0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #60 : Ekim 15, 2019, 10:44:47 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bende okuyordum Bilgisayarda yazdığınız zamanlar...
Bu yeni bulduğunuz yöntemde maalesef yarım sayfa dahi okuyamadım..
Yazınız da güzel okunaklı diyemeyeceğim..(Yanlış anlaşılmasın Benimkide berbat)
Diyebilse idim Scan edin Texte çeviren programlar var iki saniyede çevirirdi
Ama sizin yazınız ile çalışır mı bilemedim

Olanaklar ölçüsünde uygun yolu bulmaya çalışıyorum. Elektrik üreten güneş panellerinden en az birini İstanbul'a gittiğimde (ne zaman bilmiyorum) alıp dönüşte Ebabil'e monte etmeyi umuyorum. Anlayışınız ve geri bildiriminiz için teşekkür ederim.


*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #61 : Ekim 15, 2019, 10:45:52 »
İyi günler,

Alman koyu - Turgutreis Seyriyle ilgili kısa videolar aşağıdaki oynatma listesinden izlenebilir.



*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #62 : Ekim 16, 2019, 10:28:38 »

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #63 : Ekim 16, 2019, 10:29:21 »

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #64 : Ekim 16, 2019, 10:30:30 »

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #65 : Ekim 16, 2019, 10:31:05 »

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #66 : Ekim 16, 2019, 10:44:44 »

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    E. S.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #67 : Ekim 16, 2019, 11:26:26 »

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    M. K.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #68 : Ekim 17, 2019, 12:28:22 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap



Nereden başlayacağımı bir türlü bilemedim. Yeniden yazı yazmaya nasıl başlayabilirdim? En iyisi sondan başlayıp yazının gidişatını görmek.

Bugün Bodrum Turgutreis’te dördüncü günüm. Deniz daha doğrusu rüzgar geçit vermiyor. Bu nedenle en uzun konaklamalardan birisini burada yapıyorum. Şu anda Ebabil’in bulunduğu nokta D-Marin Turgutreisin girişinde halka açık batılı rüzgarlara ise kapalı bir alan. Ebabil burada demirli. Üstündeki çadırla birlikte rıhtımda yürüyüş yapanların epey ilgisini çekiyor. Buraya Gülümser Korsanın önerisi ile demirledim. İyi ki öyle yapmışım.

Buraya güneyli rüzgarların desteğiyle kuş uçuşu yaklaşık yirmi deniz mili seyirden sonra vardık. Bir parantez açmak istiyorum. Enerji kaynağı eksikliği yüzünden yazılarımı bir sure için elektronik ortamda değil, deftere kaydetme kararı aldım.

Nerede kaldık? Turgurtreise varışımız… demirlediğimin ilk gecesi biraz zor geçti. Ilk saatlerinde içeri doğru girmeyen dalgalar içeri girmeye başladı. Buna rüzgarın zaman zaman içinde yattığım çadırın parçalanacağına dair korkunun artmasını ekleyelim. Soluğu pruvada aldım. Daha fazla zincir döşedim. Böylece demirin tarama olasılığı azalacak, Ebabil kıyıya uzanmayacaktı.

Bu şekilde sabahı bulduk. Sabah az da olsa yağan yağmur, rüzgarı dindirdi, havayı rahatlattı. Iyi geçmeyen bir gecenin ardından kendime bir konaklama izni verdim. Iyi mi yaptım yoksa kötümü bilmiyorum. Çünkü seyir yaparak değerlendirmediğim 3 günü bugünlerde Turgutreise çakılarak ödüyordum. Bir yandan da kişisel depomda o gün enerji kalmadığı için ilerlemeyi sürdürmek riskli olabilirdi. Anlaşılan o ki, direncimi artırmak için ek çalışmalar yapmalıyım.

 

Zaten iletişim halinde olduğumuz Deniz Akaltan’a mesaj gönderdim. Bir sonraki gün için sözleştik.

Bundan sonra kıyıya çıkıp biraz erzak tedarik etmeliydim. Bunun için hazırlanmaya başladım. Küçük sırt çantamı, büyük sırt çantamı, içinde değerli eşyalarımın olduğu plastic kavanozu, ayakkabılarımı ve şu anda hatıtlayamadığım bir kaç eşyamı su geçirmez çantaya sığdırdım. Çantayı suya bıraktım, yüzüyor. Öyleyse sorun yok. Ayaklarımda deniz botlarım suya atladım.
Çantayı sol koltukaltımla kavrayıp ayaklarımın ve sağ elimin yardımıyla yüzerek kıyıya çıktım. Yüzerken denizin dip yapısının kumluk olduğunu fark ettim.  Keza daha kıyı da öyle.  Demek Ebabil kıyıya savrulsaymış bir zarar görmeyecekmiş. Sevindim.

Kıyıya çıkınca bir soyunma kabinin olduğunu görünce hiç zaman kaybetmedim. Su geçirmez çantayı boşalttıktan sonra bütün eşyalarımı büyük sırt çantasının içine yerleştirip sırtıma çektim.  Artık bir kara adamı daha doğrusu bir kara gezgini sayılabilirdim.

Rıhtıma çıktığımda gözüme ilk çarpan...  oldu.
Rıhtımın bitiminde başlayan...  Taştan zeminli bu yaya yürüyüş yolu onun yanında bisiklet yolu, bu yolu motorlu taşıt yolundan ayıran bitki ve ağaçlar, nihayet gidiş gelişli motorlu araç yolu. Güzel bir düzenleme...

Rıhtımda Akyarlar yönüne doğru yüz metre kadar yürüdükten sonra Bulvarın karşısına geçip erzak temini için süpermarkete girdim. Dört adet beş litrelik içme suyu çeşitli bisküvitlerden ikişer üçer adet satın aldıktan sonra sahile götürdüm. Yüzerek kanoya çıktım. Kanoyu sahile getirdim. Eşyaları ve erzakları yükleyip alargaya çekildim. Bir süre uyuduktan sonra çadırın içindeki sıcaklıktan dolayı uyandım. Çadırdan çıkıp şöyle bir etrafıma bakındım.

Alt yapısı benim açımdan oldukça iyi bir yer Turgutreis. Emniyetli bir demirleme yeri. Hemen orada bir süpermarket...

Kısa bir süre sonra çevreyi tanımak için karaya çıktım. Bulvardan geçen bir minibüse Yalıkavağa nasıl gidebileceğimi sorup marina yönüne doğru yürümeye başladım. Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra alt tarafta bir tuvalet keşfedip içeri girdim. Temiz ve kullanışlı...

Oradan çıkıp yürümeyi sürdürdüm. Beş dakika sonra bir esnafa otogarın yerini sordum. On dakikalık bir yürüyüş daha yapıp otogara ulaştım.  Dolmuşlar akşam saat dokuza kadar saatte bir saat başlarında hareket ediyormuş.

... Ulaşım turumuzu da tamamamladım derken gözüme duş alabileceğim bir yer çarpıyor. Dışarıdan pek davetkar görünmüyor. Aynı gün içinde kanoya gidip geldikten sonra orada banyo yaptım.  Temiz bir banyo değil ama yapacak birşey yok.  Yıkanmam lazım.

Denizci olmak için bir çok niteliğe sahip olmak gerekli. Bu nitelikletden belki de biri " uyumlu olmak,  çözüm üretmek "...

Banyomu yapıp sakal tıraşımı da olduktan sonra aynada kendime bakıyorum.  Kendi kendime " Biraz insana benzedin " deyip keyifleniyorum.

Banyodan çıkınca hemen orada bir esnaf lokantası bulup sıcak yemek ihtiyacımı da gideriyorum. Yemekten sonra kendimi bir arkadaşımın deyişiyle " mükemmelden biraz daha iyi " hissediyorum.

Temizim, lokum gibiyim.

İlk günü çevreyi ihtiyacım kadar tanıyacak şekilde geçirdikten sonra Ebabile dönüp günü sonlandırdım.

İkinci gün öğlenden sonra sözleştiğimiz gibi Yalıkavağa gidip Deniz Akaltan'ı ziyaret ettim. Nazik sohbeti, keyifli içten arkadaşımızla gerçek hayatta da tanışmaktan onur duydum.  Ebabili bir rüzgar atarsa görüşmek dileğiyle vedalaştık.
*

    M. K.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #69 : Ekim 17, 2019, 12:30:50 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap



Bir sonraki gün yine Ebabilde uyanınca kıyıya çıkmak istediğimde artık yüzmeden ıslanmadan çıkmaya karar verdim.  Bu amaçla çocuk botunu üfleyerek şişirdim. Şişirirken nefes alıp verme esnasında bayılacak hale gelmemiş olmak beni sevindirdi.  Demek ki bu alandaki kapasite ve direncim artmış.


Çocuk botuyla sahile çıkıp kuru bir şekilde karaya çıkmak günün başarılı noktasıydı. Durup biraz düşürünce kendimi motive etmek için küçük başarıları günlük yaşantımın içinde ne kadar önemsediğimi, birçok şey için başarı hikayesi yaratmaya çalıştığımı ve bunun bana iyi geldiğini fark ettim.

Teknik anlamda pek benzemese de zihinsel anlamda küçük bir dünya turu yapıyorum diye düşünüyorum. Bu iyi geliyor.  Hiç prova yapmamaktansa bu şekilde bir ilerleyiş pek küçümsenmemeli diye düşünüyorum.

Ah pardon! Üçüncü günle ilgili önemli bir noktayı atlamışım. Hatıralarım birbirine karışmaya başladı.  Dökümantasyonu biran önce bitirmem gerekiyor. Yoksa anılarım uçup gidecek.

Üçüncü gün aslında Ebabil'le yol kat etmek maksadıyla demir alarak başladı.  kürekle önce marina mendireğini geçtim. Sonra bir o kadar daha yol kat ettim. Fakat tersten esen bir rüzgar başladı. Kıyıya yönelip yeni bir yerde demir atsam diye düşünsem de eski demir yerine dönmek daha mantıklı geldi.  Ne de olsa aşina olduğum bir yer.  Eski demir yerimde günü sonlandırırken telefon şarj durumunun kritik seviyeye yaklaştığını fark ettim.  O gün nedense çekingenliğim üstümdeydi. Karada kaynak aramaya çalışmadım. Her zaman başını ağrıttığım sevgili Gülümser'i de aramak istemedim. Aklıma ROTA 660 Hakan Hilmi Kavaklıoğlu geldi. Ona telefon edip durumu açıkladım. Bir süre sonra sevgili Hakan'ın telefon ettiği grup başkanı Halil de telefon edip beni arkadaşı Uysal Abiye yönlendirdi. Uysal Abi de akşam karanlığında gelip boş olan seyahat şarj bataryamı alıp gitti.

Dördüncü gün Uysal Abi, başkan Halil akşam üzeri geldiler. Akşam bir vakitte Uysal Abinin arkadaşı İsmail de aramıza katıldı.  Kurdukları güzel bir sofrada yenildi içildi sohbet edildi.

Buradan Hakan, Halil, Uysal Abi ve İsmail nezdinde Rota 660 camiasına selam olsun.
*

    M. K.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #70 : Ekim 17, 2019, 12:32:18 »
Enes Save'nin Bodrum  Günlüğü Devamı...

Bugün beşinci gün 11 Ekim 2019. Sabah aniden tuvalet ihtiyacı ile uyandım.  Alelacele karaya çıkıp marina girişinin yüz- yüz elli metre ilerisindeki tuvalete zor yetiştim. Ama kapı kilitli! Ne yapsam diye düşünürken gözüme karşıdaki başka bir süpermarketin yanındaki kafe ilişti.  Hemen gidip durumu açıkladım. Neyse ki tuvaletleri varmış.  Tuvalet çıkışında ıspanaklı börek ve çay siparişi verip kendimi ödüllendirildim. İyi başlamayan günü düzeltmem gerekiyordu. Kahvaltıdan sonra keyfim iyice yerine gelmiş olmalı ki yaşadıklarımı anılarımı kaleme almaya başladım.

Bir süre böyle devam etti.  İkinci çayı içtikten sonra kalkıp kanoya gideyim diye düşündüm.  Sahile vardığımda bir akşam önce selamlaştığımız Ömür beni  sahilde balıklı kahvaltıya davet etti. Kanoya uğrayıp bir kaç parça eşya aldıktan sonra geri döndüğümde balıklı kahvaltı hazırdı bile.  Ömür balığın usulünü şöyle tarif etti. Yiyeceğimiz balık ıskarta balık yani ticari değeri olmayan ağlardan çıkan lapin benzeri pullu bir balık. Balık hiç ayıklanmıyor. (boklu kalıyor)  Isınan tavaya biraz tuz serpilip balığın kendi yağıyla pişmesi sağlanıyor.  Piştikten sonra balığın önce üst dikenleri sonrasında pullu derisi alınıp eti ortaya çıkarılıyor.  Etin üstüne zeytinyağı limon ve tuzdan oluşan bir karışım serpiştirilip afiyetle yeniliyor.  Elinize sağlık Ömür arkadaşım.

Günümüz devam ediyor.  Turgutreise nasıl geldik onun anılarını yazayım. Pabuç Koyunun yanındaki koyda bir gece geçirdim.  Koyun adının Alman Koyu olduğunu şimdilerde "Sea Garden" olarak anıldığını sonradan Rota 660 başkanı Halilden öğrendim.

Demirlediğim yer Pabuç Koyundan Alman Koyuna geçerken Alman Koyu girişindeydi. Burnun yaklaşık on kulaç iç tarafı.  Çıpayı attığım dip yapısı kayalık. Emniyet halatı ile kanoyu kıçtan karaya bağlayıp ikinci emniyet almak için kullandım. Önce dümen palasını yerine takarak güne başlıyorum.  Sonrasında emniyet halatını toplayıp kıç tarafta kanoya yaklaşıp çıkıyorum.  Bu prosedürü izlerken herhangi bir dalganın çıkmamış olması bir şans. Çıksaydı kano kıçtan kayaların üstüne oturabilirdi. Kanoda bağlı emniyet halatını çözdükten sonra kanoya selametle geçip bu sefer mizana yelkenimi fora ediyorum. Ardindan demir alıyorum.  Demir alırken iki zinciri birleştiren halatın dipteki kaya yapısı tarafından hırpalanmadığını görmek sevindirici. Demir aldıktan sonra kıça geçip gerekli manevrayı yani sancağa doğru yaklaşık yüz seksen derece dönüşü gerçekleştirmek üzere küreği ve dümeni kullanıyorum.  Sonrasında yelken sancak kontrada seyre koyuluyorum. O günkü rota Bodrum Merkez. Hava tahmini doğru çıkarsa iyi ve rahat bir seyir bizi bekliyor.

Pabuç Koyunun burnuna gelince rüzgar kesilse de o kısa bölümü kürek çekerek atlayıp yine yelken seyrine geçiyorum.  Rüzgar kesilince kürek seyri başlıyor.

Bu esnada kıçtan 3-4 teknelik bir Rota Neta filotillası yaklaşıp geçiyor. Balık avındalar sırtı çekiyorlar. İçlerinden biri selam veriyor.  Karşılık veriyorum.  Meğer filotillada Halil Başkan da varmış. Kara Adayı iskele bordaya yakın bir hizada gördüğümde rüzgarın hızı azıcık daha artıyor. Kara Adanın güneyine yönelip doğrudan Akyarlara mı rota tutsam?  Rüzgar istediğim şekilde devam etmezse diye düşünerek bu düşünceden sıyrılıyorum. Anakaradan ayrılma!

Anın tadını arttırmalı. El kamerasını çıkarıp video kaydı yapmaya koyuluyorum.
 
Usul usul devam eden rüzgar cesaretimi arttırıyor. Bodruma uğramadan Ortakente geçmeye çalışayım diyorum.  Kara Adanın kuzey ucuna dümen tutmaya başlıyorum.

Adanın kuzey ucuna ulaşınca o günkü tatminsiz ruh halim beni rahat bırakmıyor.  Pruvayı Akyarlara çeviriyorum. Tabi bunu niye adanın güneyindeyken yapmadığım, yolu uzattığım konusunda kendimi sorgulamadan geçemiyorum. Adanın ucunda azalan rüzgarla kürek yelken seyrine geçiyorum. Adadan neta olunca rüzgar artıyor Ebabil hızlanıyor. Her ne kadar Ebabilin koşullarında alabora olma tehlikesi olmasa da trapeze çıkıyorum.  Tehlike yok. Çünkü küçük gövde rüzgar altında ve rüzgar büyük olan gövdeyi kaldırabilecek derecede kuvvetli esmiyor.

Trapez derken kastettiğim kelimenin tam anlamıyla değil. Ayağa kalkıp mizana direğine gittikten sonra ayakta mizanaya tutunup bedenimin ağırlığını büyük gövdenin iskele tarafının dışına yani rüzgarın geldiği yöne doğru veriyorum. Bir taraftan da kıç tarafta suda yüzen emniyet halatını gözlüyorum.  Suya düşersem ona tutunmalıyım.

Dümen mi? Dümen tutmuyorum. Çünkü Ebabil nereye doğru gitmesi gerektiğini biliyor.  Benden daha kararlı.

Trapez keyfi uzun sürmüyor. Rüzgar hafifliyor. Öyle ki, kürek yelken seyre devam ediyorum.

İte kaka birkaç saat sonra Akyarların çıkışına ulaşıyorum. Tam pruvada  TCSGK SAGET-27 bot var.

Ona yaklaşırken çapariz vermemek için emniyet halatımı sudan toplayıp roda ediyorum.  Sonrasında gidip bayrağı gönderin yarısına kadar indirip botu selamlıyorum. Yaklaşıp rotamı belirtmemi istiyorlar. Bilgilendirmenin sonuna doğru asıl rotanın İstanbul olduğunu o günkü rotanın Gümüşlük olduğunu söyleyince hafiften şaşırsalar da selamet dileyip ayrılıyorlar.
Sahil güvenlik botundan ayrıldıktan sonra rüzgar artıyor. Ebabil uçmaya başlıyor.

Turgutreise yaklaşırken rotayı gözden geçiriyorum. Gün batmadan Gümüşlükte olabilirim ama daha fazla zorlamıyorum. Turgutreis marinanın dışına doğru batılı rüzgara kapalı bölgeye varıp o günkü keyfi tadında bırakıyorum.

Demirledikten bir süre sonra aslında çok yorulduğumu fark ediyorum.
*

    M. K.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #71 : Ekim 17, 2019, 12:33:30 »

ORAK ADASI - ALMAN KOYU

Orak Adasına sert hava nedeniyle sığınmış olan ticari gulet ve tirhandiller sabah birer birer halatlarını çözüp ayrıldılar. Bu öylece koltuk halatlarının arasına sıkışıp kalmış olan Ebabil özgürlüğüne kavuştu. Bunun üzerine çocuk botuna binip karaya çıktım. Önce kayaların üstünde ilerleyip sancak baş omuzluk yönüne doğru giden baş halatını çözüp kayalara takılıp kalmaması için Ebabile doğru fırlattım. Sonra çocuk botunu bıraktığım yere kıçtan karaya bağladığım halatı çözüp halatın ucu elimde çocuk botuna binerek kanoya doğru gittim. Ebabile çıktıktan sonra çocuk botunu ve halatları güverteye aldım. Ve artık özgürüz!

Kürek çekerek koyun dışına doğru ilerlerken sabah yüzmek için kalkmış olan Ecco Navigo guletinin misafirleri ile günaydınlaştık.

Guleti geçtikten sonra pruvayı iskele baş omuzluk tarafına çevirip koy çıkışındaki buruna doğru ilerledim. Oraya vardığımda dışarıdaki rüzgarın Ebabilin gidiş yönüne ters estiğini görünce Orak Adasından ayrılma planım suya düştü. Koyun içine geri dönüp demirlemek istemedim. Bir sonraki gün koydan çıkmak için aynı yolu gitmek zorunda olma fikri hiç de cazip değildi.

Bazen sıradışı durumlar sıradışı çözümler gerektirir. Ebabili uygun şekilde konumlandırıp çıpayı karaya, kayaların arasına doğru fırlattım. Durumun sabit olduğu kanısına varınca çapanın zincirine bosa kancasını takıp Ebabili pruva tarafından sabitlemiş oldum. Sonrasında kıç tarafa gidip emniyet halatını elime aldım, karaya çıktım, bir kayaya bağladım. Böylece kıç taraf da sabitlendi. Ebabile geri dönüp bir bölümü hafif hafif kayaya uzanan iskele bordasına can yeleğini yerleştirip kaya ile borda arasında tampon olmasını sağladım. Dışarda koydan uzakta olan seyir halindeki teknelerin dalgaları bizim tarafa pek ulaşmadığından Ebabilin bu nedenle kayalara doğru savrulup vurma olasılığı bana pek azmış gibi göründü. Kanoya çıktım, burnun diğer tarafına doğru yürümeye başladım. Diğer tarafta internet bağlantısının yeterince güçlü olduğunu görüp hava tahmin raporlarına baktım. Bu sırada rüzgar kesildi. Bunun üzerine acele etmeden hızlı bir şekilde (!) Ebabile geri dönüp hemen avara oldum.

Kürekle burnu geçince yelkeni açtım. Bir süre sonra cılız bir rüzgar tersten esmeye başladı. Denedim baktim bu rüzgar düzeyinde Ebabil kürekle -yelken orsa gidiyor. Devam!

Bu şekilde Pabuç Koyunun sancak tarafındaki burna ulaştım. Tramola atıp ilerlemeyi sürdürdüm. Ancak bir süre sonra artan rüzgar orsa seyrini bozdu. Bunun üzerine dönüp yandaki Alman Koyunun girişindeki burunda demirlemeye karar verdim.
Kısa bir süre yelkenle seyir yaptıktan sonra burna yaklaşınca yelkeni mayna edip toparladım. Çünkü gereğinden yüksek bir süratle gidip burnu kaçırmak istemiyordum.
Kano yavaş yavaş burna doğru sürükleniyordu. Ebabilin kıç tarafı kıyıya yakın olduğu için emniyet halatını kullanarak öncelikle kıç taraftan kanoya sabitlenecek daha sonra baş taraftan da demir atacaktım.

Ebabili kürekle yönlendirmeye çalışsam bile burnu kaçıracağımı fark ettim. Çünkü kapalı bile olsa yelken ve çadırın tuttuğu güç benim kürek gücüne baskın geliyordu. bedenimi pruvaya doğru çevirip normal seyahat formunu aldım. Dümen palasını iskeleye çevirdim. Sonra var gücümle sancak tarafından başladım kürek çekmeye.  Pruvayı burna doğru çevirip dümeni ayarladım ve devam ettim.

Burundan olabildiğince içeri girmeliydim
 Bas küreği BAS!! İçeri girince pruvaya geçtim. Demir attım. Sonra terlemeye başladım. ÇIPA KAYALIK ZEMİNE TUTUNDU Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Tabii şimdilik. Hemen uca yöneldim. Kıçtan emniyet halatını alıp denize atladım. İtina ile karaya çıkacağım düzgün bir yer aradım. Kıyıdaki sivri kayalarda yaralanmamalıydım. Son bir gayret ve kayaların üstünde diz çökmüş oturuyorum.

O an çözülmüşüm. Başladım ağlamaya. Bu satırı yazarken yine gözlerim yaşardı. Kısa süren bu krizden sonra bir kayaya bağlayıp Ebabile geri dönüp dinlenmeye çekildim.

Akşamüstü yakındaki Galatasaray flamalı SANA ketch arma yatından gemicisiyle bana getirilen erzak fiziksel ve ruhsal olarak yenilenmeme yardım etti. Sağolsunlar.


*

    M. K.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #72 : Ekim 17, 2019, 12:34:32 »
KİSSE KOYU - ORAK ADASI

Kisse Koyunda sert güneyli rüzgarların geçmesini beklerken Hüseyin Kaptan bu koyun korunaklı olmadığını Orak Adasına gidersem daha rahat edebileceğimi söyledi. Bunun üzerine hava durumu tahminlerine yeniden baktım. Bir sonraki gün için Orak Adasına kolayına rüzgar veriyordu. Ne yapsam diye düşünürken toparlanmaya başlamıştım bile. Hava tahmini tutar mıydı? Ya tutmazsa?

Akşam olup da hava karardıktan sonra demir alıp yelkenimi açtım kolayına esen hafif rüzgarla birlikte seyre koyuldum. Orak Adası kuş uçuşu kabaca üç deniz mili uzakta.

Burnu dönüp pruvayı sancağa doğru yaklaşık doksan derece çevirdikten sonra rüzgar kesildi.  Ben de küreğe asılarak seyrimi sürdürdüm. Anakaraya yakın bir şekilde seyrederken geçtiğim vadiler de zaman zaman zorlansam da vadilere  bağlı olarak yaptığım bu küçük koy geçişlerinin koyun içine doğru girip sonrasında çıkınca yapıldığında yani yolu uzattığımda genelde daha rahat yol aldığımı gözlemledim.  Koya girerken var olan tersine hafif rüzgarı kürek yelken birlikte orsa seyri için kendi lehime kullanmayı pek ala becerebiliyorum. Koydan çıkarken ise rüzgar kolayına estiğinden pek bir sorun kalmıyordu.  bu şekilde küçük bir kaç koy geçtikten sonra rüzgar hep kolayına esmeye başladı.  Bu da Ebabilin Orak Adasına rahatça geçmesini sağladı.

Demiri yanlışlıkla epey derine atsam da tuttu. Yelkeni mayna edip rahatça sardım.  Çadırımın içine geçip uykuya daldım.

Sabah olduğu zaman kalktım. Kendime daha iyi bir demir yeri bulmak için demir aldım.  Koyun kıyıya yakın kısmında filikadan bozma bir tekne,  onun önünde de büyükçe bir gezi teknesi kıçtan kara bağlanıp demir atmışlar.  Nedense alargada kalacakmışım gibi garip garip dolanmaya başladım.

Koyun ortaya yakın kısmında kıyıya yakın bir şekilde duran balıkçı teknesinin reisi ile selamlaştık. Halimi hemen kavrayan reis, bana kıçtan kara olup durmam gerektiğini, gün içinde gezi teknelerinin geleceğini ve ona göre konumlanmam gerektiğini nazikçe ifade edip yer gösterdi. Ben de ona uydum.

Önce Mustafa Reis, Tayfun isimli teknesi ile geldi. Selamlaştık. Ebabilin daha sağlam durması için dipteki çıpayı alıp yine dipten daha uzak bir derinliğe götürdü. Yani demirin kaloması daha çok, daha uygun hale geldi.

Sonrasında Bilgin Kaptan Temel Reis 3'üyle Tayfunun yanına geldi.  Onu da flaş 5, Erol Amca ve bir kaç tekne daha geldi.



Gün içinde alargaya eski bir dost geldi.  2017 yılındaki seyahatimde tanıştığım sevgili Mesut Tezel Xantos ııı adlı teknesiyle alargada demirledi. Beni fark edince sevinçle selamlaştık.  Bir yardıma ihtiyacım olup olmadığını sorduktan sonraki bir başka konuşmamızda Bilgin Kaptanla konuştuğunu, kendisi ayrıldıktan sonra Bilgin Kaptanın benimle ilgileneceğini söyledi.

Orada kaldığımız üç gün boyunca Tayfun, Temel Reis3 ve Erol Amca teknelerinin kaptanları bize (Ebabil ve Bana) çok yardım ettiler. Belki dikkat çekmiştir, seyir anılarımda etkileşime geçtiğim denizcileri atlamadan yazmaya çalışıyorum. Çünkü onlar bu anılarda önemli bir yere sahipler. Onlar olmasa denizde geçen günler yavan olurdu.

Kötü havayı beklerken çadırın üstüne tentesini kurup hava sonrası yağacak yağmura karşı önlem almış oldum. Çadırı bu yılın ilkbaharında Güllük Körfezinde deniz kayağımla gezerken yağmurlu ortamlarda da kullanıp su sızdırmazlığını görmek, içimin rahat olmasını sağladı.

Bu arada bulunduğum yerdeki hava durumunu gözlemleme olanağı buldum.  İki gün boyunca rüzgar neredeyse sürekli bir şekilde Bodrum'a doğru esti. "Ahh! Gece seyriyle buraya gelmeyip de sabahı beklesem şimdi Bodrumda belki de Turgutreis civarında pekala olabilirdim. Hem hava tahmini de öyle gösteriyordu."  diye kendi kendime hayıflansam da aynı hava biraz erken gelseydi Kisse Koyunda dalgalara karşı dayak yiyerek çok zorlu zamanlar geçirebilirdim diye kendimi teselli ederken Mustafa Kaptanın rüzgarın Bodrum'a gitmek için uygun olduğunu söylemesi omuzlarımın bir süre düşük kalmasına neden oldu.

Üçüncü gece hava kötüledi. Sanki başıma geleceğinden haberdarmışım gibi kıç tarafa yakın tutamaklardan birine ek halat hazırlamıştım. Kıçtaki halat...  kaldığı takdirde onu kullanacaktım. Üstelik bununla kalmamış deniz botlarım ayaklarımda olduğu halde uzanmıştım.

Gecenin bir yarısında kıç halatındaki esnek halat çözülmüş. Zaten uyanık olduğum için hemen kafa lambamı yaktım. Üstümdeki tişörtü çıkarıp denize girdim.  Önce alesta tuttuğum halatı karaya götürüp bağladım. Sonra kıçta kullandığım asıl halatı karadaki yerinden çözüp bir ucunu kanonun kıçına diğer ucunu az önce bağladığım halatın karadaki yerine bağlayıp kıçtaki halat adedini ikiye çıkardım.  İlerleyen saatlerde başka bir sorun yaşanmadı.

MAZI - KİSSE KOYU

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalktım.  Kıç tarafta bağlı olan ve denizin dibindeki kayanın çevresinden dolaşıp geri gelen yüzen halatın bir bağını çözdüm. Pruvaya gidip demiri aldım. Kıç tarafa geri gelince çözmüş olduğum yüzer halatın kayadan kurtulmuş olduğunu görmek güne iyi bir başlangıç oldu. Böylece kıçtaki bu halatı dipteki kayalardan kurtarmak için uğraşmama gerek kalmadı.

Kürek çekerek ilerlemeye başladım.  Bu yaklaşık bir buçuk saat böyle sürdü.  Sonrasında başlayan hafif ve kolayına rüzgar,  beni Kisse Koyunun önüne kadar götürdü.  Yelkeni mayna edip halatla sardım. Seyrin son kısmını kürekle yaptım. Koya ağır ağır yaklaşırken demirleyeceğim yeri kestirmek için dikkatle denizi incelemeye koyuldum. Koyun iskele tarafından yaklaşırken SEA GARDEN kaptanının beni izlediğini fark ettim. Uzaktan bakınca koyun iskele tarafında bir sığlık gözüme çarptı.  Bunun üzerine bu sığlık ile Sea Garden guletinin arasına demirlemeye karar verdim.  Pruvaya geçip demir atmak için doğru zamanı kollamaya başladım. Kaptan seslenerek yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu.  Nazikçe gerekmediğini ifade ettim. Ama içimden bir ses kibirli davrandığımı, yardım istemem gerektiğini söyledi. Aldırmadan devam ettim.
*

    M. K.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #73 : Ekim 17, 2019, 12:37:38 »

Bu arada ters bir rüzgarın çıkıp guletle çarpıştırmamasını umdum. Gerçi rüzgar arttığı anda fırtına demirini suya koy verip Ebabili pekala yavaşlatabilirdim.

Kötü bir şey olmadı. Çıpayı denize saldım. Zincirin gergin olmasına dikkat ederek yavaş yavaş bıraktım.  Çıpa doğru zamanda doğru yere takıldı.  Ebabilin kıçı dönmeye başladı. Manevra tamamlandığı anda bu defa demirin zincirini Ebabile sabitleyip kıça geçtim. Emniyet halatını alıp suya atladım.  Yüzerek kıyıya çıktım.  Ebabilin kıçının gulete çarpmasına çok az bir zaman kala halatı gerip kıyıdaki bir kayaya bağladım. Artık herkes emniyette. YAŞASIN!

Kaptanın başka bir ihtiyacımla ilgili sorusuna su isteyerek yanıt verdim. Sağolsun Sea Garden Arkadyanın kaptanı beni kırmadı. Bana hikayemi sordu. Sonrasında bana selamet dileyerek demir aldı ve koydan ayrıldı.

İkinci seyir günü de bitmişti.  Bu denizcilik zor bir şey.  Hiçbir zaman hiçbir şey kusursuz ve eksiksiz olmuyor.  Küçücük Ebabil'de (Bana göre malikane) bile her an ilgilenecek, düzeltecek, düzenleyecek bir şey bulmak çok kolay. Ben de sıcağın ve dinçliğin elverdiği ölçüde bir takım işler beceriyorum.  Çocuk botunu şişirip çadır, uyku tulumu, kamp malzemelerini kıyıya götürüp çadırı kurdum sonra yine bota binip kayda bir şey geçireyim dedim. Denizin içinde yüzen bir halat fark ettim. Biraz çekiştirince bu kasalı halatın sağlam olduğunu anladım.  Gezi tekneleri kıçtan karaya halat çekip bağlıyor olmalıydılar. Ben de kanoya çıkıp emniyet halatını bağlı olduğu kayadan çözüp bu halata bağlandım. Kürek yerine kullandığım ellerimle botu sevk ve idare ederek yine kıyıya çıktım.  Çıkarken yine biraz zorlandım. Çocuk botu çok kaypak bir şey.  Dengeyi sağlamak zor.  Binerken neyse zorlamıyorum ama inerken ıslanma işine çözüm bulmak gerekli. Ne yapmalı ne etmeli?

Bottan sahile çıkmak üzere inerken hangi hareketleri yaptığımı, hangi aşamada sorunla karşılaşıp ıslandığımı anlamaya çalıştım. Düşündüm düşündüm. Sonunda  bir çözüm buldum.  Denedim ve başarılı oldu.  Denizcilikte al sana bir artı daha Enes! Sol elimde botta taşıdığım eşyayı kavrarken ayaklarımı sancak bordadan suya indiriyor,  aynı anda beden ağırlığımı hafifçe sağ kalçama verirken sağ elimi yumruk yapıp botun pruvaya yakın tarafına koyarak kolumdan güç almak suretiyle hafif doğrulup ayaklarım da sağlam bastığını hisdedince bottan iniyorum, ıslanmıyorum. Bu betimlemeyi daha anlaşılır yapmak için üzerinde biraz daha çalışmam lazım!

Bir süre kanoda dinlendikten sonra yine bota bindim.  Bende merak uyandıran koydaki küçük adaya ve onun üstüne dikilen anıta bakacağım.

Adaya doğru taraftan yaklaşınca Bodrum Belediyesi tarafından bir sanatçıya yaptırıldığını, anıtın büyük denizci Sadun BORO anısına dikildiğini okuyup anlıyorum.  Sonrasında önde ada ve anıt, arka planda Ebabilin fotoğrafı nasıl olurdu diye merak edip adadan uzaklaşarak uygun bir açıdan gözlemliyorum. Süper! Ama sonraki günlerde bu şekilde fotoğraf çekmeyi ihmal ediyorum.  Günün kalan kısmında sahilde dinleniyorum.

Akşam olduğunda kendimi bir garip hissediyorum.  Yani rahat değilim.  Çadırın içine giriyorum.  Rahatsızlığım artıyor. Sanki uygarlıktan binlerce mil uzaktaki yabani bir adanın sahilinde kamp yapıyorum.  Rahstsızlığımın nedeni işte bu,  korkuyorum.  Çadırdan dışarı kendimi zor atıyorum.  Şişme bota atlayıp doğru Ebabile, can yoldaşıma...o beni her şeyden korur.

Uyku tulumunu çadırda unutmuşum. Sorun değil. Yedeğini Ebabilin depo yerinden çıkarıp içine giriyorum. Artık konforlu ve huzurluyum. Uykuya dalıyorum.

Ertesi gün sabah kalkıp toparlandıktan sonra hava tahmin raporlarını almak üzere cep telefonumdan internete giriyorum. Birkaç gün sonra lodos bekleniyor. Bu güzel bir haber! Nedense bir süre düşündükten sonra haritadan lodosa karşı koyun güvenli olup olmadığına da bakıp birkaç günü Lodos geçene kadar bu koyda geçirmeye karar veriyorum.




Bu karardan dolayı içme suyu stoklarımı gözden geçiriyorum altı litre suyum var yani üç günlük... Kritik seviyeye git gide yaklaşıyorum içme suyu bulmam şart. Koyun yani adanın diğer tarafındaki Büyük Britanya Bayraklı India Song gözüme ilişiyor. Gidip onlardan su istemeliyim ama üstümde bir çekingenlik... Onlarca defa buna benzer durumlarla karşılaşıp kendime göre deneyimli olmama rağmen çekingenlik tam olarak iyileştiremediğim bir özellik. İçimdeki hayatta kalma dürtüsü bir süre sonra devreye giriyor. Bana "eblek! su istemediğin için geberecek misin? Onca badireler atlatan sen böyle sünepe sünepe oturacak mısın? Kalk git suyu al gel. Suyu isteme al!" diye söylenen iç sesimi dinleyip kalkanımı kılıcımı kuşanıp bota bindikten sonra Büyük Britanya ganimet kalyonuna saldırıp suyumu almak üzere ilerliyorum!

Reklam Arası.."IMPOSSIBLE IS NOTHING"

 Gerekli notayı kalyona verdikten sonra hakkım olan dört litrelik suyu alıp Kaptan-ı  Derya gemisi Ebabile geri dönüyorum.  Sonraki günlerde Özlem  bareboat ve Sherm yatından toplam altı litre içme suyu temin edip su sorununu bir sonrakine kadar gidermiş oluyorum.

Dışarıdan bakılıp yazdıklarım okunduğunda belki hiç öyle görünmüyor ama bu seyahatlerde bıçak sırtı bir hayat sürdüğümü hissediyorum. Bütün bunlara ne gerek var?

Daha toy bir delikanlı iken zaman zaman tutulduğum gibi bir şey. Sanki mıknatısın metali çekmesi gibi bu seyahatler beni kendine çekiyor. Kaderime doğru yol alıyorum. Kader kelimesini pek sevmem Fakat bunun yerine kullanabileceğim bir başka kelime veya anlatım şekli bulamadım.

 Kisse Koyunda son günüm. Tabii ben bugün bunu bilmiyorum India Song yatı ayrıldıktan birkaç saat sonra bir başka büyük yelkenli yat onun boşalttığı yere demir atıp kıçtan kara oluyor. Gidip onlardan da bir parça ganimet edinmeliyim!  Yarım saat kadar sonra botla yata yaklaşırken bir de ne göreyim?  bu SHERM! Kaptan Hüseyin'in teknesi.  Sherm, donatanı Pakistanlı, Hüseyin ise kaptanı. 2017 yılında "Karaya çıkmadan bin deniz mili"  kapsamında ORSA1  şişme botu ile yol alırken bu tekne ile Mersincik Koyunda karşılaşıp tanışmıştık.

Donatanına selam verip kısa bir sohbetten sonra Hüseyin Kaptan ile de konuşmuştuk. Sonrasında bana içme suyu verdi ve oradan ayrıldım.

Öğleden sonra donatanın gönderdiği erzağı ve yemeği aşçıları Tuncay Şef getirdi. İçinde bir de sıcak çorba var. SICAK ÇORBA!  Teşekkür ettikten hemen sonra çorbayı sıcak sıcak mideye indiriyorum. Şimdi daha da mutlu bir insanım Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

 Akşamüstü Hüseyin Kaptan uğruyor konuşma sırasında bu koyun lodosa açık olduğunu, Orak Adası'na gidersem güvenli olacağımı söyleyince durumlar değişiyor.

ÇÖKERTME - MAZI KOYU (ILGIN KOYU)

Çökertmede geçirdiğim güzel günlerden sonra ayrılma vakti geldi çattı. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra seyre koyulduk.

O günkü rota neresi bilmiyorum.  Belki Eba biliyordur.  Ama genelde ketumdur. Yönümüz Bodrum'a doğru. Bir kaç saatlik kolayına rüzgarla tapılan seyirden sonra Mazıyı geçmek üzereyken rüzgar kesilince sonradan adının Ilgın olduğunu öğrendiğim koya girmek üzere kürek çekmeye koyuluyorum.

Koyun girişinde çıpayı kontrollü şekilde denizin dibine bırakıyorum. Denize dalıp kıç taraftan emniyet halatını alıyorum emniyet halatı batan değil yüzen tip halat. Kıyıya şöyle bir bakıyorum . Emniyet halatını bağlayabileceğim bir kaya bulamıyorum. Bunun üzerine denizde biraz gezinip denizin dibini araştırıyorum. Belki dipte bağlayabileceğim bir kaya vardır. Uzun olmayan bir süre sonra o kayayı buluyor ve kayaya geçirmek üzere halatın boştaki ucuna izbarço bağı atıp bir kasa yapıyorum.

Kısa bir süre dinleniyorum . Nabzımın yavaşladığını hissedince nefes alıp tuttuktan sonra halatla birlikte bir kaç metrelik dibe dalıyorum. Kasayı dipteki kayadan geçirip halatı gergin tutmaya özen göstererek deniz yüzeyine çıkıyorum. Ama halatı istemeden bir an boşlayınca halatın dipteki kasası kayadan kurtulup yüzeye çıkıyor. Bir kere daha doluyorum ama halatı kayaya geçiremiyorum. Bunun üzerine bağı çözüp yine dibe dalıyorum. Halatı dipteki kayadan dolaştırıp baştaki ucunu Ebabilin kıçına götürüp bağlıyorum. Bunları yaparken halatı gergin tutmanın daha kolay olduğunu saptıyorum.

 Bir süre Ebabilde dinlendikten sonra yüzerek önce kıyıya çıkıyorum , sonra kıyıdan yürüyerek sahilin Ebabile doğru olan tarafındaki kayalara çıkıp inerek ilerliyorum Bir taraftan da deniz kestanelerinin üstüne basmamaya özen gösteriyorum.

Koya giriş yaptığım burundaki en yüksek kayanın tepesine ulaştığımda manzaranın keyfine varıyorum.

"EDRİYIIIN!" diye haykırmak istesem de kendimi tutuyorum.

Kayanın üstünde bir süre dinlendikten sonra denize girip Ebabile geri dönüyorum. Günlük bacak kaslarımı çalıştırma işlemi de bu şekilde son bulmuş oluyor.

Akşam olunca yine yıldızların altında uykuya geçiyorum.



Eşimle yazıları deşifre etmeye çalıştık. Şimdilik Enes Abinin yazdıkları bu kadar. Okuyamadığım bir kaç yeri kendimizce bağladık. Umarız kendisi bize kızmaz. Bir hatamız olmuşsa affola. Çok içten ve duygusal bir yazı olmuş. Devamını  bekliyoruz.
*

    O. E.

Ynt: Ebabil'in Lodosu
« Yanıtla #74 : Ekim 17, 2019, 12:45:10 »
Deşifre  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


Teşekkür Ederiz ,
Merakla ve Heyecan ile bekliyor, ancak Deşifre edemiyorduk ..
Makbule geçti ,Bir solukta okuduk
Ellerinize sağlık ...