0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #45 : Ocak 25, 2018, 10:23:35 »
9 Ağustos 2017, Çarşamba

    Kahvaltıdan sonra çok oyalanmadan, Sanda’yı Limenaria limanında dinlenmeye bırakıp Picanto’muza atlıyoruz. Dip bucak gezilecek, her yeri keşfedilecek kocaman bir ada var önümüzde. Önce iç kesimlerden başlayalım deyip Kastro’ya doğru “direksiyon tutuyoruz”. 

    Kastro,  adanın iç kesimlerinde, yüksek tepelerde kurulmuş tarihi bir köy. Adayı çepeçevre dolanan asfalt yoldan ayrılan bir yola giriyoruz önce. Sonra içerilere doğru kıvrıla kıvrıla giden yol bizi Kastro’ya ulaştırana dek yemyeşil ormanların içinde kaybolup tertemiz havayı içimize çekiyoruz çekebildiğimiz kadar.

    Varınca şaşırıyoruz biraz; sadece 15-20 hane, bir de kilise var burada. Etrafta da kimsecikler yok. Evler çok eski, kesme taştan çatıları olan taş evler. Tarihi yapılara benziyorlar.  Acaba metruk bir köy mü burası? Ama bazı evlerin önünde bir iki araba var! Metruk olsa arabalar olmazdı!? Belki de yine siesta zamanı olduğundan kimsecikler yok etrafta! Taştan ev çok gördüm ama böyle taştan yapılmış çatıları, televizyon dahil, daha önce hiçbir yerde görmedim. Blok halinde bir başkalaşım kayayı almışlar,  bir- iki santim kalınlığında ince dilimlere ayırmışlar, o dilimleri de üst üste binen kiremitler gibi dizip çatı yapmışlar. Çok enteresan ve evladiyelik çatılar doğrusu!

    Kastro adanın zirvelerinden birinde kurulmuş. Dört bir tarafa göz alabildiğine açık ve yemyeşil manzara, ardında masmavi deniz ve ufuk çizgisinde Atos dağının silüeti ile buluşuyor.  Burada azıcık haneye rağmen nispeten kocaman bir kilise oluşu mantıklı geliyor düşününce. Acaba bu kiliseyi bu dağ başına bir nevi inziva yeri olsun, insanlardan uzak olsun diye mi yapmışlar? Kim bilir!…

    Kiliseyi bari gezelim, diyoruz. Kapısı kilitli! Kilisenin bahçesinde, az ileride bir küçük yapı daha var. Oranın kapısını deniyoruz. Kapı açılınca irkiliyoruz! İçerisi insan kemikleri ve iskelet parçalarıyla dolu!  Kemik yığınları, kafatasları… Bazıları, üzerlerinde büyütülmüş  vesikalık fotoğraflar olan sandıkların içine konmuş.

    Bu kadar “Kastro” yeter deyip biniyoruz arabamıza. Sonraki durağımız Maries. Burası da nispeten yükseklerde kurulmuş bir köy. Normal bir köye benziyor. Hele de Kastro’dan sonra!

    Şirin bir meydanı var mesela. Meydanda bir ulu çınar, altında köy kafeleri, taştan yapılmış bir köy çeşmesi, bir iki taverna, bir de “normal” kilise. Kilise yerine camiyi koysanız bizim herhangi bir köyümüz gibi yani. Hakkını vermeli; her yer çok bakımlı, temiz, düzenli. Kaldırım taşlarına varıncaya dek boyanmış, pırıl pırıl. Meydandaki ulu çınarın altında yaşlıca bir amca, koymuş iki kavanoz bal ile iki teneke zeytinyağını bir masanın üstüne, satıyor. Kendi imalatıymış! Ellerinde, gözlerinde emeğin izlerini görebiliyor insan.

    Maries’in sokakları çok dar ve yokuş. O kadar ki, bazı yerde kollarınızı açsanız iki taraftaki evlerin duvarlarına değer. Bazı sokaklarda bembeyaz merdivenler… Kilisesini de geziyoruz. Mavi-beyaz badanası, geniş bahçesinde çınarları ile hoş bir yapı.
Arabaya atlayıp haritamızı açıyoruz. Sırada Theologos var. Burdaki evlerin de çatıları hep taştan. Theologos adanın en eski yerleşim yeriymiş. Thasos, Osmanlı hakimiyetindeyken burası adanın başkentiymiş. Adı teoloji kökünden, ilahiyatçı anlamına geliyor. Gri taş çatılı güzel evleri, dar sokakları ile gezilmesi gereken bir yer. Adanın diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi burada da oğlak çevirme meşhur. Gezerken, fazla fotoğraf çekmekten bataryamın bitmeye yakın olduğunu fark ediyorum. Daha az fotoğraf çekip daha çok yaşamalı insan!

    Dağ köylerinden aşağı kıvrıla kıvrıla iniyoruz. Biz sıcaktan şikayet ederken yolda bir scooter, arkasında bikinisiyle püfür püfür bir kız! Hem de sahilden uzak bu dağ köyünde! Ne güzelmiş! Ama güvenlik önemli demiş, kaskını takmayı ihmal etmemiş!

    Sahil yolundan Panagia’ya doğru giderken Aliki Beach’te durup Dua-1 teknesine el sallıyoruz. Hulusi abiler de ailecek gelmişler Thasos’a. Biz karadan gezerken onlar da Aliki’ye demirlemişler. Son olarak onların fotoğrafını çekiyorum koyda demirli halde,  gönderemeden bitiyor pilim. Neyse ki Sare’nin pili var daha.     

    Panagia. Burası adanın şimdiye kadar gezdiğimiz en güzel köyü. Gezdikçe hoşumuza gidiyor. Sokaklarında kayboluyoruz uzun saatler. Dükkanları, restoranları bir başka güzel! Taze deniz mahsulleri yanında oğlak çevirme burada da revaçta. Dağlardan çıkan kaynak suyu sokak aralarında küçük şelaleler oluşturarak akıyor şırıl şırıl. Her köşe başında bir çeşme, mis gibi kaynak suyu. Mavi-beyaz badanalı, bakımlı ve küçük evleriyle çok fotojenik bir köy burası. Öyle olunca da turistler doldurmuş sokakları, kafeleri.

    Balkonunda asılı fuşya renkli su kabakları ile hoş bir görüntü oluşturmuş mavi-beyaz badanalı bir evin önünde fotoğraf çekilelim diyoruz. Yandaki evden bir amca çıkıp  yavaştan kadraja giriyor. Biraz bekleyelim, şimdi gider derken amca bana anlamadığım bir şeyler söylüyor. Acaba fotoğraf çekmemizden rahatsız mı oldu derken bir daha söylüyor amca… Benim yine anlamadığımı fark edince bu sefer daha yavaş ve tane tane fırçalıyor beni;  “Yoksam Türkçe bilmooorsun, nedir? Armut derim. Yer misin?”

    Türkçe konuştuğumuzu duyunca muhabbet etmek için çıkmış. Elinde birer tane armut, bize ikram ederken anlatıyor hikayesini. Zamanında dedesi göç etmiş Tekirdağ’dan buraya. İki gün içinde göçmek zorunda kalınca, varını yoğunu, bulduğuna satmış alelacele. Hepsini altına çevirip Tekirdağ’da bir yere gömmüş. Yerini işaretlediği haritayı da oğluna vermiş. Oğlu da kendi oğluna, yani bu amcaya vermiş. “Bir gün gelip alacağım altınlarımı” diyor amca. “Ama önce sular durulmalı Türkiye’de…”

    Son durak olarak adanın merkezi ve en büyük limanı olan Limenas’ı gözümüze kestiriyoruz. Zaten çok yakınız. Limenas biraz daha büyük, kent havasında bir yerleşim yeri. Herhalde merkez olduğundan, buradaki insanlar tatilciden çok yolcu gibiler. Adaya gelen turistlerin giriş noktası, liman kenti. Ama yakınlarda bir sürü plaj var yine de. Biri eski, biri yeni iki tane liman, feribot iskeleleri, otobüs durakları, seyahat acenteleri, pansiyonlar, sahilde tavernalar…

    Sokaklarını, caddelerini geziyoruz epeyce, keşfetmek için. Sonra nasılsa Sanda’yla da geleceğiz buraya deyip adayı batısından tam tur dönerek Limenaria’ya, kayığımıza dönüyoruz. Doğrusu bugün bayağı iyi gezdik. Rahmetli babaannemin dediği gibi; yorulmanın adını gezmek koymuşlar!

   
(Not: Fotoğraf ve videolar blogda)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


*

    Ö. A.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #46 : Ocak 25, 2018, 12:40:54 »
Amca altın bulmaya geldiğinde , gömülü yerde bir AVM veya konut blogu bulursa kafayı yiyecek sanırım.


*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #47 : Şubat 24, 2018, 20:46:09 »
 10 Ağustos 2017, Perşembe

    Dün amma da “gezmişiz”.  Sabah oldu ama yataktan kalkmak zor geliyor. Yine de  miskinlik hoş değil deyip kalkıyoruz. Liman içinde sabah sükûneti, altımızda küçücük balıklar…  Havuzlukta sabah kahvesini yudumlarken Hulusi abiden mesaj geliyor; Aliki’den çıkmışlar, hala Limeneria’daysak uğrayacaklarmış. Ne güzel haber! Dün biz onları görmeye gidemedik, bugün onlar geliyor.

    Bir müddet sonra Dua-1 teknesi liman ağzında görülüyor. Hemen koşup yer gösteriyorum, halatlarını alıyorum. Hulusi abi, eşi ve çocukları Sare’yle bizi teknelerinde misafir ediyorlar. Çok hoş bir muhabbet eşliğinde kendi bahçelerinden topladıkları erikleri ikram ediyorlar bize. Bu yabancı limanda dostlarla olmak ne güzel.

    Hulusi abiler adaya dün varıp Aliki’ye demirlemişler. Ama mürettebat Aliki koyundan çok memnun kalmamış, en çok da arılardan şikayetçilermiş. Rotaları yukarıya doğru, Kavala’ya. Ama sonra tekrar dönüp Thassos’u da gezmeyi planlıyorlarmış. Öyle olunca Thassos konusunda tüm taze bilgimizi paylaşıyoruz kendileriyle. Nerde ne var, nereler görülmeli, nerde yüzülmeli, nerde neler yenmeli…

    Dua-1’i yolcu edince Sanda’ya dönüp kahvaltı faslına geçiyoruz. Sonra da kayığı neta edip üç gündür bağlı olduğumuz Limenaria limanına veda ediyoruz. Ayrılmadan önce özellikle arayıp taramamıza rağmen bağlama ücreti isteyen kimseyi bulamıyoruz.

    Rotamız Aliki Beach. Mesafe 10 deniz mili. Adanın güney kıyı şeridini takip eden iki saatlik sakin bir makine seyrinin ardından saat dörde doğru Aliki Beach’e varıyoruz. Koyda bir iki tur atıp uygun yer baktıktan sonra demirimizi 10 metre suya funda ediyoruz. (40.604022°, 24.739299°)  Aslında demirlemek için daha sığ suları tercih ederiz ama burada mümkün değil. Adı üzerinde, “beach” olduğu için kıyı şeridi şamandıralarla çevrilmiş, daha sığ sular plajda yüzen insanlara ayrılmış.

    Su o kadar davetkâr, o kadar berrak ki insan denize atlamaya sabırsızlanıyor. Maskemi ve paletlerimi alıp hemen suya giriyorum. Önce demiri kontrol ediyorum, sonra da su altındaki güzelliklere dalıp gidiyorum. Su altı ne kadar harikulade, ne kadar apayrı bir dünya! Artık şu tüplü dalış işini bir an önce halletmek lazım.

    Havuzlukta kahvelerimizi yudumlarken Aliki Beach’i inceliyoruz. Burası Thassos’un en popüler plajı. Doğası gerçekten de çok güzel. Sırt sırta vermiş iki harika koy. Arkadaki koy, antik çağlarda doğal limanı ile Alyki Krallığı’nın merkeziymiş. Krallığın kalıntıları bugün hala mevcut. Öndeki koy ise plaj olarak kullanılıyor. Etraf çam ağaçlarıyla çevrili. Denizin rengi tek kelimeyle muhteşem. Kumsalı çok büyük ve geniş değil. Üstüne bir de popüler olunca haliyle biraz sıkışık. Hemen kıyıda birkaç kafe ve restoran kumsala şezlonglarını atmış, kiralıyor.

    Biz etrafı gözlemlerken, bu kalabalık plajda çıplak yüzecek kadar cüretkâr bir turistin de bizi gözlemlediğini fark ettik. Yanımıza kadar yüzünce de teknemizin dinlencesine buyur ettik. Gözleri parıl parıl parlayan bu Sırp veletle konuşmaya çalıştık ama İngilizcesi yokmuş. Çocuk olmak ne güzel!

    Akşam havuzlukta, üzerimizde milyonlarca yıldız, altımızdaki denizin huzur veren sesi, bambaşka bir keyfin içinde kayboluyoruz…

    Ertesi sabah yine aynı huzurun içinde uyanıyoruz. Bugünü Aliki’ye ayırdık. Kahvaltıdan sonra karaya çıkıp etrafı ve arka koydaki antik kenti gezelim istiyoruz. Ama acelemiz yok, tatildeyiz. Önce biraz yüzüyoruz altımızdaki cam gibi suda, sonra mükellef bir kahvaltı.

    O sırada koya giren bir yelkenli dikkatimizi çekiyor; Shiraz. Limenaria limanında da görmüştük bu tekneyi. 45 feet bir Hunter. Koyda bir tur atıp bizim biraz arkamıza demirliyorlar. Biraz sonra Shiraz’dan bir adam botla yanımıza gelip koyla, demir yeriyle ilgili sorular sorunca teknemize buyur ediyoruz. Kahve ikram edip demirle ilgili endişelerini giderdikten sonra birer paket Türk kahvesi ve Türk lokumu hediye edip uğurluyoruz. Memnun misafirimiz giderken bizi kendi teknelerine davet ediyor.

    Deniz ne kadar da berrak. Yeni aldığımız zıpkını bir denesem mi? Şnorkel, palet, ağırlık kemeri derken zıpkın elimde dalıyorum yine mavi güzelliğin içine. Uzun süre yüzmeme rağmen atış yapmaya değecek bir balık bulamıyorum. Olsun! Sadece su altını seyretmek bile çok keyifli zaten. O kadar ki burada saatlerce kalıp kendini kaybedebilir insan… Ah keşke bir-iki yıldızım, tüplü dalış malzemelerim olaydı. Tiryaki kaptana selam olsun!

    Sare’yle karaya çıkıyoruz, keşfetmek için. Sahilde birkaç küçük kafe, restoran, bir de market var. İnsanlar tatil keyfinde; kıyıda suyla oynayan çocuklar, kumsalda kitap okuyan insanlar, kafede sohbete dalmış gençler...  Hemen arkadaki koya da gidiyoruz antik kalıntılar ilgimizi çektiği için. Tahminimizden de büyük bir antik kentle karşılaşıyoruz. Epeyce de iyi korunmuş.

    Akşam yemeğinden sonra davete icabet gerek deyip gidiyoruz Shiraz’a. Çok güzel, çok geniş bir tekne. Amerikan Hunter’ın İngiltere’de yapılan ikizi Legend. Aynı Opel ile Wauxhall gibi yani. Adam İran asıllı İngiliz vatandaşı, karısı ise İngiliz. Çok konuşkan  insanlar ama adam daha sıcak kanlı, daha içten. Kadının üzerindeki bir miktar ve eğreti İngiliz asaleti, kocası kadar içten olmasına mani bir durum oluşturmuş gibi. İşlerini devredip emekli olunca bu tekneyi alıp yılın on ayını teknede geçirmeye başlamışlar. Sadece torunlarını özlediklerinde gidiyorlarmış Londra’ya. Akdeniz’i de baştan başa gezmişler ama Ege bir başkaymış! Ege’de, Türk sahilleri dahil, nerdeyse her koya, her limana girmişler ama doyamamışlar. İmrenerek dinliyoruz hikayelerini…

    Gece karanlığında yakamozları izleyerek Sanda’ya dönünce yine aynı şey oluyor. Sare şöyle bir etrafa bakınıp söylenmeye başlıyor; “Bizim tekne biraz küçük mü, ne?”  Büyük teknelere misafir olmanın yan etkileri geçene kadar katlanacağız artık…


(Not: Fotoğraflar blogda)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


*

    G. Ö.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #48 : Şubat 24, 2018, 21:25:29 »
Baktım günler geçiyor, yazılardan ses yok, noterden ihtarname yollayacaktım. Dua et, araya fuar nöbetlerimiz girdi. Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #49 : Şubat 24, 2018, 23:48:40 »
Arayı açtığımın farkındayım ama hep fuardan ötürü, ablacım  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #50 : Mart 13, 2018, 15:22:19 »
12 Ağustos 2017, Cumartesi

    Bu sabah gayet dinç, gayet dinlenmiş uyanıyoruz. Seyir değil de tatil modunda olunca ikinci kaptan da gayet memnun. Amacımız da gezmek değil mi zaten!...

    Sabah kahvesinin ardından haritaya bir göz atıyoruz. Thassos gerçekten çok güzel bir coğrafya. Kıyılarında irili ufaklı bir sürü koy ve elliden fazla plajı olan yemyeşil bir ada. Aliki Beach de çok güzel ama görülecek bir sürü yer var neticede. Ne yapsak? Kahvaltı için başka bir koya mı geçsek?

    Bir saatlik bir makine seyrinin ardından saat 09:05’te demirimizi Thassos’un bir başka güzel plajına, Paradise Beach’e funda ediyoruz (40.644954°, 24.769071°).  Burada da denizin rengi muhteşem bir turkuaz. Sahilden başlayıp yükselen yamaçlar, tâ tepeye kadar göz alabildiğine yemyeşil, çam. Altındaki deniz bu kadar berrak, bu kadar turkuaz olunca kendini suya atmak için kahvaltıyı bekleyemiyor insan.  “Heey! Ne duruyorsun be, at kendini denize.”  deyip atıyoruz biz de kendimizi…

    Uzun uzun tadını çıkartıyoruz bu kristal suların. Plajda da insanlar keyif yapıyor. Ama Aliki kadar kalabalık değil. Belki de koy o kadar küçük olmadığı için bize öyle gelmiştir. Kumsal da epeyce geniş burada. Sıra sıra şezlonglarda tatilciler… Bir iki tane bina görünüyor sadece. Köy gibi bir yer değil burası, sadece beach!

    Yüzmek acıktırıyor. Bu kadar deniz keyfi yeter deyip kayığa çıkıyoruz. Mükellef bir kahvaltı sofrası kurup oturunca şaire hak veriyoruz; “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı!”         

    Kahvaltıdan sonra havuzlukta Türk kahvesi eşliğinde kitap okumaya dalıyoruz. Bir ara kafamı kaldırıp içinde bulunduğum ortama bakıyorum; mis gibi bir havada, mis gibi bir koyda, mis gibi kayığımızın gölgeliğinde, yanımda mis gibi hatunum, altımızda mis gibi bir deniz… “Bazen durup gülleri koklamalı” dedikleri anlardan birindeyim işte! Her şey ne kadar da güzel!  Kıymetini bilmeli… 

    Bir süre sonra gözümüz yine denize kayıyor. Düşünmeden atlıyoruz biz de… Bu sefer daha uzun kalıyoruz suda. Keyfini çıkartıyoruz iyice. Dalıp dalıp çıkıyoruz, uzun uzun yüzüyoruz… Dalmakla başı çok hoş olmayan Sare’ye uygulamalı olarak anlatıyorum şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diye. Önünde, dalıp çıkaracak bir hedef olsun diye az önce kahve içtiğimiz fincanları atıyorum suya. Berrak suda, döne döne dibe, 4 metre aşağı inişlerini izliyoruz. Birkaç deneme sonra fincanlara ulaşamayan Sare, “Olmuyor işte, batamıyorum ben!” diye pes edince aklıma ağırlık kemeri kullanmak geliyor. Güzelce beline takıyorum kemeri kurşun ağırlıklarla. Bu sefer de panik oluyor benimki, “Ya batar da çıkamazsam” diye. Yanındayım işte, telaş edecek bir şey yok diye dil döküyorum bir sürü ama nafile. Öyle olunca da fincanları çıkartmak yine benim ellerimden öpüyor, mecbur.     

    Burası yüzmek için iyi hoş ama gece kalmak için çok keyifli olmayabilir. Poyraza, gün doğusuna alabildiğine açık.  Birkaç mil kuzeyde, nispeten daha elverişli görünen bir yeri gözümüze kestiriyoruz gecelemek için. Doğuya bakan, büyük ve yayvan bir “C” gibi, bir parantez gibi uzanan genişçe bir kumsalın oluşturduğu bir koy düşünün. Bu parantezin alt köşesinde Chrisi Akti, üst köşesinde de Chrisi Ammoudia diye, aralarında 1,3 deniz mili mesafe olan iki kasaba… Eğer birinde rahat edemezsek diğerine geçeriz.

    Demiri toplayıp makineye yol veriyoruz. Yolumuz 5 deniz mili. Şimdiye dek yüzlerce mil boyunca peşimizden rapala çekmiş olmamıza rağmen hiç balık yakalayamamış olsak da kısmetimiz belki buradadır deyip rapalamızı teknenin kıçından suya bırakıyoruz. Bir saat sonra, 16:45’te Chrisi Akti’ye, yine balık yakalayamadan varıyoruz.  Küçük bir balıkçı barınağı var, ama içerde hiç yelkenli yok! Biz de girmiyoruz. Mendireğin hemen önüne demirliyoruz. (40.709629°, 24.763389°) 

    Demirleme tamam olunca hazırlanıp botumuza atlıyoruz, kalabalığa karışmak, kasabayı keşfetmek için. Akşam oldu, olacak. Balıkçı barınağının hemen önündeki küçücük beton iskeleye yanaşıp botumuzu bağlıyoruz. Bir iki adam iskeleden oltalarını atmış şanslarını deniyorlar. Bir iki genç kız, herkesten uzak bir noktaya sürükledikleri şezlonglarında, güneşlenmelerinin son demlerinde kitaplarına dalmış gitmişler. İskelenin başında, iki katlı çok güzel bir taş binada bir resim sergisi geziyoruz. Sonra, barınağın yanından geçip, meydandan başlayarak sahil boyunca uzanan ve yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlayan “piyasa” caddesine dahil oluyoruz. Burası da Thassos’un diğer sahil kasabaları gibi; deniz kenarında tavernalar, lokantalar, kafeler, sağlı sollu hediyelik eşya dükkanları, marketler, bal-zeytin mağazaları…   

    Güzel bir restoranda balık yiyip kendimize geldikten sonra devam ediyoruz piyasa caddesini arşınlamaya. İnsanlar burada da güler yüzlü, sıcak, gailesiz. Kalabalığa karışmak, yürüyüş yapmak o kadar iyi geliyor ki, yürüye yürüye Chrisi Ammoudia’ya vardığımızı fark ediyoruz akşam geceye dönerken…       
     


(Not: Fotoğraflar blogda)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #51 : Mart 24, 2018, 22:41:39 »
 13 Ağustos 2017, Pazar

    Hava çok esmese de, rüzgara açık bir koyda geceleyince solugan rahatsız ediyor. Özellikle de ikinci kaptanı… Hal böyle olunca, biz de “Tebdili mekanda ferahlık vardır” deyip topluyoruz demirimizi Chrisi Akti’den, kahvaltı bile etmeden. İstikamet gündoğusuna kapalı Vathi Beach, mesafe 4,5 deniz mili.

    Bir saatlik makine seyri ardından çıpamızı Vathi Beach’in zümrüt yeşili sularına bıraktığımızda saat 11:50 olmuş bile.  ( 40.745045°, 24.767172° )  Demiri kontrol etmek için dalıyorum; tutmuş ama gece rahat uyunacak kadar değil. Koy küçük olduğundan demir tazelemek de manasız. Hava şimdilik sakin nasılsa…

    Zamanı geldi deyip kahvaltı soframızı kuruyoruz havuzluğa. Açık havada da ne yeniyor! Arılarla paylaşıyoruz kahvaltı keyfimizi, mecbur! Ne de olsa biz yolcuyuz bu adada, onlar hancı.

    Kahvaltıdan sonra altımızdaki zümrüt suların tadını çıkartmaya başlıyoruz uzun uzun. Yüzmek ne iyi geliyor! Keşif turu atmak için karaya çıkıyoruz yüzerek. Adına Vathi Beach demişler ama aslında ne bir plaj, ne bir işletme, ne bir tesis var burada. Yemyeşil çam ağaçları ile çevrili küçük bir kumsal sadece. Kumsalın ardında da, eskiden küçük bir otel veya bir pansiyon olan terk edilmiş iki katlı bir bina. Koyda bizden başka 3-5 tekne daha demirde. Zaten başka da almaz. Kumsalda havlusunu sermiş 3-5 kişi. Tam kafa dinlenecek yer; doğanın koynunda sükunet…

    Bir iki tur teknesi geliyor yüzme molası için, bir iki de kiralık yelkenli. Bilmeyenin gelmediği bir yer gibi burası. Zaten karayolu da yok buraya kadar gelen. Son birkaç yüz metreyi yürümeyi göze alırsanız, toprak bir yol var sadece belli bir yere kadar inen. Belki de ondan bu kadar doğal kalmış, kim bilir? Tekneye dönerken, bu sefer de yüzerek keşfe çıkıyoruz tüm koyu. Zümrüt yeşili suların keyfini sürüyoruz…

    Yüzmekten yorulunca havuzlukta kitap-kahve keyfine başlıyoruz bu defa. Ne tuhaf! Koca kış okuduğu kitaptan çok daha fazlasını okuyor insan şu kısacık seyir boyunca. Gerçekten hayat gailesi mi acaba bunun sebebi, yoksa zamanım yok diye kendimizi mi kandırıyoruz?   

    Birkaç saat sonra, bu sefer botla çıkıyoruz karaya. Sahilden başlıyoruz yürümeye, keşfetmeye. İyot kokusu çam kokusuna dönerken ormanın derinliklerinde kayboluyoruz. Etraf mis gibi çam. Ağaçların arasından koyun manzarası kartpostal gibi, harika! Birkaç fotoğraf çekmek şart oldu. Ne güzel bir coğrafya burası...

    Akşama doğru herkes birer birer gidiyor, bir tek biz kalıyoruz. Şu hava durumuna bir daha bakmalı bu gece durumlar nasıl diye. Gece biraz sertleyecek gibi ama sabaha kadar gün doğusu gösteriyor. Herkes gittiğine göre çapariz verecek kimse de yok. Demiri tazeleyip gece burada kalsak olur gibi.

    Ama öyle olmuyor! 2-3 knot gündoğusu esen rüzgar havanın kararmasına 25 dakika kala bir anda yıldız-karayele drise edip 20-25 knotlara çıkınca Sanda’nın kıçını tehlikeli şekilde karaya yaklaştırıyor. Koy yıldıza alabildiğine açık! Demir tazelemekle uğraşacağımıza ani bir kararla demiri toplayıp 5 dakikada kendimizi koydan dışarı atıyoruz. Hemen kaçış rotalarımıza bir göz atıyorum; Thassos ana liman, Limenas, 4,5 mil. Hava kararıyor. Yolumuz en az bir saat. Normalde, bilmediğimiz denizlerde gece seyri yapmamayı, bilmediğimiz limanlara gece girmemeyi tercih ediyoruz ama…

    Haritayı tekrar tekrar, dikkatle inceliyorum. Yolumuzun üzerinde bir koy daha var aslında. Karayele kapalı Makriammos. Bu havada, daha önce hiç girmediğimiz ana limana girmekten daha iyi bir fikir olabilir! Nasılsa yolumuzun üstü, geçerken bir bakar değerlendiririz diye Makriammos’a dümen tutuyoruz. Vardığımızda, karanlıkta bir tur atıp değerlendiriyoruz; demirde kalmak için yeterince geniş bir koy, derinlikler de müsait. Haritadan anlaşıldığına göre dip tamamen kum. En uygun yere, 4 metreye dikkatlice demirleyip güzelce seriyoruz zincirimizi. Demirimiz tornistan testinden de geçince geceyi burada geçirmeye karar veriyoruz. ( 40.769796°, 24.727579° )

    Gece yarısına kadar gözüm sürekli bir demirde, bir rüzgar göstergesinde, bir hava durumunda. Neyse ki rüzgar gittikçe hafifleyip karayelden günbatısına drise etmeye başladı da gece demir nöbetine gerek kalmadan rahat uyuduk. Sallantı mı? E biraz sallantı oldu tabii…


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. E.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #52 : Mart 25, 2018, 18:02:07 »
Çok güzel Ahmet. Hele bu kapalı, yağışlı kış günü çok iyi geldi. Darısı bünyende hepimizin başına. Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #53 : Mart 25, 2018, 18:21:55 »
Tez zamanda işallah, abi  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    M. Ç.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #54 : Mart 26, 2018, 00:40:04 »
İyi geliyor yazılarınız, hem de çok iyi...Viya böyle Ahmet Korsanım.
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #55 : Mart 30, 2018, 07:47:45 »
14 Ağustos 2017, Pazartesi

    Dün geceyi iyi atlattık! Evet, gece biraz sallandık ama tavşan uykusu da olsa en azından güvenli bir şekilde uyuduk. Artık bu gece bari sallanmadan rahat rahat uyuyalım da “gemide isyan” çıkmasın diye, haritayı ve hava durumunu inceliyorum sabah kahvemi yudumlarken. En iyisi bu geceyi adanın ana limanı olan Limenas’ta geçirmek. Hem kaç gündür koyları geziyoruz, biraz da kalabalığa karışmalı, değil mi?

    Birazdan Sare kalkınca Limenas diyorum, ana liman diyorum, keyfi yerine geliyor. Ama önce, bu güzel günün tadını çıkartmak için Thassos’un en meşhur plajlarından biri olan Marble Beach’i bir görmeli, değil mi! Ne de olsa sadece 1,6 deniz mili geride…

    Kahvaltıyı erteleyip demiri topluyoruz. İstikamet Marble Beach. Mesafe çok olmayınca bir çırpıda varıp saat 10:40’ta demirimizi Marble Beach’in turkuvaz sularına funda ediyoruz. (40.750636°, 24.749080°)

    Ufacık, yemyeşil bir vadinin denizle birleştiği küçük bir kumsal düşünün. Şimdi de o kumsalın, kum yerine minicik mermer tanelerinden oluştuğunu düşünün. İşte size Marble Beach! Bizim tahminimiz, hemen yakındaki mermer ocaklarından çıkan ıskarta mermer parçacıklarını bu koya dökmüşler, deniz de yıllar içinde dalgalarıyla bu mermerleri ufalayıp irili ufaklı kum taneleri şekline sokmuş. Masmavi denizin dibinde bembeyaz mermer kumları olunca da ortaya harikulade, seyirlik bir plaj çıkmış. Gerçekten çok güzel!

    Burası ufak olmasına rağmen, popüler olmasının hakkını verircesine kalabalık bir plaj. Plajın başında geniş, ahşap bir kayıktan bozma birkaç masalık bir kafe, hemen arkasında da kocaman ve dopdolu bir otopark. Kafeden yayılan, adadaki turistlerin milliyetlerine göre seçilmiş müzik tüm plajı inletiyor. Arada Tarkan ve Aleyna Tilki de yankılanıyor plajda. Biz de havuzlukta kendimizi müziğin ritmine kaptırıyoruz. Plajın tadını çıkartmaya geldik ne de olsa!

    Sonra balıklama atlıyoruz bu harikulade suya. Biraz yüzüp kıyıya çıkıyoruz. Mermer kumsalda havlular, şezlonglar neredeyse dip dibe. İnsanlar fotoğraf çektirme yarışında. Haksız da sayılmazlar. Daha önce belki de hiç görmedikleri değişik bir plaj burası. Öyle olunca biz de kısmen dahil oluyoruz bu yarışa.

    Acıktığımızı fark edince kayığa dönüp kahvaltı soframızı kuruyoruz. Arılar yine davetsizce ortak oluyorlar kahvaltı keyfimize. Olsunlar tabii, olsunlar da bize de rahat verseler arada! En sonunda olan oluyor ve Sare’yi ayak parmağından sokuyorlar. Şişmesin diye hemen sokulan yerin üzerine sarımsak dilimleri yerleştiriyoruz. İşe yarıyor!         

    Kriz atlatılınca kendimizi yine turkuvaz sulara atıp yüzüyoruz, yüzüyoruz… Plajda müzikle birlikte tempo da hiç düşmüyor. Defalarca çalan Tarkan ile kendimizi Çeşme’de, Bodrum’da bir plajda hissediyoruz ara ara. İyice tadını çıkartıyoruz bu güzel plajın.

    Tekrar sahile çıkıp insanlara karışıyoruz. Burada da Balkanların her yerinden turist var; Yunan, Bulgar, Sırp, Arnavut, Romen ve tabii ki Türk… Hareketli ve kalabalık olduğundan mıdır bilinmez, genelde gençlerin tercihi olmuş burası. Ama orijinal ve güzel bir plaj gerçekten. Thassos’a gelmişseniz Marble Beach’i de görmelisiniz!

    Akşama doğru demiri toplayıp motora yol veriyoruz. Thasssos’un ana limanı Limenas’a doğru dümen tutuyoruz. Mefase 3,8 deniz mili. Bir saat bile sürmeyen sakin bir seyrin ardından 18:30’da ana limanda dıştaki mendireğe sancaktan aborda oluyoruz. (40.781207°, 24.707069°)
   
    Bu gece rahat bir uyku uyuyacağız kısmetse…

(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    E. Ç.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #56 : Mart 30, 2018, 12:26:31 »
Ahmet korsan , yazınızı yeni fark ettim ve bir solukta okudum.

Gelibolu'da alargada kısa süreliğine mola veren bendim. Aslında sizin tekneye bir çay içmeye gelecektik ama , hava tekneden ayrılmaya müsade etmeyecek kadar sertti. Bizde bir çorba içip yola devam etmiştik.

Bu arada Çanakkale'ye kesinlikle seçmece gümrükçüleri gönderiyorlar galiba. 2016 yılındaki gümrükçü de çok kaprisli ve aksi idi , 2017 deki gümrükçü ise sizinle aynı sorunları bana da yaşattı.

Neyse başka bir zaman başka bir koyda yine denk gelirsek çaylar benden  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    H. A.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #57 : Mart 31, 2018, 00:13:58 »
Ahmet korsanım bende yazılarınızı yeni farkettim ve büyük keyif alarak okudum. Kaleminiz kuvvetli, güzel yazıyorsunuz , tebrikler. Gezdiğiniz yerleri 2015 senesinde gezmiştik, şimdi anılarımızı canlandırdınız, makbule geçti, teşekkürler.
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #58 : Nisan 03, 2018, 14:59:18 »
Çok teşekkürler Hakkı abi. Elimden geldiğince birşeyler yazmaya çalışıyorum... Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Arsima tabii... Nasıl da unuttum  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bir dahakine çaylar, çorbalar benden Ersin korsan. Yeter ki dökmeden içebileceğimiz bir hava olsun  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    A. I.

Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
« Yanıtla #59 : Nisan 10, 2018, 07:39:18 »
15 Ağustos 2017, Salı

    Geceyi korunaklı bir limanda geçirmenin konforuyla uyanıyoruz bu sabah. Limanın içi oldukça sakin ve tenha. Şöyle bir etrafıma bakıyorum da sabah kahvemi yudumlarken, epeyce geniş bir liman Limenas. Mendireğin uzak ucunda tanıdık bir yelkenli dikkatimi çekiyor, Shiraz. Önce Limanaria’da sonra da Aliki’de birlikteydik Shiraz’la. Burada da rastlaşacakmışız demek ki.

    Hızlıca bir kahvaltı sonrası hazırlanıp çıkıyoruz. Sanda’yı burada dinlenmeye bırakıp mendireğin hemen dışındaki iskeleden kalkan bir feribota atıyoruz kendimizi. Yolculuk Kavala’ya… Neden feribotla? Bir iki gecedir alargada sallanmaktan rahatsız olan ikinci kaptanı bir de Kavala’ya kadar yormamak için. Ayrıca Kavala buradan 17 deniz mili; Feribotla 1,5 saat Sanda’yla 3,5.

    Saat 10:00 gibi Kavala’dayız. Sokaklar bomboş! Bu saatte siesta da olmaz!? Boş sokaklarda keşif turuna çıkıyoruz önce. Büyükçe bir meydanda bir turist danışma bürosu görünce dalıp “Turistiz biz, danışmaya geldik” diyoruz. Kibar bir bey ilgileniyor bizimle. Şehrin en tarihi, en turistik yerlerini harita üzerine işaretleyip veriyor. Ayrıca sokakların neden bu kadar boş olduğunu da anlatıyor. Meğer bugün, Meryem Ana’nın ruhunun göğe yükseldiği günün yıldönümü olduğundan tüm Yunanistan’da bayram olarak kutlanan bir gün, ayrıca resmi tatil imiş.

    Elimizde harita olunca bilinçli bir şekilde gezmeye başlıyoruz şehri. Tarihi mekânlar deyince tabii ki en başta şehrin kalesi geliyor. Biz de kaleye doğru yürümeye başlıyoruz. Yolumuzun üstüne çıkan bir kiliseyi de ıskalamıyoruz; Saint Nicolas Kilisesi. 1530’da Pargalı İbrahim Paşa adına Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. 1926 yılına kadar İbrahim Paşa Camii adı altında hizmet veren yapı sonra kiliseye çevrilerek Saint Nicolas Kilisesi adıyla kullanılmaya başlanmış. Kavala 1387 ile 1912 yılları arasında Osmanlı toprağı imiş. Öyle olunca da birçok eser kalmış Osmanlıdan…

    Şehrin hâkim tepesine çıkan dar sokaklarda buram buram tarih soluyarak çıkıyoruz kaleye doğru. Sağlı sollu butik pastanelerden taşan sıcak Kavala kurabiyesi kokusuna kayıtsız kalmak ne mümkün! Tadına bakmadan geçmiyoruz biz de. Tırmanılacak yokuş kalmayınca kale de karşımıza çıkıyor. Giriş 5 euro. Bizans döneminde yapılmış kale Osmanlılar tarafından restore edilerek kullanılmış yüzyıllarca. Kaleden tüm şehri görmek mümkün. Hele en yüksek burcuna çıktınız mı, şehrin başladığı yerden tutun da, yüzyıllar boyu şehre su taşımış muhteşem su kemerlerinden ufuktaki Thassos adasına kadar her şey ayaklarınızın altında.   

    Kaleden aşağı inerken şehrin simge yapılarından birine daha rastlıyoruz; İmaret. Bu yapı Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından, doğduğu şehre bir vefa borcu olarak yaptırılmış. Yıllarca aşevi ve medrese olarak hizmet etmiş olan yapı sonradan Mısırlı bir iş adamı tarafından satın alınıp lüks bir otel haline getirilmiş.

    İmaret’ten biraz ilerde ise, Mehmet Ali Paşa’nın evi, yemyeşil ve bakımlı bir meydanı büyük ve tarihi bir kilise ile paylaşıyor. Paşanın evinin önünde, kendisini at sırtında kılıcını kınına sokarken tasvir eden bir heykeli bulunuyor. Aslen Kavalalı olan paşa, uzun yıllar Mısır valisi olarak görev yaptığından, kılıcını çekmiş savaşa giderken tasvir edilmiş bir başka heykeli de Mısır’da bulunmaktaymış.   

    Tarihi yerleri gezerken dönüş feribotunu kaçırmayalım diye iskeleye uğrayıp sefer tarifesini kontrol ediyoruz. Dönüş feribotu Limenas’a değil Ormos Prinou’ya gidiyor. Ordan Limenas’a 15 km’lik bir yolumuz var. Otobüs varsa ne âlâ, yoksa bir taksiye atlayacağız. Dönüş için daha epeyce vaktimiz varmış.

    Sahil boyundan yürümeye başlıyoruz, biraz da doğal güzelliklerini görelim Kavala’nın diye. Kafeler, restoranlar birkaçı hariç hep kapalı. Birine girip güzel bir yemek yiyip biraz da dinleniyoruz. Malum ya; yorulmanın adını gezmek koymuşlar. Sonra yine, altını üstüne getirene dek arşınlamaya başlıyoruz Kavala sokaklarını, caddelerini. Gezmenin hakkını veriyoruz… 

    Vakit gelince dönüş için feribota biniyoruz. Arabalı feribotta bizim gibi yaya yolcular da var, arabasıyla olan da. Günün yorgunluğu Sare’yi feribot koltuğunda yakalamışken, bir yandan denizi bir yandan insanları seyrediyorum. Hemen arkamda konuşulan Türkçe dikkatimi çekiyor. İki çocuklu bir aile Thassos hakkında konuşuyor. Acaba nerelerini gezmeli, nerelerini görmeli, nerde kalmalı, nerde yüzmeli… İstemeden kulak misafiri olunca dönüp muhabbetlerine dahil oluyorum. Thassos’u biliyor olmam çok ilgilerini çekince elimdeki harita üzerinden adayı tanıtıyorum kendilerine. Birazdan Sare de uyanıp ortak oluyor ayrıntılı Thassos brifingime! Akıllarına ne gelirse soruyorlar, cevaplıyoruz taze bilgilerimizle. Gönüllü turizm elçileri gibiyiz! İnsanlara faydalı olmak ne güzel…

    Feribot yanaşırken arabalarına buyur ediyorlar bizi. Ne kadar teşekkür de etsek “Zaten biz de oraya gidiyoruz” deyip bizi limana bırakmakta ısrar ediyorlar. Onbeş dakika sonra, limanda bizi bekleyen Sanda’dayız…

(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap