemen karşımızda, tepesinde Yunan bayrağı ile “Port Authority” binası duruyor. Acaba hemen mi gitsek yoksa yarın sabah erkenden mi? Vizelerimiz de sadece 20’şer günlük. Şimdi gidersek bu gün de düşecek 20 günlük süreden.

   Kararsız da olsak giriyoruz kapıdan içeri. Üst kattaki kapalı kapı üstündeki notta “Eğer 15:30’dan sonra gelmişseniz zili çalın” yazıyor. Çalıyoruz biz de. Sadece nöbetçi kalmış iki genç memur var içerde. Neticede pazar akşamı, daha kaç kişi olacaktı ki? “Buyrun” diyor biri.

-   Biz giriş işlemleri için gelmiştik.
-   Nerden geliyorsunuz?
-   Türkiye’den.
-   Evraklarınızı alabilir miyim?
-   Buyrun.              

       Çekmeceden bir transit log çıkartıyor memur. Ne güzel diye iç çekiyorum o anda, Çanakkale’de asla bulunmayan evrak burada memurun çekmecesinde hazır, üstelik ücretsiz! Memur hemen başlıyor evrakları doldurmaya, yazmaya çizmeye. Biraz çekinerek de olsa soruyorum;
 
-   Şimdi siz bu evrakları dolduruyorsunuz ya!
-   Evet…
-   İşlemleri tamamlayınca bizim girişimiz bugün tarihli mi olacak?
-   Evet!
-   Ama bizim vizelerimiz çok kısa, sadece 20’şer günlük. Çok ta yer görmek istiyorduk. Bügün Pazar, saat de akşam olmuş artık. Acaba giriş tarihimizi yarın sabahtan itibaren başlatsanız olmaz mı?
-   Ama bugün gelmişsiniz, burası Yunanistan.
-   Evet geldik de, birkaç saat için bir koca günümüz yanmasa ne iyi olurdu.

        İki memur bir süre aralarında Yunaca konuşuyorlar. Sonra yazıp çizme işini yapan memur evraklarımızı bize uzatıyor; “Alın bunları gidin. Soran olursa saat gece yarısından sonra geldiniz bu limana. Beni de asla görmediniz.” diyor.  Sonra arkadaşını gösterip gülerek ekliyor “… onu gördünüz, beni değil!.”

   Sabah erkenden gelmek üzere gülerek ayrılıyoruz Port Authority’den. 
Önce üstümüzü değiştiriyoruz, sonra da ilk kez kayığımızla gelip ayak bastığımız bu yabancı memleketi keşfetmek için atıyoruz kendimizi Myrina sokaklarına.   

*

    Y. E.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #20 : Aralık 14, 2017, 05:55:22 »
Ahmet korsanim zevkle okuyorum takibe devam sagolun.
*

    A. Ü.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #21 : Aralık 14, 2017, 09:48:41 »
Ahmet korsanım takibe devam Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #22 : Aralık 16, 2017, 09:42:22 »
31 Temmuz 2017, Pazartesi

   Sabah erkenden Port Authority’nin kapısına dayandık. Bu sefer içerisi memur kaynıyor. Üniformaları ayırt etmek zor. Polis memuru da var içlerinde başka başka memurlar da.

   Bir memura derdimizi anlatıyoruz. “Yeni” geldik, giriş yapmak istiyoruz, deyince evraklarımız alıp hemen başlıyor çekmecesinden çıkarttığı Transit Log’u doldurmaya. Bize birkaç soru da soruyor doldururken, sonra “Tamam” diyor, “Kaydınızı aldım. Şimdi gidebilirsiniz. 2,5 saat sonra gelin.” Burdaki işimiz şimdilik bu kadarmış.
   
   Biz de, iletişim problemini halletmek için çarşıya gidelim madem diyoruz, birer Yunan sim kartı almak lazım. Adalarda Cosmote daha iyi çeker demişlerdi. Biz de çarşı meydanındaki Cosmote Shop’a giriyoruz hemen. Karşımıza çıkan ilk kıza anlatıyoruz derdimizi, ihtiyacımızı. Şükür, İngilizce burada da geçer akçe.

   Virginia bir yandan işlemlerimizi hallederken bir yandan da üniversiteyi Samos’ta okuduğundan, Kuşadası’ndan bahsediyor. “Bildiğin Türkçe kelime var mı hiç?” diye soruyorum, “imambayildi” diyor kocaman bir gülümsemeyle, bir de “sevda”…   

   Aldığımız her bir sim kart için,  kart bedeli 5 euro, 3 ay boyunca kullanılabilen 10 GB internet ve şebeke içi bilmem ne kadar dakika konuşma, bilmem ne kadar sms için de 10 euro, toplam 15’er euro ödüyoruz. Artık hava raporlarını almak, seyir bölgelerini incelemek, Türkiye’yi görüntülü aramak, eş-dostla mesajlaşmak, internette surf yapmak ve daha fazlası için harcamakla bitiremeyeceğimiz kadar internetimiz var. Yaşasın!

   Öğlen olmadan yine gidiyoruz giriş işlemlerimizin durumunu sormaya. Pasaportlarımız polis merkezine gidip dönmüş. İmzalar, mühürler tamam. Sıra Gümrükteymiş, hemen yandaki kapıda.  Giriyoruz. Transit Log doldurma burada da devam. Evrak kaydımızı alıyorlar bir de. 15 dakika da burada sürüyor işimiz. 4,5 Euro bir para ödüyoruz. Sonra tüm işlemler tamam. Artık resmen Yunan’dayız!
 
   Derin derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden?  Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan!  Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır ki bizim!

   Öğleden sonra sokaklarını, insanlarını keşfe çıkıyoruz Myrina’nın. Sabahki kalabalık bir anda yok olmuş ortadan. Siesta vakti! Sokaklar, binalar çok şirin. Denizi zaten Ege! Ama yeşil bakımından, ağaç bakımından garip kalmış biraz burası. Kıraç bir ada.
 
   Akşama doğru, beklenen hava esmeye başlıyor poyrazdan; 20 - 25… İçimizde kalmasın diye, havlularımızı kaptığımız gibi hemen merkezdeki plaja gidiyoruz yürüyerek. Yüzmek çok iyi geliyor. Bir de şu rüzgar olmasaydı. Resmen üşütüyor.

  Kayığa dönerken rüzgar da şiddetini arttırıyor iyiden iyiye. Uçuşan kum tanecikleri göz açtırmıyor insana. Havuzlukta oturmak ne mümkün! Mecburen içerde oturuyoruz biz de; kitap, kahve, muhabbet…
*

    E. O.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #23 : Aralık 16, 2017, 10:28:19 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

   Derin derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden?  Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan!  Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır ki bizim!


Ahmet korsanım, keyifle ve ilgiyle okuyorum. Süper, eline sağlık..

Çanakkale'de yaşadığın olumsuzlukları üzülerek ve kızgınlıkla okudum.
Ama bu konuda genelleme yapmak pek doğru değil, ben de yıllardır Ege de gezer dururum, defalarca giriş çıkış yaptım.
Türkiye'de yaşadığım kadar olumsuzluklarla Yunan'da da karşılaştım.
Yunan da karşılaştığım Güleryüz ve işbitiricilikle Türkiye'de de karşılaştım.

Sevgiler..
*

    A. E.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #24 : Aralık 17, 2017, 21:51:28 »
Devam sevgili Ahmet. Bekliyoruz arkası yarını. Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #25 : Aralık 17, 2017, 23:07:28 »
Tüm iyi dilekleriniz için bir kez daha teşekkürler herkese. Sağolun.
Sen istersin de ben yazmaz mıyım, Aziz abi  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #26 : Aralık 18, 2017, 09:38:58 »
1 Ağustos 2017, Salı

      Allah’ım, bu ne rüzgâr! Ne Myrina’yı gezebildik ne de başka bir şey… Bari plaja gidip yüzsek mi biraz? Denizin içinde olursak rüzgârdan da korunmuş oluruz hem. Yüzerken iyi de çıkınca rüzgâr şaka maka üşütüyor insanı. Uçuşan kum taneleri, kumsalda aynı anda sokan yüzlerce sivrisinek gücünde.
   
      Limanda da ciddi esiyor hava. Koltuklar, açmazlar, Allah ne verdiyse bağladım. Yine de, sağanaklarda öyle bir esiyor ki gözüm sürekli halatlarda, kayıkta.
   
      Havuzlukta otururken geçen bir Fransız kadın selam veriyor. Dört-beş tekne yanda bağlılarmış onlar da. “Hoş geldiniz.” Diyor, “Nerden geliyorsunuz? Nasıl geçti seyir?”  On saatlik çok keyifli ve yorucu bir yelken seyriyle Türkiye Çanakkale’den geliyoruz, diyoruz. “Böyle böyle büyüteceksiniz etaplarınızı, menzilinizi” diyor, “Bugün 10 saat, yarın yirmi saat, sonra durmaksızın iki-üç günlük seyirlerle…” 
   
      Hemen yanımızda kocaman bir katamaran bağlı. Hollanda bayraklı. İçinde yaşlıca bir karı-koca, 75 civarında varlar. Pek dost canlısı değiller. Daha teknelerinden çıktıklarını görmedik. Uçuşan kum taneciklerinden korunmak için cibinlik misali bir tülle çepeçevre kapattıkları geniş havuzluklarında zaman geçiriyorlar hep.

      Adam genelde bulmaca çözüyor, kadın çorap örüyor. “Acaba kocasının başına mı” deyip eğleniyoruz biz de. Adam kısa boylu, zayıf biri. Bu koskoca katamaranı tek başına nasıl abrıyor ki? Demek karısı da iyi denizci. Yoksa zor gerçekten. Hallerine bakılırsa emekli olduktan sonra kendilerine iki dönüm bir katamaran alıp sıcak denizlerde geçirmeye başlamışlar zamanlarını. Zaten, böyle bir tekne olunca eve de ihtiyaç yok. Arada torunlar da geliyorsa mis! Her girdikleri limanda birkaç hafta kalıyor gibiler. Zaman da gani nasılsa. Kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlar işte, kimseye bir zararları yok gibi. Ah, bir de teyzenin üstündeki, 20’liklere öykünürcesine giydiği cüretkârdan öte seksi bikini olmasa!  İnsanın gözlerini yakıyor biraz fazla bakınca…

      Havuzlukta otururken dikkatimi çekiyor. Teknelerin bağlandığı halatlar ne kadar da temiz! Birinin üstünde bile yosun olmaz mı? Beton iskeleyi inceliyorum bu defa, deniz seviyesini ve hemen aşağısını… Yok! Ne yosun, ne kekamoz! Bizim orda at halatı suya, bir hafta sonra yemyeşil yosun kaplanır. Burda ise sanki dün yapılmış, dün suya batırılmış bu beton iskele; tertemiz!

      Hem siestadan hem rüzgârdan, etraf gayet sakin bugün. Ne yapalım, biz de kendimizi kayığa hapsedip kitap sayfalarında kayboluyoruz. Olsun! Bu da ayrı bir keyif…           
   
      Akşam oluyor ama poyraz aynı poyraz.
*

    M. A.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #27 : Aralık 18, 2017, 12:13:38 »
Çok güzel bir yazı dizisi.. Elinize sağlık..

Biraz foto yok mu foto?  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #28 : Aralık 18, 2017, 17:51:30 »
Çok teşekkürler...
Blog'da (rotasanda.blogspot.com.tr) ekli bir kaç fotoğraf var aslında ama burda çok kalıcı olmuyor diye buraya eklemedim. 
*

    A. E.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #29 : Aralık 19, 2017, 17:05:21 »
Devam Ahmet Kardeşim. Keyifle okuyorum maceralarınızı. Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap