Fırtına Takvimi hep ilgimi çekmiştir. Mustafa Pultar'ın fırtına takvimlerine dair bir yazısından sonra daha da dikkat eder olmuştum. bugün de takvimimiz "kızıl erik fırtınası" na işaret ediyor
Resimleri görebilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol veya Giriş Yapaklıma yine bu yazı geldi ve paylaşayım dedim.
Bugün Fırtına Olur mu?Mustafa PultarGeçtiğimiz günlerden birinde Yakup Akkaya, internetteki “olta” iletişim listesine Zemheri fırtınası ile
ilgili bir ileti gönderdi. Meteoroloji sayfalarındaki fırtına bilgilerinin oldukça değişken olduğundan,
hepsinin farklı farklı yorum yapmasından söz ediyor, "Zemheri" fırtınası tarihinin kimi kaynaklarda 5
Ocak, kimisinde ise 8 Ocak olarak gözükmekte olduğundan yakınıyordu.
Ben de bu “fırtına takvimi” ya da cetveli konusuna zaten uzun zamandır şüphe ile bakmışımdır. Bir
zamanlar bu şüphemi kıymetli dostum Yusuf Civelekoğlu ile de tartışmış, onun da benzer biçimde
düşündüğünü öğrenmiştim. Ama son olarak Yakup beyin mesajı üzerine, şu konuyu biraz ayrıntıda
kurcalayım dedim. İşte, orayı burayı biraz deşince bulduklarımı arzediyorum efendim!
Önce “bu takvim nemenem bir takvimdir, ne derece tutarlıdır” sorusuna bakalım. Çeşitli
kaynaklardan Türkiye kıyıları için geçerli olduğu öne sürülen on yedi adet fırtına takvimi buldum. On
yedi tane de artık herhalde yeterlidir diye daha fazlasını aramadım; eğer arasam başkalarını da
bulacağımdan hiç şüphem yok. İncelediğim takvimlerin arasında Sadun Boro’nun Vira Demir adlı
rehberinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yıllık Ajandası’ndan aktardığı takvim, rahmetli Samim
Çağatay’ın “rahmetle andığı … seyri sefain (gemi seyri) hocası Ahmet Rasim beyin kitabından, Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’nın yıllık ajandasından ve eski takvimlerden elde edip toparladığı” takvim
(Yelken Dünyası 21, 1986), Ahmet Rasim Barkınay’ın Karadeniz Sevahili (1930) adlı rehberinde
yayımladığı “Karadeniz menâtıkı
cenûbîyesinde (güney bölgelerinde) vukua gelen fırtınaların
takvimlerde münderiç (içerilen) takrîbî eyyâmı
zuhûru (ortaya çıkma günleri)” başlıklı liste, Rod
Heikell’in Turkish Waters Pilot adlı rehberinde sözünü ettiği Kıptî fırtına takvimi, Rick ve Sheila Nelson
ile Doreen ve Archie Annan’ın Karadeniz rehberlerinde yer alan takvimler, MeydanLarousse
ansiklopedisindeki fırtına takvimi, Alman Argos yatçılık firmasının yayımladığı “Der Türkei Insider”
internet sayfasındaki takvim (ki bunun Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Enstitüsü ile Acem Naci
beyden kaynaklandığını söylüyorlar; ama ne SHOD’un bir takvimini ne de Acem Naci beyin kim
olduğunu bulabildim) ve başka birkaç takvim daha var.
Bu takvimleri günler itibarıyla yanyana dizip de inceleyince ortaya birkaç ilginç özellik çıktı. Bir kere,
yıl boyunca fırtınalı olarak geçeceği öne sürülen gün sayısı, bu takvimlerde 27 ile 116 arasında
değişiyor; diğer bir deyişle, takvimlerin arasında yılda kaç gün fırtına olabileceği hakkında bir
uyumluluk yok. Öte yandan, fırtınalar için belirtilmiş olan günler de birbirlerinden çok farklı.
Örneğin, Yakup beyin değindiği Zemheri fırtınası için, yalnızca onun söz ettiği 5 ve 8 Ocak günleri
değil, 4 Ocak’tan 10 Ocak’a kadar hemen hemen her gün fırtına görülebiliyor. Bir de Kasım ve Aralık
aylarında görülen Zemheri fırtınaları var ki, onları görmemiş olalım. Peki, bu takvimlerin birbirlerine
uyum gösterdikleri günler hiç yok mu? Tabii ki var. Onları da şöyle bir hesap yapıp belirledim: Söz
konusu onyedi takvimin en az yedi tanesinde hangi günler fırtınalı görünüyor diye araştırınca ortaya
68 gün çıktı. Kolaylık olsun diye bu 68 günden oluşan takvime “uyumlu fırtına takvimi” diyelim.
Takvimlerin hemen hepsinde şuna benzer ifadeleri görmek mümkün: “Kati gözüyle bakılmasa da, bir
iki gün arayla, pek çoğu doğru çıkar” (Sadun Boro). “Bu fırtınaların genellikle bir gün evvel veya bir
gün sonra çıktığına, fakat ekserî zamanlarda günü gününe vâki olduğuna şahit olduk” (Samim
Çağatay). “Söz konusu tarihten iki yöne sapma nadiren 48 saatten fazladır” (Rod Heikell). Diyelim ki
uyumlu fırtına takvimideki günler, önceye ya da sonraya, birer gün sarksın. O zaman yılın 365
gününün 165’ünde fırtına olma olasılığı ortaya çıkıyor. İki gün sarksın dersek, bu sayı 226’e çıkıyor.
360 günün 226’sında fırtına olma olasılığı biraz fazla değil mi?
Şimdi de biraz hafif olasılık hesabı yapalım. Takvimler içinde bir fırtınanın belirtilen günlerde
oluşması olasılığını bir tek Heikell yüzde altmış olarak veriyor; diğerleri “ekserî, çoğu zaman” gibi
sözlerin dışında bir olasılık veremiyor. Heikell’in dediğini ve artı eksi bir günü sapmasını da kabul
edersek, böylece takvime göre fırtına olabileceği söylenen herhangi bir günde gerçekten de fırtına
olmasının olasılığı beşte birdir. Ayrıca, iki fırtınanın, belirtilen süreler içinde oluşması olasılığı aşağı
yukarı üçte bir, altı fırtınanın ise doğru olarak kestirilebilmesi olasılığı ise yüzde beşin altındadır. Yani
fırtına takviminin herhangi altı fırtınayı, o artı eksi bir günlük süre sınırı içinde, doğru olarak tahmin
edebilmesi olasılığı, istitastikçilerin terimiyle “ihmal edilebilir” nicelikte, yani pratik olarak yok
mertebesindedir.
İnsanlara verilen isimler nasıl umutları (Dursun), huyları (Selim), doğum günlerini (Bayram) gösteren
kültürel göstergelerse, fırtına isimleri de acaba öyle midir diye baktığımızda, gerçekten de takvimlerde
görülen fırtınaların bazılarının isimlerinin, bunların neye bağlı olarak zamanlanmış olduğuna dair
ipuçları verdiğini görüyoruz. Örneğin Ülker fırtınaları. Ülker, bir yıldız kümesi; Arapça adı Süreyya,
Farsça ise Pervîn. Boğa burcunda yer alan ve 120 civarında yıldızdan oluşan Ülker, gözle bakıldığında
sanki tek bir yıldızmış gibi görünüyor. Bizim bulunduğumuz enlemlerde ancak kış aylarında
görülebiliyor. Ülker adını taşıyan fırtınalar da işte onun geceleri gökyüzünde görüldüğü dönemlerin
başı ve sonu. Fırtına takvimlerinde 28 Kasım ilâ 2 Aralık arasında görülen fırtına, Ülker’in sabah
güneş doğarken kuzeybatı ufkunda görülmeye başladığı döneme, 22 Mayıs ilâ 10 Haziran arasındaki
fırtına ise Ülkerin akşam güneş batarken kuzeydoğu ufkunda kaybolmaya başladığı döneme
rastgeliyor. Balık fırtınaları da (26 29 Ekim) aynı şekilde Balık burcunun güneş doğarken batı ufkunda
görünmesine bağlı. Kısacası, bu fırtınaların oluşacağı tarihler astronomik olaylara bağlanmış. Diğer
bazı fırtınaların da astronomik olaylara bağlanması özelliği, yaz gündönümü (1922 Haziran) ve kış
gündönümü (18 28 Aralık) fırtınalarında da açıkça görülüyor. Araştırmadım ama Kuğu (1618
Nisan),
Koç katımı (35 Ekim) ve Sittei sevir (Ar. = boğanın altı günü) (2227 Nisan) fırtınalarının da aynı
şekilde Kuğu takımyıldızı ile Koç ve Boğa burçların gökküredeki durumlarına göre belirlenmiş
olduğunu tahmin ediyorum.
İnsanın kaderinin, gök cisimlerinin hareketlerine bağlı olduğu inancı çok eski ve yaygın bir inanç;
bugün bile aklı başında sandığım birçok kişinin burç falına ve astrolojik tahminlere inandığını görünce
kendimi şaşırmaktan alıkoyamıyorum. Bu durumda, konu üstelik fırtına (Lat. fortuna = kader) olunca,
astrolojinin işin içine bulaşması hiç te şaşılacak birşey değil herhalde. Hattâ biraz kurcalarsanız,
astrologların astrometeoroloji diye bir hurâfe etrafında, yalnız bizim naçiz fırtına takvimini değil,
yeryüzünün tüm meteorolojik olaylarını yüzlerce, binlerce ışıkyılı ötede varolmuş ve bitmiş olaylara
bağlama çabası içinde olduğunu görürsünüz.
Gökten yere indiğimiz zaman, havanın soğuması ve ısınması ya da yağmur gibi olaylara bağlı olarak
adlandırılmış fırtınalar da görülüyor. Bu durumda insan, takvimlerdeki fırtına sözcüğü ile ne
kastedildiği hakkında şüpheye düşüyor. Bu sözcük, bugün bizim deniz terminolojisinde anladığımız
gibi 8 ya da üstü bofor kuvvetinde bir rüzgâr mıdır, yoksa günlük kullanımdaki olağan anlamıyla
soğuk, yağmur, kar getiren bir hava olayı mı? Örneğin, takvimlerde Kocakarı soğuğunun (Ar. Berdülacuz) (1118 Mart), Zemheri’nin (Ar. zemherir = kış gündönümünden Ocak sonuna kadar süren
soğuklar, karakış) (1819 Aralık, 511 Ocak), sırayla havanın, suyun, toprağın ısınmaya başladığı öne
sürülen cemrelerin (Ar. = ateş parçası) (20 ve 27 Şubat, 6 Mart) fırtına olarak gösterilmesi bu ikinci
anlamı aklına getiriyor insanın.
Bir de kuşlar var ki bu mübareklerin her geliş geçişinde fırtına kopuyor. Sanki iklimin değişmesine,
havaların gidişâtına göre değil de Türk Hava Yolları’nın uçuş tarifesine göre gidip geliyorlar.
Kırlangıçlar mı istersiniz, leylekler mi; çaylaklar, bıldırcınlar, turnalar mı? Bir tek kargası eksik!
Yıldızların, soğukların, kuşların arasına sıkışıp kalmış bir de Mısırlı bir aziz var: Aziz Antonios.
Hıristiyanlığın ilk keşişlerinden ve Kıptî kilisesinin azizlerinden. 17 Ocak 356 günü Kızıldeniz
yakınlarında kendi kuruduğu manastırda ölmüş; o gündür bu gündür 17 Ocak günü onu anmak için
yortu günü olarak kutlanıyor. Miladî takvime geçerken eski Rumî takvimin günlerine 13 gün
eklenince, 17 Ocak olmuş 30 Ocak. Eh, o yortu için de takvime bir fırtına koymadan olur mu? İşte,
Ayandon (Aya Andon) fırtınası (30 Ocak). Meryem Ana (1315 Ekim) ve Karakoncolos (1416 Ocak)
fırtınalarının da benzer biçimde tarihlendiğini sanıyorum ama bunlara ilişkin sağlam bir açıklama
oluşturamadım.
Fırtına takvimlerinde bir başka özellik daha dikkati çekiyor. Ahmet Rasim ile Rod Heikell’in
takvimleri dışındaki takvimler öngördükleri fırtınaların hangi denizimizde ve hangi bölgede yer
alacağını belirtmiyorlar; Karadeniz’de de olabilir, Akdeniz’de de. Halbuki şunu da biliyoruz ki bir
denizimizde fırtına koparken başka bir denizimizde; hattâ, örneğin, güney Ege açıklarında fırtına
varken Saros körfezinde, hava limanlık olabiliyor.
Gelelim rüzgârın yönüne! Hiç şüphesiz bunun bilinmesi de fırtınanın nerede olacağının bilinmesi
kadar önemli. Ama, takvimler bu bilgiyi de içermiyor, bir tek Heikell’in verdiği Kıptî takviminin
dışında. Bu durumda, diyelim ki, yukarıda günler ve tarihlerle ilgili olarak belirttiklerimi kulak arkası
edip, fırtına takvimlerine inandık. Ama şimdilik bir de, söz konusu günlerde, kıyılarımızın ve
denizlerimizin hepsinde birden, hangi yönden eseceği bilinemeyen fırtınalar beklememiz isteniyor.
Eh, bu kadarı artık fazla değil mi?
Yusuf beyle fırtına takvimi konusunu tartıştığımız zaman bana şunları sormuştu: “Bu takvimin
oluşturulması ile ilgili en ufak bilimsel veya bilimsele yakın bir gözlem/kayıt var mıdır? Bir kişi ya da
kurum hava durumunu istikrarla takip etmiş midir? Bu takip kayda alınmış mıdır?” Bu soruların
yanıtını bulabilmek için biraz araştırdım ama herhangi birşey bulabilmiş değilim. Eğer bu konuda
bilgisi olan varsa, söz konusu çalışmaları bana duyurmak lütfûnda bulunursa çok müteşekkir olurum.
Çünkü, yine Yusuf beyin sözleriyle, “eğer bu takvim belli bir gözlem ve bunun değerlendirilmesi
sonucu oluşmuş ise ve bu takvim gerçeklerle korelasyon gösteremiyor ise sonuç bir türlü. Ancak eğer
bir de ortada hiçbir tutanak yok ise, sonuç çok vahim ve yüz kızarmadan tekrar gören hurâfelerin
başında yer almaya namzet.”
Araştırdığım bir diğer konu ise, başka kültürlerde, özellikle de denizci olarak bildiğimiz kültürlerde
buna benzer takvimlerin olup olmadığı idi. O çabam da bir sonuç vermedi. Meteorolojik kaynaklarda
belirli bölgelerde rüzgârın yön ve hızının sıklık dağılımlarını gösteren şemalar, rüzgâr gülleri var.
Örneğin, Akdeniz, Ege ve Marmara denizleri ile ilgili olarak Lothar Kaufeld, Klaus Dittmer ve Rolf
Doberitz’in yazmış oldukları Mittelmeerwetter (Akdeniz’in Havası) (Bielefeld: Delius Klasing, 1995) adlı
eser, bu türden bilgileri içeren çok önemli bir kitaptır. Ama fırtına takvimi gibi bir şeye hiç
rastlamadım.
Mordoğan Belediyesi’nin takviminde şöyle bir uyarı var: “Yıllık fırtına takvimi, tamamen yılların
gözlemlerine dayanarak hazırlanmış, geleneksel diyebileceğimiz bir tahmin şeklidir. Hiç bir bilimsel
veriye dayanmamakta olup, önemli ve sorumluluk gerektiren hallerde bu takvime itibar edilmesinin
doğru olmayacağını hatırlatmak isteriz.” Benim gözümde de bu takvimlerin sağlam verilere
dayanmadığı, hatta meteorolojik olayların kaotik davranışı gözönüne alındığında, fırtınaların gün
temelinde bir takvim ile kestirilemeyeceği hususu hiç şüphe götürmemektedir.
Deniz sürekli olarak dikkat, basiret, önlem ve güvenilecek davranışlar gerektirir. Bundan dolayı da
edindikleri ve kullandıkları bilgiler açısından denizciler genelde tutucu olurlar. Çoğu kez bu
tutuculuk her tür akılcı kanıta rağmen içimize işlemiştir; eskilerden gelme inançların kaldırılıp
atılması öyle kolay değildir. Fırtına takvimlerine olan inancı da buna veriyorum. Ama, artık
meteorolojik tahminlerin eskilere göre daha sağlıklı olarak yapılabildiği ve yayımlandığı günümüzde,
denizcilikle ilgili envaî türlü yayında, bir sürü internet sitesinde bu takvimlerin hâlâ yayımlanmasına
devam ediliyor olması, sanki bunlar Allah kelâmıymış gibi, güvenilir bilgilermiş gibi bir imaj
yaratıyor. Bu oluşuma engel olmamız gerek; bilimsel olarak gösterilemeyen şeylerin denizcilik
kültürümüze yerleşmesi doğru değildir. Bu takvimlerin geçerli olduğu yönündeki inanç ve bunun
yayılmasına gösterilen çaba, basiretsiz bir davranışın sonucudur.
Fırtına takvimlerinin varlığına ve bunlara olan inanca, yola çıkanın arkasından su dökmek ya da
“Allah korusun!” niyetine tahtaya vurmak gibi, kültürümüzün güzel ve şık davranışlardan biri olarak
bakmak gerekir. Ama, o kadar! İş ciddiyete binince mutlaka güvenilir meteorolojik tahminlere itibar
etmeli, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün günde bir kaç kez VHF ile yayımlanan tahminlerini
dinlemeli, ya da internet sitesindeki (
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol veya Giriş Yap) üç günlük deniz tahminlerine bakmalıdır.
Atina Üniversitesi’nin atmosferik modelleme ve hava tahmin grubunun sitesi (forecast.uoa.gr) tüm
Akdeniz ve ayrıntıda da Amasra ilâ Antalya’dan geçen bir hattın batısında kalan bölgelerimizle ilgili
olarak çok ayrıntılı hava tahminleri yayımlamaktadır. Denizci toplumların arkasındaki altyapı ve
kültür birikiminin en güzel örneklerinden biridir bu site. Darısı Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün
başına!
Bunca lâftan sonra, hâlâ, sen bu fırtına takvimi işine ne diyorsun diye sorarsanız; “bugün fırtına olur
mu” sorusuna yanıt bulmak için, bir çingene falcıya ya da bir sosyete medyumuna gidip fal açtırmak;
onlar olmazsa, bu sıralarda ortada bol bol gezinen astrologlara fortuna’yı okutmak, fırtına takvimine
güvenmekten daha akıllıcadır derim. Yok, “ben yine de fırtına takvimine güveniyorum” derseniz, siz
en iyisi önce bir yatıra gidip çaput bağlayın sonra da mahallenin falcısına şöyle güzel bir kurşun
döktürün.