Gezgin Korsan

Korsan Kıraathanesi => Güverte Sohbetleri => Deniz ve Denizcilik Kültürü => Konuyu başlatan: Nilüfer Özdemir - Kasım 28, 2010, 23:24:30

Başlık: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Kasım 28, 2010, 23:24:30
Deniz Çingenesi – Eralp Akkoyunlu

“yelkenliyle dünya turu yapmanın cesaret istediğini düşünenler bir bakıma haklı. Bağları koparıp günlük yaşamı, sevdiklerini geride bırakmak tabiî ki kolay değil, cesaret istiyor. Yoksa okyanusa elverişli bir tekneyle dünyayı dolaşmak hiç zor değil.
..
Tayfun mevsimleri yani Atlantik’te haziranla kasım arası, Güney Pasifik’te aralıkla mayıs arası dışında kanallardan batı yönünde yapılan dünya turunun neredeyse tamamı güzel havada, ticaret rüzgarlarının etkisinde pupa yelken bir yaz gezintisi gibi geçer. Cebelitarık’ta denize bir saman balyası atsanız o de Kızıldeniz’e kadar bu yolu yapacak. (Kızıldeniz’i çıkabilse bile Süveyş’te rüşvet veremeyip takılacak!)   
                              Sayfa 103
“on dokuzuncu gün, limana akşamüstü varacağımı hesapladım. Fakat motorda beliren arızayı da düşünerek, daha emin olur diye girişi gündüz gözüyle yapmayı seçtim. Yola devam edeceğime tatil yapayım dedim. Denizci adamın tatili nasıl olacak? Bir yelken gezintisi yapacaksın! Zaten Galapagos’ta mazot beklediğim günleri yolda fazlasıyla kazanmıştım. Şafak sökünce dümeni kırıp altı saat kuzeye tırmandım. Sonra da altı saat güneye döndüm. Ticaret rüzgarlarını apazdan almanın tadı bambaşka. Denizde tatil buna denir!”
                              Sayfa 141
“bu denizciler içinde yalnız gezenler ayrı bir grup. Genelde herkesten uzak dururlar. Arkadaşlık kursalar da aralarında kurarlar.
Limana girince karaya çıkıp işlemlerini yapmaları bazen bir kaç gün alır. Kiminin tuhaf takıntıları vardır: Arjantin’e babasını görmeye gitmek için uçağa bineceğine yıllarca uğraşıp tekne yapanlar, Avustralya’da kız arkadaşına kavuşmak için, gaz ocağı bozulunca, su bile ısıtmadan 3.000 millik yola çıkanlar. Arkadaşlarım bunlardı. Ben saplantılarının peşini bırakmayan insanları hep sevdim.”
                              Sayfa 284
“Yosun’un seyir defterinden
Dünya turuna Grenada Adası’nda başlayıp yine orada bitirdim. Aradaki 6 yıl 7 ay içinde 202 gün yolda geçmiş. Bu süreçte 25.210 deniz mili yol yapmışız. Bunun 16.880 milini yani tam üçte ikisini yalnız yapmışım.”
                              Sayfa 286
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Kasım 28, 2010, 23:25:54
Tek Başıma – Tania Aebi

“ilk iki gün, Varuna adaların, önce San Cristopal sonra Santa Fe ve Santa Maria’nın yanından orsa seyir giderken kendimi yorgun ve sersem hissediyordum. Adalar geride kalıp sislerin arasında kaybolduğunda bir sonraki kara parçasıyla aramdaki 3.000 mili düşünüp ağlamaya başladım. Dünya gezegeninin büyüklüğü, okyanusun ortasında, minicik Varuna’da kendimi hem ayrıcalıklı, hem de bir hiç olarak hissettirebilirdi. Bugün gözyaşlarıma neden olan bu ikinci duyguydu.”
                              Sayfa 95
“yılbaşı geldi ve geçti. Neredeyse, bir sekstant ölçümünü hesaplamak için Notik Almanak’ı açmasaydım, unutacaktım. 31 Aralık 1986 günü, Hint Okyanusu’nun ortasında, Varuna’da olmayı, bütün o reklamları, televizyonu, radyosu ve çok eğlenceli bir yılbaşını olacağını anlatan insanlarıyla New York’ta olmaya tercih ettiğime karar verdim. Evde televizyon önünde uyumamaya çalışarak yeni yıla girmeyi beklediğimi hatırladım. Varuna’da neşeli rüyalara dalmak daha iyiydi.”
                              Sayfa 200
“ alacakaranlıkta, son yalnız akşamımızda, Polaris ve Venüs’ü kullanarak son mevkiyi aldım ve nasıl yaklaşacağımı planladım. Sonra floku indirip, gücümü toplamak, sakinleşmek ve her şeyi düşünebilmek için Varuna’yı durdurup birkaç saat bekledim. Bu okyanusta kırk dokuz gün olmuştu ama aslında neredeyse iki buçuk yıldı.”
                              Sayfa 301
“ –selam- diye seslendim, havuzlukta sıçrayarak, -selam baba! Bitti! Başardım!-
-   hey başardın işte!- diye seslendi, motor gürültüsü arasında ve güvertede zıplamaya başladı. –gerçekten başardın! Seninle gurur duyuyorum-“
                                                                                                                                Sayfa 303

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Kasım 28, 2010, 23:26:37
Sarıldım Minik Teknemin Halatına – Çetin Kent

“Etrafı seyrediyorum havuzluktan, derin bir sessizlik, şimdiden dinlendirdi beni. En rahatlatıcı müzik bile şimdi kuru gürültü benim için. Denizin kayalara, kumsala dokunuşları rüzgar olmasa da deniz bir şekilde varlığını hissettiriyor, hafif bir dalgacıkla ya da içinden fırlayan bir balığın çıkardığı sesle. Hepimizin annesi o, hiçbirimiz yokken o vardı ve biz ilk defa bu kadar baş başa kalıyoruz onunla. Mutluyum, eminim o da öyle….
Uyku saati yaklaştı. Tweety de ben de biliyoruz ki çok uzun bir süre buraya gelemeyeceğiz, o yüzden bu gecenin tadını çıkarmalıyız, ne kadar çok uyanık kalırsak o kadar çok şey gösterecekler bize ay ve deniz.”
                              Sayfa 31
“lodosu bekliyorum, hakkınızdan lodos gelecek hepinizin. Korkmayın, sizi götüremeyecek kadar derinde, dolaşmış, kokuşmuş kökleriniz var sizin, korkmayın, gidecek olan benim. Çok da kökümüzdeydilerinizle baş başa bırakayım ben sizi, lodosu beklerken”
                              Sayfa 51
 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Kasım 28, 2010, 23:49:48
Halatları Kesince – Nesrin – Kemal Ayata

“bizim geçişte neler yaptığımızı merak ediyorsunuzdur.
Aşağıdaki önerileri deneyip belki hissedebilirsiniz.
*çalar saatinizin alarmını sabah 03:00’a kurun. Uyanınca ıslanmazlarınızı giyip, bahçeye koşun. (yoksa banyo da olur) hortumla kendinizi ve eşinizi ıslatırken bağırın: - tatlım, ana yelkene camadan vurmamız lazım!-
* kahvaltıda bir fincan nescafe’yle bir önceki akşamdan kalanları yiyin
* telsiz istasyonlarını arayarak yaklaşan soğuk cepheyi ve buna karşı almayı düşündüğünüz önlemleri tartışın.
* rüzgar şiddetini arttırınca dolap kapaklarını açıp kapayın, tabak ve bardakları mutfağa saçın ve ortalığı önceden neta etmediğiniz için kendi kendinize söylenin.
* rüzgar tamamen kalırsa, dikiş makinanızı oturma odanıza getirerek birkaç saat çalıştırın.
* hiçbir zaman elbiselerinizi tam olarak kurutmayın.
Yine de olmazsa bize bekleriz”
                              Sayfa 118

“bambaşka bir heyecandır okyanusta yelken yapmak.
Kimi zaman yüreğini coşturur, kimi zaman kanını dondurur.
Okyanusla birlikte koşmak farklıdır, ona karşı gitmek farklı.
Bazen zordur 6-7 metre yükselip alçalan dalgalarda karnını doyurmaya çalışmak.
Ayakta duramazsın, kapakları, dolapları açamazsın.
Deniz tutmasından korkup bazen tuvalete gitmek istemezsin.
Geceleri kendini bir köşeye sıkıştırıp zamanı öldürmeye çalışırsın büyük bir gayretle.
Tam yerime alıştım derken tependeki hava dönmeye başlar.
Yelkenler çırpınır ve çılgın bir yağmur başlar gecenin içinde.
Yağmurun, rüzgarın, dalgaların ve yelkenlerin patırtıları birbirine karışır.
Her şey yarım saatte olup bitiverir.
Zifiri karanlıkta çırpınıp duran şartlara trim yapmaya çalışırken, birden her şey normale döner.
Derin bir sessizlik çöker.
Yavaş yavaş arkandan sana yetişmeye çalışan rüzgarın eskisinden ıslak uğultusunu duyarsın yine.
…ve koca dalgalar arasında buruldukça sürekli çatırdayan geveze teknenin söylediklerini dinlemeye başlarsın.
Bir tropikal squall görevini yapmış, itinayla üzerinden geçip seni uyandırmıştır.”
                              Sayfa 178
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Eyüp Oğan - Kasım 29, 2010, 09:41:13
Nilüfer Korsan, çok güzel bir topik açmışsınız.
Neredeyse hepsini defalarca okumama rağmen aynı ilgi ile ve sanki okumamışçasına tekrar okudum...

Teşekkürler...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bahri Döğerli - Kasım 29, 2010, 23:28:04
Güzeldi. 1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 04, 2011, 08:56:26
Tanrı’nın Terk Ettiği Deniz - Derek Lundy

Exide Challenger teknesinde (iki direkli arması olan komplike bir keç) yarışan Tony Bullimore birdenbire şiddetli bir gürültü duydu. Fırtınada teknesinin kayarken çıkarttığı çığlık gibi seslerin dahi üstündeydi. Karbon fiber salma, teknenin bitmez tükenmez hareketlerinden ölümcül şekilde yorulmuş ve birdenbire yerinden kopup,  oldukça sığ olan Güneydoğu Indian Ridge bölgesinde okyanusun 500 kulaçlık derinliklerine doğru kaymaya başlamıştı. 4,5 tonluk salmadan kurtulan tekne, üst kısmı ağır gelince bir anda inanılmaz bir hızla (sadece birkaç saniye içerisinde) alabora oldu.
am bu dakikada, yani alabora olmadan biraz önce, 57 yaşındaki Bullimore kamarasında bir kenara dayanmış, bir yandan sallanan tekli ocağında ısıtmayı becerdiği çayını yudumluyor, bir yandan da sarma sigaralarından birini içiyordu. Tekne yuvarlanırken o da aynı hızla teknesiyle beraber döndü ve birdenbire kendini kamaranın tabanı yerine tavanında buldu.
Olayın bu denli çabuk olması onu hayrete düşürmüştü. Aşağı doğru, şu anda gövdenin alt kısmını oluşturan, kocaman kamara pencerelerine baktı ve hızla içeri giren deniz suyunu gördü, ayaklarının altında adeta hızla akan bir nehir gibiydi. Teknenin iki direği ve çarmıhları arasından 70 knot hızla geçen rüzgârın uğultusu birdenbire kesilmişti. Hatta -teknenin sallanıp savrulmasına rağmen- inanılmaz bir sessizlik hakimdi.
Çay bardağı kaybolmuştu ama sigarası halen elindeydi. Alt üst olmuş teknesinde kamaranın tavanına dikildi, sigarasından bir iki duman daha çekti, sakin ve mantıklı bir şekilde durumu gözden geçirdi. Yapabileceğim pek bir şey yok diye düşündü. Kısaca durumun olumlu ve olumsuz yanlarını değerlendirip, nasıl hayatta kalabileceğini hesaplamaya başladı. Dışarıdaki dünyayabir şekilde EPIRB sinyali yollaması gerekiyordu. Belkide gövdede delik açmak için kendi aletlerini kullanabilirdi. Derken teknenin ağır bumbasını farketti. Teknenin altında direk ve çarmıhların arasına dolanmıştı. Su altındaki çalkantıyla birlikte savruluyor ve kamaranın büyük pencerelerinden birine çarpıyordu.
 
Birdenbire şiddetli bir yalpa sonucu bumba camı patlattı. Deniz adeta Niagara Şelalesi gibi içeriye doğru akmaya başladı. Alaboradan bu yana halen yanmakta olan kamara lambaları birden söndü. Karanlık kamara birkaç saniye içinde sıfır dereceye yakın soğukluktaki sularla dolmuştu. Aslında kamaranın zemini olan şimdiki tavanda sadece birkaç feet’lik bir hava boşluğu kalmıştı. Bullimore, birdenbire çok üşüdüğünü hissetti. Artık suların içinde yürüyordu, hayatta kalma giysisini buldu, üstündeki kötü hava kıyafetini çıkarttı ve giysiyi soğuk ve ıslak iç çamaşırının üstüne giydi. Ellerini ve ayaklarını açıkta bırakan bir modeldi ve yapabileceği tek şey şimdiden donmuş ayaklarını ıslak denizci çizmelerine sokmaktı.
Birkaç çikolata ve bir iki ufak su poşeti dışında tüm yiyeceği ve içeceği gitmişti. Kamaradaki diğer malzameler gibi onlar da kırılan pencerelerden giren dalgaların dışarı çıkarken oluşturduğu güçlü anafor ile denizin karanlığına doğru çekilmişti.
Artık EPIRB sinyalini başlatmak için gövdeyi kesmesine gerek yoktu, bumba bu işi onun için halletmişti. ARGOS’larından birini bulduğu bir halat parçasına bağladı. Kamaradaki buz gibi suya dalıp kırılan camdan dışarı doğru itti ve deniz yüzeyi olduğunu ümit ettiği yere doğru gönderdi. Ne var ki dışarıdaki çarmıh karmaşasının arasında takikıp kalması da mümkündü. Bullimore yardım sinyallerinin gerçekten gidip gitmediğinden emin değildi.
                         Sayfa 33-34


Gecenin saat onunda bu vida kırıldığında Parlier'in cenovası gümbürtüyle güverteye ve oradan da denize düştü, ıslak kocaman yelkeni tekrar güverteye çekme çabaları saatler sürdü. Zifiri karanlıkta, yelkenin etrafındaki ve salmaya dolanan halatları ayırabilmek için tam üç kere suya dalması gerekti.
"Yarışı kaybettim" dedi.
 
                         Sayfa 125
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 04, 2011, 08:57:35
Dehşetin Seyir Defteri - Klaus Hympendahl

         Tepesine çıkmak lafının ne anlama geldiğini ancak bu seyahatte anladım. Mekan darlığı bir yatın en büyük dezavantajı. Konstanz Gölü'nde çok dahaufak teknelerle yelken yapmama rağmen, bunu hissetmemiştim,çünkübir kaç saat içerisinde tekneden inerdik. Ayrıca çoğunlukla yarıştığımız için sadece kazanmayı düşünürdük. Burada kazanılacak hiç birşey yok. Tek hedef varmak. Navigatörümüz haricinde kimse navigasyon sanatına hakim değil. onun başına bir şey gelirse neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Tabii tekne sahibinin bu bilgileri edinmemiş olması büyük ihmalkarlık. genelde zaten çok gamsız biri; diğer taraftan cömert ve sempatik.
                               Sayfa 153
 
          Bilemediği, arkadaşının kan içinde ve yaralı olmasına rağmen aslında görme yetisinden pek mahrum olmadığı. Andrea beklemeksizin içeri girip rakibesinin cansız vücudunun üzerinden atlıyor, erkek arkadaşının "nerede o?" diye bağırmasının etkisinde el fenerini bulup, aydınlık ışık demetinin yardımıyla dikkatle teknenin burnuna doğru ilerliyor. burada ön havalandırma kapağından içeri girmiş ve yelken torbalarının arkasına saklanmaya çalışan Schön'ü buluyor.
                               Sayfa 188
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 04, 2011, 09:02:03

Denizin Dili Denizin Yazısı - Mustafa Putlar

         Bu garip başlık, "aganta burina burinata!" ne demek diye hiç merak etmediniz mi? Etmediyseniz yazıklar olsun; ettiyseniz de bulamadıysanız, bugün şanslı gününüz. Çünkü bu yazı, denizci kumandaları hakkında.
         Bir çok denizci deyimimiz gibi kumanda sözcüklerinin kökünü de Akdeniz limanlarınınbir zamanlar yaygın gemici dili olan lingua franca'da (frenk dili) aramak gerek. Farklı dillerde, çeşitli biçimlerde kullanılan bu deyimlerin çoğu Venediklilerden ya da Cenevizlilerden geliyor, ama her birinin rotası değişik.
         Sayfa 46
 
         Demir kaldırmaya başladığımızda deniz kültürümüzün en güzel deyimlerinden biri olan "Vira bismillah!" deriz. "Tanrım, bizi bu huysuz denizin felaketlerinden koru, seferimizi selamate erdir!" anlamında. Virare kökünden gelen sözcükleri bugün dilimizde birçok yerde, örneğin yoldaki virajı dönerken, bankada virman yaparken, somunu civataya vira ederken de kullanıyoruz.
         Sayfa 47
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: A.Rahman - Ocak 04, 2011, 09:18:50
Teşekkürler Nilüfer korsan,
Bende olmayan kitapları not alıyorum  :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Okan Dedeoğlu - Ocak 04, 2011, 11:07:13
Çok güzel bir çalışma;sağolun Nilüfer Korsan.Korsanlar kış şartlarından dolayı denizden uzak kalınca birbirine sarmaya başlamıştı.Katıldığınız hafta sonu etkinliği sanırım tekrar asıl konumuza dönmemize yardımcı olacaktır.:)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Murat Aktürk - Ocak 04, 2011, 11:32:58
Nilüfer Korsan Olayı Aşmışsın sen artık  :)
Ezberledinmi yoksa Kitaplar yanındada öylemi veriyosun sayfa numaralarını  :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 04, 2011, 12:02:26
daha önce okuduğum kitapları tekrar elime almak için bahane oldu.
sizlere de tavsiye ederim :-*
elinizdeki kitaplardan katkı sağlarsanız sevinirim :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 04, 2011, 23:55:22
Denizin Çağrısı  - Jack London

          Ama Fransız Pete, gideceği yönü çok iyi biliyora benziyordu. ve bir keresinde, Joe'nun bir sorusu üzerine, denizde el yordamıyla gidebileceğini öne sürerek böbürlenmişti. Altıncı duygusu söylerdi ona yönünü.
          "Gelgitleri hissederimdir, rüzgarı, rüzgar hızını hissederimdir. Buna inanmalısındır. Nasıl? Bilmiyorumdur. Yalnız biliyorumdur ki karayı hissederimdir.Sanki kolum millerce ve millerce uzardır ve karaya dokunurumdur. Elimi karaya dokunurumdur. Elimi karaya bastırırımdır, bakarım, kara oradadır."
          Joe, soran bakışlarını Deniz Çocuğu'na çevirmişti.
          "Doğru" dedi Deniz Çocuğu "insan uzun süre denizlerde yaşadıktan sonra karayı hisseder. hala bir de burnun iyi koku alırsa, millerce öteden koklarsın karayı."
                                   Sayfa 115

          Öne geçtikten sonra, bu güzel yelkenli kendini iyice rüzgara kaptırdı ve kahverengi dibini göstermecesine yan yattı. Teknenin batacağını sandılar. Oysa o, yattığı kadar büyük bir çabuklukla doğruldu ve hızla ilerlemeye devam etti. Birden aceleyle yelkenin indiğini ve aynı anda koca bir demirin suya atıldığını gördüler. Sallanan yelken, tekneyi bir o yana, bir bu yana, bir o yana, bir bu yana devirirken, ikinci bir demirin suya indiğini gördüler. Bu ikinci demir, ilkinden bir hayli uzağa düştü. Sonra öteki yelkenler de indirildi, sarıldı, bağlandı.
                                   Sayfa 124   
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ateş Erim - Ocak 05, 2011, 17:16:53
Buz Tristan Jones

  Balıkçılar ve denizciler arasında pek çok batıl inanç vardır. Örneğin tekne üzerindeyken "tavşan" kelimesini asla kullanmamak ya da bu hayvanlardan birini tekne yakınlarında görünce denize çıkmamak gerekir. Bir rahibi asla tekneye almamalı ve onları her zaman "siyahlar giymiş adamlar" olarak adlandırmalıdır. Ayın on üçü cuma günü denize açılmamalı, mümkünse bütün cumalardan kaçınılmalıdır. Bir yelkenli tekne üzerinde ıslık çalınmamalıdır. (Islık çalmanın rüzgarı kızdırdığına inanılır. Ama asıl nedenin ıslığın diğer denizcileri kızdırması olduğunu sanıyorum. Kraliyet donanmasında bu bir zamanlar hakaret olarak kabul edilirdi Çünkü 1792 Spithead ayaklanmasında ve Nore'da, isyancılar bu şekilde haberleşmişti). Yine bir halatı roda yaparken ya da bir tencereyi karıştırırken saat yönünde hareket edilmeliydi, tersi güneşin hareket yönünün tersine olacağından şanssızlık getirirdi. Antik zamanlarda bir denizci karısının tencereyi saatin tersi yönünde karıştırdığını gördüğünde, onu öldürme hakkı vardı, çünkü kadının deniz yolculuğu için bir lanet yaptığına inanılırdı.

   Sayfa 117-118
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mehmet Özharar - Ocak 05, 2011, 21:41:11
Nilüfer korsaniçe;
İnanıyorum ki her bir  kitapta  tekrar tekrar  okunacak bir dolu hikaye var.
Elinize sağlık.
Teşekkürler.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 05, 2011, 23:38:34
Denizde Yaşamak – Meriç Köyatası

            Teknelerde metal aksamın tuzlu sudan etkilenmeyip paslanmaması için krom kullanılır. Kromun da iki cinsi vardır. 304 krom ve 316 krom… Teknede kullanılan 316 kromdur. Paslanmaz, tuzlu suya ve rutubete dayanıklıdır.
   Allah gani gani rahmet eylesin…mekanı cennet olsun.tertemiz yüreğindeki coşkulardan fışkıran bestelerini, kadife gibi sesiyle söyleyen Fikret Kızılok’da, son zamanlarında her şeyi bırakıp teknede yaşıyordu.kendisiyle röportaja gelen bir gazeteciye, “teknedeki kadın 316 krom gibi, tuzlu suya ve denize dayanıklı paslanmaz olmak zorunda, yoksa bu iş gitmez” demişti.
                 Sayfa 55

Deniz huzurdur…
Deniz mutluluktur…
Deniz yaşamın farkına varmaktır…
İster bir teknede yaşamayı, ister bir kıyı kasabasına yerleşip günübirlik denizlerde dolaşmayı seçin, biz deniz insanlarının, Sadun Boro’dan öğrenip kendi aramızda söylediğimiz temenni sizler içinde tekrarlanacaktır.
Omurganızın altında yeteri kadar su…
Pruvanız neta…
Rüzgarınız kolayına…
Denizleriniz sakin…
Neşeniz daim olsun…
                  Sayfa 128 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cihan Devcan - Ocak 06, 2011, 00:52:10
bu güzel alıntılar için çok teşekkürler...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Adnan Mahçup - Ocak 06, 2011, 02:43:23
Cedavili Riyaziye(Askeri Deniz Matbaası basım yılı1944) sahife 17.
Kutup yıldızının semti.-(Nücumi vakit) e göre hesap edilerek bu cetvelde yazılan hakiki semtlerin kullanılması ile kutup yıldızı,münasip bir irtifada göründüğü zaman pusula hatasının  tayini için kullanılır.

17.Sahifeden bir misal:
Şimali arz: 45 derece ,Nücumi Vakit: 21h 40m iken  semt açısına 1.5 derece şarki  tatbik edilir.
*****
Yani, 45 derece enleminde saat 21:40 da kutup yıldızını pusulamızda 358.5 derecede kerteriz ediyor isek pusulamızda hata yok demektir..(Bulundugumuz bölgede mutlaka bir dogal sapma etkisi vardır ve en başta göz önüne alınması gerekir. Hesaplamada bu etkiyi sıfır kabul ettik. )

Bu cetvel,5 ila 65 derece kuzey enlemleri arası için yapılmış bir cetvel. 24 saatlik zaman dilimi içinde, kutup yıldızının, bulundugumuz enlemde gerçek kuzeyden sapma açısını gösteriyor. Sapma,Oglen ve gece yarısı sıfır dereceye yakın iken sabah saat 7 ila 8 arasında ''eksi 2 derece'', aksam 19:00 ile 20:00 arası ''artı 2 derece'' oluyor...

Biraz romantizmi bozdu sanki ama en azından kutup yıldızının bile acıık bir kusuru olduğunu ogrenmiş olduk..

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 06, 2011, 23:03:21
Merhaba Denizci – Haldun Sevel

O günlere ait anonim olmuş Balıkçı (Halikarnas) sözleri vardır.
“Dünyanın sisini pusunu ne temizler? Poyraz bir, Balıkçı’nın merhabası iki…”
“Eloğlu bahçeyi alır çekirdek vermez, Balıkçı çekirdeği alır bahçe verir…”
“Sözün rengi olsa Balıkçı’nın ki mavi olurdu…”
“Balıkçı yosun, pas ve para tutmaz…”
“Anadolu gibi yurdun olsun, Balıkçı gibi dostun…”
“Ne mutlu ki Balıkçı’ya Anadolu’su; ne mutlu Anadolu’ya ki, Balıkçı’sı var…”
                     Sayfa 26
           Deniz yaşamı, büyük ve lüks tekneler hariç, sanıldığının tam aksine, kara yaşamından ucuzdur… tabii çok daha fazla beceri ve kültür birikimi ister, fakat çok daha huzurlu, dingin ve sağlıklıdır.
           Mutluyum; denizlerde, yaradılışın baş eserleri arasında geçen, sınırsız ve durmadan değişen ve cennet koylardan koylara devam eden, sevgiliyle sevgi dolu bir hayatta, insanın mutlu olmaması mümkün mü?
                      Sayfa 30
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 07, 2011, 12:15:45
Yol – Ayça Kirişçioğlu
 
            On iki yıldır dünyayı Peregrine adındaki teknesiyle dolaşan komşumuz jean ile arkadaş olduk. Jean altmış dokuz yaşında ve tek başına çıktığı dünya turunu San Francisco’da bitirecek. Hayali yetmişinci doğum gününde Golden Gate’in altından geçmek ve eve dönmek… hani bize çılgın gözüyle bakanlar için iyi bir örnek olabilir diye Jean’in durumunun özellikle altını çizmek istiyorum. Adam diyorum ki yetmişinde tek başına dünya turu yapıyor. “Yaşlıyım, hastayım, bizden geçti artık.” Bu laflar yok.
                     Sayfa 75
            Bütün gece, fırtına tüm hızıyla devam etti. Cebelitarık’tan Kanarya Adaları’na inerken, dikkat edilmesi gereken çok önemli bir konu var. Atlantik Okyanusu, Fas Kıyıları’nda bir anda sığlaşıyor. Fas Kıyıları’na yakın gidildiği zaman, binlerce metrelik derinlikten gelen okyanus, sığ yerlerde dev dalgalar oluşturuyor. Bunun çok tehlikeli olduğu konusunda uyarılmıştık. Bir fırtınaya yakalanma durumunda, son yapılması gerekenin, kaçmak için Fas’a sığınmaya çalışmak olduğunu pek çok yerden duyduk. Mümkün olduğunca bu bölgeden uzak kalmak ve açık denizde seyir etmek en doğrusu.
                     Sayfa 81
            Başımıza neler gelmedi ki? Yolda ilk haftamız dolmadan, otopilotumuz kendi kendine “mola” vermeye karar verdi. Her şey gayet yerinde seyrederken, bir anda rüzgarda, yelkenlerde bir anormallik hissediyoruz. Bir bakıyoruz ki otopilotumuz kendine bizimkinden başka bir rota çizmiş! Bunu öyle sadece boralarda falan da yapmıyor. Aklına esince yapıyor… bu yolda ona güvenemeyeceğimiz kesin.
                      Sayfa 112
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Orhan Barut - Ocak 07, 2011, 12:38:28
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Biraz romantizmi bozdu sanki ama en azından kutup yıldızının bile acıık bir kusuru olduğunu ogrenmiş olduk..
Kutup yıldızı Dünyanın tam ekseninde değildir. Öyle olsaydı eğer, bulunduğumuz yerden kutup yıldızının görünen yükseklik açısı bulunduğumuz noktanın tam enlemi olurdu(yine de çok yakındır).

Bulunduğumuz yerde baş parmağımızla kutup yıldızını, işaret parmağımızla ufuk çizgisini gözümüzle hedeflersek iki parmak arasındaki açı yaklaşık olarak bulunduğumuz noktanın enlemini verir.
Kutup yıldızı Dünya ekseni etrafında maksimum 1 dereceye kadar değişen yarıçap etrafında dolaşır. Kutup yıldızının bu küçük daire üzerindeki pozisyonu aynı zamanda bulunduğumuz noktadaki yerel saati belirler.
Parmak veya basit bir aletle kutup yıldızının açısını ölçmeye eskiden "star shooting" derlerdi.
Aşağıdaki resimdeki gibi:
(http://img32.imageshack.us/img32/6894/stargp.jpg)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 08, 2011, 01:04:14
Deniz Tutkunlarına Tekne Sofraları – Deniz Gürsoy

        Denizcilik bir zamanlar erkek sporuydu. Erkekler teknelerle açılıp yeni kıtalar fethederken, deniz savaşına, balık tutmaya, hatta kayık ya da kanosuna binip nehrin ya da denizin öte tarafındaki ormanlarda avlanmaya giderken kadınlar hep evde bırakılırdı. Yüzyıllar boyunca teknede kadın bulunması uğursuzluk sayıldı.
        Yirminci yüzyılın ortalarından bu yana artık kadınlar da teknede. Hatta çocuklar. Daha da ötesi köpekler. Yani ailece deniz tutkunu olanlar artık hayatlarının bir bölümünü ailece denizde geçirir oldular.
               Sayfa 13
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız,
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
                                            Yahya Kemal


   Denizcilere tekneye binerken erzak temininin ne kadar önemli olduğunu Tanrı bile hatırlatmak ihtiyacı duyar. Nuh peygambere gemiye binmeden önce: “…yenilen her yemekten kendine al ve yanına topla ve sana ve onlara da yiyecek olacaktır.” Diye öğütler Tanrı. İnsanlık tarihinin bu denli önemli deniz yolculuğunun sona erdiği gün olarak hem Musevi geleneğinde hem de Müslümanlıkta 10 Muharrem’de aşure dağıtılır. Geminin seyri boyunca erzak ambarından sağa sola saçılmış buğday ve kuru baklagillerden yapılan bu yemek, gemiden çıkanların ilk yemekleri oluverir. Binlerce yıldır konu komşuya o gün anmak için aşure dağıtılır.
      Sayfa 17
        Tekneye en yakışan yemekler kuşkusuz balık yemekleridir.
En iyisi balığın tekneden tutulmasıdır. Eğer tutuyorsanız, size Yüksel Kurtis’in en büyük tüyosunu vereyim. Balığın ağzından oltayı çıkarır çıkarmaz yarı yarıya buz ve su dolu kovaya atın. Buzlu suda balık ölünceye kadar bekletin. Bakın pişirdiğinizde balığınız ne muhteşem bir lezzete kavuşacak.
         Balığı buzdolabına koyup öğün zamanına kadar bekletecekseniz, ayıklayıp deri yüzeyini tuzlayın ve tuzu elinizle her tarafa yayın. Sonra açık karın kısmına hem tuz hem de karabiber sürün. Balıkları buzdolabında böyle bekletin.
        Büyük balıkları fileto yapmaya karar verirseniz, baş ve kılçıklarını balık çorbası yapmak için ayırın.
Hamsi yapacaksanız kılçıklarını atmayın. Onları yarım un, yarım mısır unu, tuz ve az pul biber ektiğiniz karışıma bulayarak kızgın yağda çevirin. Aperatif içki yanında sunabileceğiniz şahane bir çıtır çerez olacaktır.
                  Sayfa 220
   
(kitapta 9 kahvaltılık, 10 soğuk çorba, 12 sıcak çorba, 13 ekmek üstü, 19 salata, 40 soğuk meze, 10 zeytinyağlı, 27 sıcak meze, 5 makarna, 8 makarna sosu, 13 pilav, 12 yumurtalı yemek, 9 sebze yemeği, 24 et yemeği, 4 tavuk yemeği, 30 balık yemeği, 15 tatlı, 11 serinletici içki ve 24 içki, toplam 295 teknede kolaylıkla hazırlayabileceğiniz denenmiş tarif mevcut… arka kapak.)
Başlık: Elimin altındaki yelken dergilerinden rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 13, 2011, 14:43:57
Yelken Dünyası – Nisan 2010 – Ali San

          Rehber fenerine rota tutarak liman ağzına giren tekne ekibi, birden arkalarında dört metrelik bir dalganın oluştuğunu fark ederler. Bir şey yapabilecek zaman olmadığı gibi, çift dalganın tam Hippopotamus’un kıçında kırılacağını anlarlar. Sonke eşine “tutun!” diye bağırırken dalga tekneyi kaldırır ve yan çevirir. Bir iki saniye sonra her ikisi de suların altındadırlar. Etraflarında sadece kaynayan bir büyük beyazlık vardır. Sönke dümene sarılmışken, Judith anayelken ıskotasına tutunmaya çalışmaktadır. “Tüm gücümle tutunmalıyım” diye düşünmektedir, direk tepesinin suya değdiği anda teknenin 100 dereceden fazla bayılmış olacağını bilmektedir.
          Uzun, korkutucu saniyelerden sonra Hippopotamus doğrulur, ekip suların içinden çıkmıştır. İlk bakışta birbirlerinin teknede olduğundan emin olurlar. Tüm olayın en güzel anı budur. İkinci bakışta armanın yerinde durduğunu algılarlar. Rüzgar gülü windex kırılmıştır, ama o an bunu görmemişlerdir. Hemen bunun ardından fark ettikleri, motorlarının hala çalışmakta olduğudur. Hemen harekete geçip teknenin burnunu açık denize doğru çevirerek tehlikeden uzaklaşmaya çalışırlar…   
                       Sayfa    67

Yelken Dünyası – Eylül 2010 – Evren Ertür

           1950’li yıllardan sonra Akdeniz limanlarında turistik ilk link sefer yapan Devlet Deniz Yolları’nın Ankara Gemisi ve bu geminin efsane kaptanı Şefik Kaptan ile genç yaşımda iken tanışma fırsatı bulduğumda, bana latife ile karışık, “Bak denizci! İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yedi fener geç, evli isen nikah düşer, bu işi sağlamlaştırmak için Bozcaada’ya vardığında Aburga Ahmet Dede’ye bir yasin okumak şartı ile” demişti.
            Şefik Kaptan çok dakik ve denizde çok prensipli, hava şartlarını çok iyi değerlendiren, dediği saatte dilediği limana ulaşmakta çok mahir olan biriydi. Bir rivayete göre genelde Karaköy’den öğle saat on ikide hareket ederken gemi düdüğüne bastığında, Karaköy, Eminönü esnafı saatlerini ayarlarmış. Bir sefere çıkarken de yanında gelecek eşini, beş dakika geciktiği için rıhtımda bırakıp yola çıktığı söylenir.
                       Sayfa    56

Yelken Dünyası – Ocak 2011 – Yücel Köyağasıoğlu


   Yıl 1949: Bir Pazar günü, her zaman olduğu gibi Yıldız tam arma, Moda Deniz Kulübü’nün önünden kalkıp Adalara doğru yelkenle seyir ederken, rüzgaraltında gitmekte olan yandan çarklı vapurun iskele tarafından geçerken, nasıl olduysa baş tarafından tam çarkların olduğu yere bindirir. Cıvadrasının ucundaki baş ıstralya çarka dolanır ve koca tekne 90 derece yana yatar. Bir anda ıstralyası kopan Yıldız tekrar dikilir ve düzelir. Fakat üzerinde hiçbir şey kalmamıştır. Baştarafı kırılmış ve pupa direği sakatlanmıştır. Faciayı görüp yardıma koşan tekneler arasında olan İpar yatı, Yıldız’ı yedekler ve Moda’ya götürür. Burada arması sökülen tekne, Fenerbahçe mendireğine kıçtankara bağlanarak kaderine terk edilir. 
                            Sayfa   43
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 26, 2011, 00:30:39
        Siperliğimin kenarından fincanıma yağmur damlaları düşerken en son kara parçasını görüşümün üzerinden kaç gün, kaç saat ve hatta kaç dakika geçtiğini hesaplamaya çalışırken buldum kendimi. Abuk sabuk sayıları birbirine çarpmaktan vazgeçtim, hiçbir anlamı yoktu nasıl olsa. Önemli olan sıcak bir şeylerdi. Sıcak kuru bir çizme mesela. Anlamsız rakamlara satılan UGG denen –ve benim nefret ettiğim- Avustralya çizmeleri geldi nedense aklıma. Evet, şimdi o çizmelere o parayı verebilirim. 
        Yolculuğuma eşlik eden şakacı tropikal squall’lerden biri daha, bir kaç dakika önce tepemden geçip CE yapmıştı. Çok uzaklara gitmediğini biliyorum, uzun ıslak kuyruğu teknemin üzerinden sürtünerek geçiyor. O bana bu kez pek de nazik davranmamış olsa da ben hanımefendiliğimi bozmayarak onu bir anakondaya değil tavus kuşuna benzetiyorum – ki üzerimden bir kuyruk geçecekse bari bu bir tavus kuşuna ait olsun – hayran hayran ışıltısına bakıyorum. Renkli tüylerinden biri rüzgar gülüme takılıp döne döne teknemin içine, yanı başıma düşüyor. Çaktırmadan alıp sırılsıklam montumun cebine tıkıştırıyorum. Bir sonraki squallin sırf bu yüzden bana iyi davranacağını düşünüyorum.
         Amerika’da büyük kasırgalara kadın ismi veriliyor. Ben de üzerimden geçen sert rüzgarlara Shakespeare karakterlerinden isimler vermeye başladım. Az öncekine de, oyunun sonunda; “Bir at, bir ata krallığım” diye bağıran ihtiyar Kral Lear’ın adını verdim.
         Dün ki hırçın, vurup kaçıveren ve sağa sola çarpmaktan her yanımın morarmasına sebep olan dengesiz rüzgara da Hırçın Kız oyununun baş karakterine ait olan Katharina adını koydum. Bu gece bir squall daha gelirse adını Othello koyacağım.
        “Duydun mu kara gecenin rüzgarı!!” diye bağırdım önümde uzanan boşluğa ve boşlukta yükselip alçalan swell’lere. “Sana içiyorum!!” diye fincanımı uzatıp büyük bir yudum aldım ve hemen tükürdüm. Tanrım buz gibi olmuş.
        Dümenin başından kalkmadan termosa uzanmaya çalıştım. Parmaklarım değiyor ama termosu kıstırdığım lastiğin içinden çıkartmak için kalkıp bir iki adım atmam lazım. İmkan yok. Çok ağır bir çuvalım şu an.
“ah! Delirmeyim, delirmeyim, sevgili tanrılar;
Aklımı başımda tutun; delirmek istemiyorum.”

   “Hey Lear, duyuyor musun beni?” diye bağırıyorum kuyruğunun ucuyla hala beni gıdıklayan Kral Lear adını verdiğim Squall’e; “Bunlar benim değil, Shakespeare’in sana söylettiği sözler!”

   Termosa doğru bir hamle daha yaptım. Bu kez lastiğin kopçasına ulaştı parmaklarım. “Birkaç dakika sonra sıcak çay içeceğim.” Dedim kendi kendime “O zaman şu yelkenlere de bir el atar trim yaparım.” Ya da yapmam, bence bunca dengesizlikte gayet iyi gidiyor….

                    sayfa  157

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 26, 2011, 15:18:05
alıntının yapıldığı kitabın adını yazmayı unuttuğum uyarısı özelden geldi ama sanırım genelde yazı çok dikkat çekmedi :)
bu kitabın henüz adı yok... takriben 10 sene kadar sonra tarafımdan yaşanarak yazılacak bir gezi kitabının kurgu demosu sadece :)
dün gece sırılsıklam girdiğim evimde cama vuran yağmur eşliğinde kitaplarımı karıştırırken kurgulandı...
satar mı sizce  !*.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ahmet Çelenoğlu - Ocak 26, 2011, 15:27:38
Şmdilik bir masal kitaı olan eserinizin gerçekleşerek gerçekten yaşanmış bir hikaye kitabına dönmesini bekliyorum.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Ocak 26, 2011, 15:37:17
Mavi Sürgün- Halikarnas Balıkçısı

İstiklal mahkemesinin verdiği ''Bodrum kalebentliği'' sürgünü olarak aylar süren yolculuktan sonra kah arabayla kah yayan tam da Bodrum a girmek üzereyken...


''En nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular ‘Neredeyse Bodrum görünecek’ dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu… Tepedeki bir dönemeci dönünce ‘şırrakguuuur’ diye Arşipel’ in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Hani büyük camilerde ya da kiliselerde bir din adamı, bir şey söyler de, cemaat o sözü tekrarlar. Tekrarlanan söz en yakınımızdaki binlerce dudaktan, binlerce insan öteye kadar dalga dalga sıcak bir uğultu halinde enginler. Böyle bir güür…r’ler de, secdeye varılışlarla olur. Yalnız burada üstümüzü kapayan bir kubbe değil, bir derinlik var sonsuz. Akşamın çividisinde koyulaşan koca Arşipel -eski deniz varlığını bana öyle bir heybetle bildirdi. Masmavi bir gürleyişti o. Ben diyeyim yüz bin deniz mili, en berrak bir açıklığa uzuyor. Doğduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim. Güvercinlik Körfezinde de böyleydi. Ama orada, ne de olsa karşı kıyı vardı. Burada göz yaylımına hiçbir engel yoktu.Bakış ufukları belirledikçe adalar, sonra kıyıların denize sarılıp sarlaşmış kalabalık burunları ve koyları.

Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada kaleyi taşıyan yarımada. Doğrusu ben, kalenin kulelerini daha basık sanıyordum. Bembeyaz yükseliyorlar. Yüreğimdeki kaygı artıyor.

Ne de olsa Bodrum adının yüreği sıkan bir karanlığı, bir boşluğu var. Oysa gördüğüm ışık ve berraklık, buğuyu üfüren meltem gibi izbeliği ve loşluğu öylesine sildi ki, hapsedilsem bile, hapishanenin göğü gören bir penceresi, bir kapısı olur diye içim aydınlanıyor. ''

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: mehmetsutcu - Ocak 26, 2011, 17:44:41
Ben diyorum zaten...
"Bu forum gizli yazarlarla dolu..." 1w5ey8

Bence biraz daha Türkçe...
Çünkü karşılığı var...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 26, 2011, 18:00:45
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Şmdilik bir masal kitaı olan eserinizin gerçekleşerek gerçekten yaşanmış bir hikaye kitabına dönmesini bekliyorum.
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Ben diyorum zaten...
"Bu forum gizli yazarlarla dolu..." 1w5ey8

Bence biraz daha Türkçe...
Çünkü karşılığı var...

teşekkür ederim, çok naziksiniz :)
o kadar çok okyanus geçisi vs anısı okudum ki korkarım ben geçişimi yaparken sürekli bir "bu anı daha önce yaşamıştım" hissine kapılacağım  ;)
hayal kurmak güzel....
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 07, 2011, 23:22:34
Denizde Günah – Klaus Hympendahl

           “Ve siz bana adı geçen gemide yüzden fazla hacı taşımayacağınıza ve bu hacıların arasında kadınların olmayacağına dair söz veriyorsunuz.” Cenova liman kenti yönetiminin 1251 yılında gemi kaptanlarına verdiği bir talimat böyleydi. 1731 yılında dünyanın en büyük denizci ulusu, Büyük Britanya, Kraliçe’nin Nizamnameleri ve Amirallik Talimatnameleri isimli kurallar manzumesini yayımladı. Burada kaptanlara ve gemi kumandanlarına teknelerinde kadın taşımaları kesinlikle yasaklanıyordu (not to carry any women to Sea)
                      Sayfa 13
           Anne Bonny ve Mary Read kadın korsanlardı…
      Tarih yazanlar bu iki kadını görmezden gelemediler çünkü onların enfes hikayesi 1724 yılında bile İngiliz halkının fevkalade ilgisini çekmişti…
   Anne Bonny İrlanda’da dünyaya gelmişti. Mary Read ise İngiltere’de. Her ikisine de çocuk yaşlardan itibaren erkek kıyafetleri giydirilmişti. Biri evlilik dışı bir çocuktu ve uzak akrabaların oğlu diye tanıtılıyordu, diğerinin annesi ise o dönemde kız çocuklar mirastan pay alamadıkları için punduna getirip pay kapmaya çalışıyordu.her iki kadını da hayat daha sonra okyanuslara sürüklemişti.ve Bahamalar’da tanıştılar, bu sırada her ikisi de çoktan korsanlığa başlamıştı. Bu kaderin emrettiği büyük bir tesadüf olmalıydı çünkü bu dönemde Karaipler’de aşağı yukarı dört bin erkek meslektaşları sanatlarını icra ediyorlardı.
                    Sayfa 68

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 07, 2011, 23:44:03
kırmızı çizgili ekvator - Yücel Sügen

       Harita kamarasının kapısı açıktı. köprüden esen rüzgar yüzümü yaladı. Sanki içinde tuz tadı vardı. Süvari de oradaydı, selam verdikten sonra pencerenin arkasına geçtim. Kocaman bir dalga aniden geminin başkasarasına çullandı. Güreşen birinin rakibinin kafasını kıvırmasına benzer bir hareketle birinci ambara kadar güvertenin sularla boğuştuğunu dehşet içinde izledik. Sonra fizik kuralları gücünü gösterdi, teknenin başı sulardan sıyrıldı. Güverteye dolan deniz suları çağlayanlar gibi yeniden aşağıya boşanmaya başlamıştı. Sanki Niagara şelalesinden boşanan serpintileri seyrediyorduk. Üzerine vuran güneş ışığından karmaşık renkli gökkuşağı oluşmuştu.
                   sayfa - 97

       Şangay'dan ayrıldığımız güneşli ama, ayaz soğuğu hissedilen kış günü, önümüzde uzanan ondörtbin millik yolculuğun nasıl geçeceğini düşünüyorduk. Gece gündüz, ormanları, dağları ve bozkırları aşmaya kalkan birisi dünya çevresinin yarısı eden bir yolu nasıl alacağını kara kara düşünmez mi? en az kırkbeş gün çalınacaktı yaşamdan!
                   sayfa - 139
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 08, 2011, 13:33:28
şimdi kargodan yeni sipariş ettiğim kitaplarım da geldi :)

azzzzzzz sonraaaaa....
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 08, 2011, 14:32:22
Denize karşı – Louisa Rudeen

           Bill, son yem kırıntısını riske atarak bir deneme daha yaptı ama yemi kaptırdı. İki gün boyunca hiçbir şey yiyemediler. Aniden, çevrelerindeki su karıştı. Bir yunus, salın altındaki balık sürüsüyle besleniyor, balıklar da can havliyle oradan oraya kaçışıyorlardı. Küçük balıklardan biri havaya sıçradı ve bir hayli de yükseldi. Bill de onu elleriyle yakalayıp sala aldı. Sonra bir tane, bir tane daha… “15 dakikada 4 tane balık yakaladım ellerimle” diyor Bill, “ o andan itibaren bir daha balık tutmakta hiç zorluk çekmedik.”
   Sonraki günlerde hava adeta bir döngüye girdi. İki gün azgın bir fırtına, sonraki iki gün yakıcı güneş, sonra yeniden fırtına… Can salının onları güneşin kavuruculuğundan , yağmur damlalarının darbelerinden koruyan tentesi de su geçirmezliğini tamamen yitirmişti. Her yağmurdan sonra su boşaltmak zorundaydılar. Saldaki her şey sırılsıklamdı. Giysilerini kurutmak için güneşe seriyorlardı ama bazı giysiler o kadar çürümüş ve pis kokar hale gelmişti ki, denize atmak zorunda kaldılar.
                  Sayfa 22 

   ….Adam yaklaşık 9 saattir 7 derecelik sudaydı.
   “Ağır bir hipotermiye girmişti ve şoktaydı” diyor Rock, çevresinde olup bitenlare kayıtsızdı. Kazazedeler, şiddetli su sıçrattığı için genellikle helikoptere arkalarını dönerler. O hiç oralı olmadı. Öylece durdu, elindeki tahtaya tutunmaya devam etti. Kendini, can yeleğinin üzerindeki şeritlerle kütüğe bağlamıştı.
           Helikopterden yayılan bir milyon mumluk ışığın altında çalışan Rock, ilk iş olarak Lopez’i kütüğe bağlayan şeritleri kesti. Ama Lopez kütüğü bırakmadı. Rock, uğuldayan buz gibi fırtınanın içinde Lopez’e bağırıp el işaretleriyle anlatmaya çalıştı: “Bırak kütük gitsin. Kurtuldun. Haydi, helikoptere gidelim.” Ama ne desem kar etmedi. Bırakmıyordu kütüğü. Tutup çekmeye çalıştım ama kenetlenmişti sanki, ayıramadım.
                  Sayfa   173
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Güven Birkan - Şubat 08, 2011, 22:24:47


Alman "Stern" dergisinin, açtığı bir yarışma sonunda kazananlara verdiği ödüllerden biri, ünlü bir açık deniz gezgini yönetiminde, Almanya'dan Newyork'a 15 metrelik bir yelkenli ile gitmektir. Teknede, yelken deneyimi olmayan dört çift olacaktır.

Kitabı deneyimli denizci wilfried erdmann yazmış. Belki çoğunuz okumuşsunuzdur. Özellikle sorumluluğu üstlenen deneyimli denizcinin,biraz da ürkerek girdiği bu macera ve yeni bir deneyim olarak yaşadıkları bana çok ilginç geldi. Yolculuğun sonunda, bu maceradan çıkardığı dersleri bir liste olarak sıralaması da hoş.

Kitabı Denizciler Kitabevi'nde bulabilirsiniz.



"İmkansız bir sefer"
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 09, 2011, 12:46:16
Sıra dışı Yolculuk – Tristan Jones

   Hemen kaportadan içeri daldım ve kendimi bir karış suyun içinde buldum. Yeniden su alıyorduk. Ya da bana öyle geliyordu.
   Sintinedeki suyun canı cehennemeydi, önce tekneyi kurtarmalı ve lagünden çıkıp fırtınanın içine girmeliydik. Sızıntıyla, açıldıktan sonra ilgilenebilirdik. Motoru öyle bir anda çalıştırmışım ki, tam o sırada demirin zinciri büyük bir gürültüyle koptu. O kudurmuş havada, demiri kurtarmaya falan çalışmayıp, yavaş yavaş lagünün kayalarla çevrili, köpükten bembeyaz olmuş dar girişine yol verdik. Çıkar çıkmaz bocurumu açıp traverse çıktık, çünkü biliyordum ki, en az 40 mil boyunca rüzgaraltımızda hiçbir şey yoktu.
   Motoru durdurup aşağı zıpladım. İçimde çok kötü bir hüs vardı, o nedenle yaptığım ilk şey suyu tatmak oldu. Demir aldığımızdan bu yana suyun seviyesi yükselmemişti. Bir parmak su, kuşkularımı haklı çıkardı. Su tatlıydı! Kızıldeniz’in orta yerinde lanet olası tatlı su! Nasıl becerdiysek tatlı su tanklarından birini delmiştik. Condrad’la birlikte derhal farş tahtalarını kaldırıp, kuzinedeki musluğu besleyen bağlantı borularını kontrol ettik. Tam orada, çarpraz bağlantı borularının üzerinde diş izleri vardı! Boru ısırılmıştı. Ter içinde, Conrad’a baktım; karamsarlıkla bembeyaz kesilmişti.
      Sayfa 71

   Yağmuru omuzlarından silkerken Sea Dart’ın nerede olduğunu sordu.
   “İşte” diye yanıtladım, güvertesi rıhtım seviyesinin altında kalan küçük tekneyi işaret ederek.
   Tekneme bir an baktıktan sonra, “Bu mu? Lanet olsun, bunu servis botunuz zannetmiştim. Neden bunu trenle geçirmiyorsunuz ki?”
   “Param yok.”
   “Kahretsin, geçirmem ben bu lanet olası çocuk oyuncağını buradan!”
   “O zaman buradan çıkıp Horn Burnu’nu geçmek zorunda kalırım değil mi?”
   “Aman be! Tamam! Hadi gidelim o zaman.”
      Sayfa 222

   “Ne kadar hız yapabilirsiniz Kaptan?” diye sordu kılavuz, yukarı çıkarken.
   “Rüzgara göre değişir ama yollu bir teknedir.”
   “Rüzgar mı?”
   “Evet. Henüz bir motor alamadım.”
   “Tanrım! Peki Kaptan, bakalım bu lanet şeyle neler yapabileceksiniz. Ah lanet olsun, seni havuzlara gemilerden önce almalıyım.”
   Böylece Sea Dart Panama Kanalı’nı yelkenle geçen ilk tekne oldu. İyi bir poyrazla gayet güzel zaman geçirdik ve havuzlara sorunsuz girip çıktık. Dört koca hippi, güvertede dikilmiş, gemilerin arasında halatları tutarken zaten yelken görevi görüyorlardı. Havuzun ortasına geldiğimizde “aşağı” diye bağırınca onlar da yüzükoyun güverteye uzanıyorlardı, böylece otomatik olarak yelken küçültmüş oluyorduk. Yeryüzünde yelken olarak hippi sakalı kullanan ilk okyanus teknesi muhtemelen bizimkiydi!
      Sayfa 223 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 17, 2011, 15:22:09
AMAT – İhsan Oktay Anar

                 O gece, arkadaşları yükleme işinde ter dökerlerken, tayfanın yatıp kalktığı başkasarada, gabyarların ve marinellerin Göbelez Baba diye hitap ettiği yaşlı birdeniz kurdu ile palavra güvertesindeki kolombornelerden birinin tomarcılığını yapan "Kazdağlı" lâkaplı bir delikanlı, gerip bağladıkları brandalarına sırtüstü uzanmış, yarım testi şarabın, koyu bir sohbetin ve tembelliğin tadını çıkarıyorlardı. Sanki tutuşup alev almak için bekleyen, ateşe aç kupkuru meşe kerestelerden yapılmış o gemide, yangın çıkarma riskini göze alıp bir de mangal yakmışlardı. Yaşlı deniz kurdu, ağzına dikip dolu dolu birkaç yudum aldığı testisini tomarcıya uzatırken gegirdi ve, "Biz burada keyfimize bakarkengüvertede çalışan enayiler dilerim ki yükleme işini imsak vaktinden önce bitirirler. Allahım yardım et bize! Yâ Rabb! Bizleri kem gözlerden ve her türlü uğursuzluktan koru!" diye mırıldandı. "Sabah ezanı okunduktan sonra palamarı alırsak pazartesi değil, Allah korusun, salı günü yelken açmış oluruz."
                 Genç tomara testiden tam bir yudum alacaktı ki, bu söz üzerine duraksayarak, "Rahmetli babam da 'Yolculuğa pazartesi çıkmak münasiptir.' derdi. Rivayete göre Şuayip Aleyhisselâm rızkını kazanmak için o gün yola koyulmuş," dedi. "Salı günü yelken açmak uğursuzluk getirir derler. Ama neden uğursuz sayılır, bir anlatsana baba!"
                 Yaşlı denizci şarap testisini yâreninin elinden çekip almaya çalışarak, "Hep sen içiyorsun! Ver şu testiyi de anlatayım sana bir bir! Ver! Bak veriyor mu! BreKazdaglı! Ver de açtırma bayramlık ağzımı!" diye bağırdı. Tomarcı da, verdiğinde geri alamayacağını bildiği testiyi ağzına dikip neredeyse tamamını içtikten sonra marinele uzattı. Yaşlı adam da kalan bir iki yudumu içtikten sonra, defter-i kebirini açıp sunturlu bir küfür savurdu. Aldığı bu sıvı nefsini tam anlamda köreltmemiş olmalıydı ki, testiyi dikip damlaların teker teker ağzına damlamasını bekledi. Sanki zaman donmuş gibi bu vaziyette birkaç dakika kaldı.Ne yazıktır ki, zavallının ağzına ancak 5-6 damlacık şarap damladı. Bu haram içkinin ve öfkenin etkisiyle, belki biraz da acemiyi ürkütüp korkutmak için,"Gemiyle sah günü sefere çıkılmaz," dedi. "Çünkü salı kan günüdür. Âdem Peygamber'in oğlu Kabil, öz kardeşini bir salı günü öldürmüştü. Aynca Havva Anamız yine salı günü âdet gördü. Aynı gün ölen başka o kadar çok sayıda insan var ki! Mesela Firavun'un sihirbazları. Bu adamların hepsi Hazreti Musa'ya inanmışlardı, Zekeriya Aleyhisselâm ile Firavun'un karısı Asiye de hep Salı günleri öldüler. Güvertedeki sünepeler ellerini çabuk tutmazlarsa biz de Salı yola çıkmak zorunda kalırız ki, bu, yolculuğumuzun kanlı geçeceğine delâleteder. Muhtemelen ikimiz de ölürüz. Haydi ben 70 yaşındayım, yaşayacağımı yaşadım. Ama sen kadın kız nedir onu da bilmiyorsun daha. Galata'daki kırmızı fenerli evlerin birinde bir yosmayla daha siftah etmiş bile değilsin. Yazık olacak sana Kazdaglı! Yazık!"
               Tomarcının beti benzi atmış, gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı. Sözlerinin etkisini görüp de keyiflenen Göbelez Baba konuşmasına devam etti: "Kim bilir Akdeniz'in neresinde bir deniz cengi olduğu vakit, ya direkten düşersin yahut bir serseri kurşuna hedef olursun, işte o zaman seni brandana sarıp diktikten sonra küpeşteden aşağı yallah ettiklerinde, 'Vah vah! Yazık oldu Kazdaglı'ya. Hayatına doymadan denizin dibine bakir gitti! Vah olsun!'diyecekler ve sen de Haydar'ın kasasını boylayıp balıklara yem olacaksın!"
                Tomarcmm çenesi titremeye başlamıştı. Korku dolu bir sesle, "Üstelik en az ikiay sonra denize açılmamız lâzımdı. Mevsim kış!" dedi. "Hatta ikinci cemrenin suya düşmesine bile daha iki gün var. Cemre suya düşmeden deniz seferine çıkmak nerede görülmüş?"
               "Şunu bil ki, ancak kadırgalar yaz vakti sefere çıkar. Ama kalyonda olduğumuzuunutma," dedi yaşlı adam. "Rüzgâra ihtiyacımız var. Yazın rüzgâr müzgâr olmaz.Günde 50 mil bile yapamayız.

                    Sayfa 19-20-21
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 22, 2011, 23:51:55
Macellan'ın izinde Mardek'in seyir defteri - Hakan Öğe

27.03.2005
Brezilya, Soure
S 00° 44'-W 048° 30'
            Aşağı yukarı tam ekvator çizgisinin üzerindeyiz.
            Hemen her gün yağmur yağıyor. Güneşi geldiğimizden beri sadece bir kez görebildik. Bu yüzden, ekvator olmasına rağmen hava hiç bunaltıcı değil. Hava bu kadar kapalı olmasa buralarda yaşamak heralde mümkün olmazdı.
            Rio paracuari’nin hemen başında olan Soure dünyanın en büyük nehir adası olan Marajo Adası’nın başkenti. Bu adanın yüzölçümü kitaplarda İsviçre’den daha büyük diye geçiyor.Soure nehirde bir mil kadar ilerledikten sonra bir anda karşımıza çıktı. Daha görür görmez büyülendim. Yaklaşık 11 aydır yoldayım, beni ilk görüşte bu kadar çarpan hiçbir yer olmamıştı o ana kadar. Nehrin üzeri irili ufaklı ahşap tekne kaynıyordu. Bir nevi su kenti olan Amazon’da bir yerden bir yere gidebilmenin genellikle tek yolu nehir. Bu yüzden herkesin bir teknesi var. İncecik, hemen her an devrilecek hissi uyandıran tekneleri küçük çocuklar dahi büyük bir ustalıkla,inanılmaz süratle kullanıyorlar.
           Karaya çıktığımız anda Brezilya’nın müthiş enerjisi bizi içine aldı. İnsanların içi kıpır kıpır. Herkes çok içten ve güler yüzlü. Yol boyunca insanlardan dolayı hissettiğim gerginliği burada hissetmiyorum. Yoldaki insanların davranış biçimi bize inanılmaz benziyor. Aynı sıcaklık, aynı içtenlik. Yol boyunca denizcilerden iki ülke için sadece çok olumlu şeyler duymuştum: biri Brezilya, biri Türkiye idi. Turizm açısından ülkeleri olumlu ya da olumsuz yapan en önemli faktör  yerli halkın genel tutumu. Karayip Adaları coğrafi olarak cennetten bir köşe olmasına rağmen, Trinidad dışında, insanlar yüzünden değil sevmek, adeta nefret etmiştim. İnsanların tavırları pozitif olunca diğer her türlü olumsuzluğu görmüyor insan.
            Brezilya demek dans demek, futbol demek. Soure çok küçük bir kent olmasına rağmen şu ana kadar üç futbol sahası gördüm, hepsinde de ciddi maçlar oynanıyor. Üstelik futbola en az erkekler kadar kadınlar da meraklı.
Şehirden günün her saatinde müzik sesleri yükseliyor. Arabalarına koydukları ınanılmaz güçlü müzik sistemlerinden yükselen müzik eşliğinde, gençler yol kenarında samba yapıyorlar.
Ulaşımın büyük bölümü her tarafı ağ gibi saran su yollarıyla yapılıyor. Kara üzerinde ise belli yerlere kadar açılabilmiş yollardan genellikle bisikletle yol alıyorlar. Araba çok fazla yaygın değil. Tek tük görünen arabaların çoğu ağzına kadar hoparlörlerle doldurulmuş.
                sayfa  139-140

Salvador
12.09.2005
S 12° 58' - W 038° 30'

         10 gündür tekneyle uğraşmaktan seyir defterini güncellemek mümkün olmadı.
Tekneyi Salvador'a 15 mil mesafedeki Aratu Koyu'nda karaya almaya karar verdik. Fakat burada klasik vinç yerine bir traktörle çekilen askı vardı. Demir tekerlekleri olan askıyı yüksek su zamanında denize atıyorlar, tekneyle üzerine geldikten sonra halatlarla tekneye sabitliyorlar. Sonra bir traktörle çektikleri araba rampadan yükselirken tekneyi de kaldırıyor. Arabanın tekerlekleri demir olduğundan inanılmaz titreşim yapıyor. Tekneyi bir köşeye sabitleyene kadar epey ecel terleri döktüm.

          Tekne altı gün karada kaldı. Bu süre zarfında üç kat zehirli attık. Türkiye'den beri su yapan salmastra kutusundaki contayı değiştirdim. Hafif esneme yapan dümen kovanını söküp tekrar yerine taktım. Altıncı gün sonunda Mardek pırıl pırıl suya inmeye hazır hale gelmişti.
Oyalanmadan hemen Salvador'a geri döndük. Burada pek övülen Perulu bir elektrikçiyi bulup içine hafif su almış olan ırgatı gösterelim dedik. Adam bunu sökmesi ve su geçirmezliği sağlayan contaları değiştirmesi gerektiğini söyledi. Kabul ettim. Irgat özellikle sert havalarda demir alırken çok önemli bir alet. Patagonya'nın deli rüzgârlarıyla boğuşurken arıza yapan bir ırgatla uğraşmak istemiyordum doğrusu. Fakat maalesef üç gündür ırgatın şaftını sökmeyi başaramadılar. Sızan tuzlu suyla metaller birbirine adeta kaynak olmuş. En sonunda tüm ırgatı teknenin üstünde paramparça ettiler. Fakat şaft hâlâ duruyor. Tekneyi keserek çıkarmayı teklif ettiler, tabii ki reddettim. Delirmek işten değil… Bugün büyük bir çektirmeyle gelip çıkarmaya çalışacaklar. Aleti onarılmayacak şekilde kıracaklar diye ödüm kopuyor. Ama yapacak bir şey yok. Öyle ya da böyle sökülmesi lazım. Günlerdir epeyce stres dolu anlar geçiriyoruz. Teknenin içi darmadağınık. Adamlar ön kabinde çalıştıklarından her şeyi çıkardık. Şansımıza deli gibi yağmur yağdığından eşyaları dışarı çıkaramıyoruz. Teknenin içinde oturacak yer dahi yok. Bu böyle devam ederse ikimizden biri keçileri kaçıracak sonunda…
                  Sayfa 191-192
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 27, 2011, 22:28:29
yelkenli bir tekneyle dünyayı ilk dolaşan adam Joshua Slocum "Spray" ile dünya turuna 24 nisan sabahı başlamış :)
yani benim doğum günümde  1w5ey8 (tabiii 1895 de o tarih henüz benim doğum tarihim değildi  :P )
tamam, sizin için bi anlamı yoktur ama ben şimdi kitabı okurken bu tarihi görünce çok heyecanlandım ( bu bir işaret olmalı falan geyiği işte  t*"y+ )
kitabın ilerleyen sayfalarında alıntı yayınlayacağım ama şimdi bunu paylaşmadan edemedim  ;D
tamam ben kitaba geri dönüyorum  !*.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Serpil Çam - Şubat 27, 2011, 23:04:38
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
yelkenli bir tekneyle dünyayı ilk dolaşan adam Joshua Slocum "Spray" ile dünya turuna 24 nisan sabahı başlamış :)
yani benim doğum günümde  1w5ey8 (tabiii 1895 de o tarih henüz benim doğum tarihim değildi  :P )


Evet ilginç bir rastlantı. Peki 23 Haziran diye bir tarih var mı? :)

Eline sağlık, paylaşımın için teşekürler. Keyifle okuyorum.

Senin dünya turu dönüşünde yazacağın kitabı, senden imzalı alıp okumak için sabırsızlanıyorum.

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 27, 2011, 23:10:14
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Senin dünya turu dönüşünde yazacağın kitabı, senden imzalı alıp okumak için sabırsızlanıyorum.

inancın için teşekkürler :)
gidemezsem, sırf senin için "Guliver'in gezisi", "80 günde devri alem", "deniz altında 20 bin fersah" gibi hayali bir kitap yazarım artık  !*.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Semih Korkut - Şubat 27, 2011, 23:30:45
 
   Nilüfer korsan sizin okuduğunuz kitapları görünceye kadar denizcilikle ilğili çok kitap okuduğumu düşünüyordum.şimdi ne kadar  az kitap okumuşum diyorum.
 Fuarda naviga standından aldığım KIÇTAN KARA  kitabını bir solukta  okudum.Ertesi sabah işe gitmekte çok zorlandım.İnsanı uyandıran bir kitap okuyacak arkadaşlara uyarı lütfen cuma günü okuyun.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 11, 2011, 00:52:32
İlk Defa Tek Başına 'Yelkenle Dünya Turu' – Joshua Slocum

Bot alabora olduğu anda ise yüzme bilmediğimi hatırladım ve küpeşteyi sıkıca kavrayarak can havliyle tutundum. Ardından botu düzeltmek için uğraştım ama o kadar heyecanlandım ki bot tam tur döndü ve ben yine eskisi gibi küpeştesine asılı kaldım, tüm vücudum halen suyun içerisindeydi. Biraz sakinleştikten sonra rüzgarın orta şiddetle karaya doğru esmesine karşın, akıntının beni açığa doğru sürüklediğini fark ettim, kesinlikle bir şeyler yapmam gerekiyordu. Botu düzeltme çabalarım esnasında üç kez tamamen suya gömüldüm ve son bir kararlılıkla bir kez daha denemeye niyetlendiğimde kendi kendime “şimdi de kendimi atıyorum” dedim, böylece arkamda bıraktığım kötülük habercilerinden hiçbiri “ben demiştim” diyemezdi. Belki çok büyük bir tehlikeydi, belki de fazla bir şey değildi ama o anın hayatımın en yüce anı olduğunu içtenlikle söyleyebilirim.
      Sayfa 58
  Bedava rüzgar eşliğinde günler boyunca yelken yaptım, teknemin pozisyonunu dikkatli bir şekilde haritaya kaydettim. Gerçi bunu, gece gündüz hesaplarla uğraşmaktan çok, sanırım içgüdüsel bir şekilde yapıyordum. Tüm bu süre boyunca teknem gerçek rotasında giderken, pusulaya hiç bakmadım bile. Güney yıldızını her gece bordamda görüyordum. Güneşise her sabah pupadan doğuyor, her gece tam karşımda, pruvadan batıyordu. Beni yönlendirecek başka hiçbir pusulaya ihtiyacım yoktu, çünkü bunlar gerçekti. Eğer denizde uzun zaman geçirdikten sonra hesaplarımdan şüpheye düşecek olursam gök kubbedeki büyük ustanın yaptığı saate bakıyordum, o hiçbir zaman şaşmazdı.
                        Sayfa 109
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Koray Özbeyli - Nisan 16, 2011, 21:13:25
Açılan bu güzel konu sayesinde bende okuduklarımı tekrar gözden geçirme şansı elde ettim..Nilüfer korsaniçemize bu zihin cimlastiği için teşekkür ederim
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Atilla Aytaç - Nisan 16, 2011, 22:31:06
nilüfer korsaniçe inş birgün çoooooook çok açıklarda karşılaşırız...
rüyalarınızın gerçek olmasını dilerim.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 16, 2011, 22:43:11
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
nilüfer korsaniçe inş birgün çoooooook çok açıklarda karşılaşırız...
rüyalarınızın gerçek olmasını dilerim.
çoooooooooook açıklarda inşallah :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Noyan Bakır - Nisan 16, 2011, 22:55:55
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
nilüfer korsaniçe inş birgün çoooooook çok açıklarda karşılaşırız...
rüyalarınızın gerçek olmasını dilerim.
çoooooooooook açıklarda inşallah :)

Çooooooooook yakınlarda inşallah :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 16, 2011, 23:02:15
Kıçtankara - Bahar Öztürk

Tarabya’dan yola çıktım ama şu an bile nereye gidiyorum emin değilim. Güya Bodrum’u hedefledim, yolun yarısında caymayacağım ne malum? Tek başıma kalkıştığım en büyük macera, aslında tek macera da diyebilirim…
Önce İstanbul Boğazı'ndan çıkacağım. Umarım köprüden tekneme atlayan olmaz, ne de olsa iki depresif için çok küçük kalır Sefahat, karamsarlığımızla alabora olur. Bula bula bu ismi mi bulmuşlar... Ne gamsız insanlar var dünyada. Hoş rüzgar böyle esmeye devam ederse bende de gam, keder kalmayacak. 
                         Sayfa 106

Neden kadınları teknede yaşatmanın bedelinin bu kadar ağır olduğunu da sordum. Lisa espriyle karşılık verdi, "kadınlık hormonu, östrojen tuzlu sudan kötü etkileniyor" ki Andrew bunu kesinlikle kabul etmedi, tek nedenin ojelerinin çabuk silinmesi olduğunu söyledi.
Sohbetimiz birkaç saat daha sürdü. Öğleden sonra İstanbul’a doğru yola çıkarken bir yelkenci sözü ile ayrıldılar; “go small, go simple but go…” (az git, basit git ama git)
      Sayfa 109
Kadın adama sorar “kıçtankara ne demek?”
Adam başka bir soruyla cevap verir “ne kadar soyunabilirsin?”
Kadın soyunur.
Adam tekrar sorar “ne kadar daha?”
Kadın daha fazla soyunur.
Adam yineler “daha?”
Kadın her şeyini çıkarır, elleriyle gizlemeden bedenini öylece durur ve sorusunu yineler
“kıçtankara ne demek?”
Adamın gözleri sulanır,
“sana dokunmadan gitmek” der.
Kadın “neden?” diye ağlar.
Adam, kıçtankara bağlı teknesinin halatlarını çözer,
“deniz kadar çıplak olamazsın, bu yüzden!”

arka kapaktan
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 28, 2011, 23:59:44
UZAKLAR - Atasoylar'ın Dünya Seyehati - Osman Atasoy

              12 şubat günü okyanusun koyu mavi sularına kavuşmak nihayet kısmet oldu. Uzaklar canlı bir rüzgarın önünde suları yararak ilerlerken hayatımda yeni bir sayfa açılıyordu. Etrafımızı çevreleyen sonsuz maviliğe bakıp kendime soruyorum; “gerçekten de biz okyanusta mıyız?” Çocukluğumdan beri düşlerimi süsleyen o engin dünyanın içinde olduğuma sanki inanamıyorum. Ama bu yaşadığımız hayal değil, gerçek; işte sonunda ona kavuştuk. Kuvvetli akıntının da yardımıyla Cebelitarık Boğazı arkamızda hızla kayboluyor. Kanarya Adaları’na kadar önümüzde 750 deniz mili yol var. Dümen başında sırayla üçer saat vardiya tutuyoruz. İlk gece vardiya Zuhal’de olduğu halde gözüme uyku girmeyince kalkıp havuzluğa, yanına çıkıyorum; karanlık suları devindiren rüzgarın sesini konuşmadan dinliyoruz.
              Sayfa 52
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Zafer Türkmen - Nisan 29, 2011, 10:47:11
Elinize sağlık. Şu "kıçtan kara" fıkra gibi. :D
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 29, 2011, 13:54:05
Hint felsefeleri yerine denizin kullanıldığı, bir nevi Ferrarisini satan bilge denemesinde bir kitap olmuş kıçtankara :) klasikler arasına karışmış bir beyaz dizi romanı gibi kaldı bende :D
yazar denizcilerimizden daha sıkı romanlar bekliyorum, deniz daha sağlam felsefik anlatımları hakediyor :-*
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 30, 2011, 00:09:08
“Denizciye Göz Kırpan Sevdalar” Deniz Fenerleri – M.Vefa Toroslu

 Dünyada ilk deniz fenerlerinin oluşmasına, çok eski çağlarda deniz taşıtlarına geceleri yol göstermek amacıyla kıyılarda, yüksek tepelerde ateş yakılması temel oluşturmuştur. Daha sonra liman ağızlarına konan taş sütunlar üzerinde ateş yakılarak bu görev sürdürülmüştür.
….
İlk fener kulelerinin tepesinde, içlerinde kalın odun parçalarının ya da kömürün yakıldığı çıkıntı ya da ocak vardı.bunları çalışır halde tutmak oldukça maliyetli idi. Bazıları yılda 400 ton kömür tüketiyordu. Bu tarz kömür fenerleri İskoçya’da 1816’lara,İngiltere’de 1822’lere ve Baltık Denizi’nde 1846’lara kadar kullanılmıştır.

En eski deniz fenerinin M.Ö. 7.yüzyılda Sigeon’da, bugünkü adıyla, Kumkale’de (Çanakkale) yapıldığı tahmin edilmektedir. Diğer ünlü antik fener kuleleri bugünkü İtalya bölgesinde bulunan Tiber ırmağı girişindeki Ostia Feneri, Ravenna, Messina,Bologna ve İngiltere’deki Dover Fenerleridir. Okyanus ülkeleri kıyılarında deniz fenerlerinin yapımına ancak 18. yüzyılda başlanmıştır.
Sayfa  30

Aydınlatma amacıyla kullanılan ilk fener gemisi, 1732 de Thames halicindeki Nore Sand’de denize indirilmiştir.

Fener gemisinin yalpalaması durumunda bile ışığın yatay doğrultuda kalabilmesi için, ışık donanımı, kardan halkaların yardımıyla bir dengeleme platformu üzerine yerleştirilmiştir.
Sayfa  33

Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilen ilk fener Fenerbahçe feneridir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1562 yılında inşa ettirilmiştir. Daha sonra 1855 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Fransızlar arasında fenerlerin işletilmesine ait imzalanan bir imtiyaz sözleşmesi ile ilk modern fenerler inşa edilmeye başlanmış olup; 1857 yılında Ahırkapı feneri, 1856 yılında Fenerbahçe feneri, 1856 yılında Kızkulesi, Rumeli feneri ve Anadolu feneri inşa edilmiştir. Ayrıca İstanbul Boğazı Karadeniz girişinde bir fener gemisi tesis edilmiştir.
Sayfa 40

Kitap, deniz fenerleri ile ilgili bu genel ve kapsamlı bilgilerin ardından Türkiye’deki tüm deniz fenerlerinin fotoğrafları, özellik vs bilgileriyle devam etmekte.
Görsel olarak da çok güzel tasarlanmış bir kitap…

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 30, 2011, 00:09:56
Bir arkadaşım vasıtasıyla bana imzalı olarak ulaşan bu değerli kitabın imza günü duyurusunu da ekleyelim;
…………
30 Nisan 2011, Cumartesi günü Kadıköy’de “Deniz Fenerleri” kitabımın imza günü var.
 
Bilgilerinize..
 
Vefa Toroslu
 
 
3 Deniz Kitapçı
Pavlonya Sok. No: 10/21
Kadıköy – İstanbul
Tel: 0216.550 21 81
 
http://www.ucuzyenikitap.com/3_deniz_kitapci.php
………..

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Safter Atay - Mayıs 04, 2011, 12:25:52
Selam Haldun Sevel'in Böyledir denizler ülkesinde yaşamak adlı kitabından bir alıntıyı  paylaşmak istedim....
Ne zaman okusam için bi hoş oluyor....

......Ertesi sabah teknede tembellik ederken, kulağına bir türkü çarptı; ‘Ela popses tukoma/  Masu pekso baklama/  Naka tebu niyageli/  Napoleksu çiftetelli, çiftetelli, çiftetelli...
Sevel, ayağa kalkıp bakındı. Az ötedeki kayıktan geliyordu bu ses. Civardaki teknelere balık satan yaşlı bir adam, hem sazının tellerine vuruyor, hem de türkü söylüyordu. Kayıkta kürek çeken, 12 - 13 yaşlarında bir kız çocuğu  daha vardı.
İhtiyar birkaç el kol hareketi yapınca, tombul kız kayığı Maviş’e yanaştırdı.
Haldun Sevel, yarım Yunancası ile balığın fiyatını öğrenmeye çalışırken; ihtiyar, gayet temiz bir Türkçe ile sordu: ‘Siz yoksam Türk müsünüz?... İstanbul’dan, Fenerbahçe’den mi yoksam?...’
Sevel, olumlu yanıt verince, ihtiyar ile küçük kız birbirine bakıp gülmeye başladılar. Ardından ihtiyarın soruları geldi: ‘Belvü duruyor mu Belvü?... Murat’ın babası Mustafa Kaptan yaşıyor mu?... Todori ne durumda?...’
Eski günleri anlatmaya başlamıştı: ‘Ben, bundan 40 - 50 yıl önce Belvü Gazinosu’nda Müzeyyen Senar Hanımefendi okurken, ona sahnede beyaz karanfil verdim, benim elimi sevdi, onu yanaklarından öptüm.’
Artık balık satmayı boşlamıştı ihtiyar adam. Anlattıkça anlatıyor, anlattıkça anlatısı geliyordu.
İstanbul Rumlarındandı... Ona burada Aristidi Kaptan derlerdi. Yanındaki, Atina’da yaşayan kızından olma torunu Panayota idi, tatil için gelmişti... Yoksa Aristidi orada yalnız yaşıyordu...
Aristidi Kaptan sordu; ‘Sende rakı var?...’
Evet, vardı.
‘Ama Atatürk’ün rakısından?...’ diye, açıklama getirdi sorusuna ihtiyar.
‘Herhalde Kulüp Rakısı istiyor’ diye düşündü Haldun Sevel.
Sonra birlikte Aristidi’nin koya bakan küçücük evine gittiler. Az sonra yemek masası; çiroz salatası, lakerda, sirkeli cacık, salata çorbası ve zeytinyağında kızartılmış iri barbunlarla donatılmıştı.
Anlatmayı sürdürdü Aristidi Kaptan: Babası dedesi hep İstanbulluydu... Son olarak Moda’da, Mektep Sokak’ta oturmuşlardı. 6 -7 Eylül (1955) olaylarından sonra ayrılmak zorunda kalmışlardı... Şimdi 80’ini aşmıştı...
Haldun Sevel’in: ‘Yaşlısın, hastasın, niye kızının yanına taşınmıyorsun? Burada doğru dürüst hastane yok, doktor yok...’ demesi üzerine; Aristidi Kaptan elini Türkiye kıyılarına doğru sallayarak şöyle dedi: ‘Gitmem... Bak buradan memleketim görünüyor, memleketimi görüyor, memleketimi seyrediyorum buradan,  hiçbir yere gitmem...’
Bu arada rakılar bitmiş, uzoya geçilmişti...
Böyle sıcak anılarla dolu birkaç günden sonra ayrılık vakti geldi. Sevel sordu: ‘Tekrar geleceğim... Benden ne istersin?...’
Aristidi Kaptan iki şey istedi: ‘Atatürk’ün rakısından getir... Bir de Fenerbahçe rozeti...’
Haldun Sevel, o an ayırdına vardı. Aristidi’nin yakasında yıpranmış, solmuş bir Fenerbahçe rozeti vardı.  Merakla sordu Haldun Sevel: ‘Neden Fenerbahçe?... İhtiyar  da anlattı...
‘Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul işgal edildi... İşgalci İngilizlere, Fransızlara beddua ediyorduk... Mütarekenin sonuna doğru, babam heyecanla geldi... Maça gidecektik... İngiliz takımı ile Fenerbahçe karşılaşacaktı... İngilizler bu maç için kendi memleketlerinden, Malta’dan profesyonel futbolcular getirtmişler; günlerdir, haftalardır bu maça hazırlanıyorlardı... Herkes Fenerbahçe’nin perişan olacağını sanıyordu... Çok sert maç oldu... Fenerbahçe kazandı... Ortalık bayram yerine döndü... Sokaklarda fener alayları yapıldı... İstanbul halkı evindeki gaz lambalarında kullandığı gazı dahi, meşaleleri yakalım, galibiyeti kutlayalım diye bize verdi. İşte bu rozeti o gün yakama taktım, bir daha da çıkartmadım.’
Futboldan anlamasa da Fenerbahçe taraftarı olan Haldun Sevel bunun üzerine Aristidi’nin elini öptü.
Aradan iki yıl geçti. Söz vermesine, çok istemesine rağmen Haldun Sevel, Midilli’ye gidemedi. Nihayet, 1996 yazında bir fırsat  bulup; rakıları ve Fenerbahçe rozetlerini teknesine yükleyip yola çıktı.
Ve Aristidi Kaptan’ın kapısını çaldı...
Ama bu geçen süre içinde  Aristidi iyice kötülemişti, ayakta zor duruyordu. Önce onu tanımadı.
Haldun Sevel, Kulüp rakılarını, Fenerbahçe rozetlerini çıkarınca belleği yavaş yavaş yerine geldi: ‘Niye bu kadar geç kadın?’ diyebildi.
Zar zor yerinden kalkan Aristidi, eski ceketini giydi... Yakasına yepyeni Fenerbahçe rozetini taktı... Haldun Sevel’in koluna girip kahvenin yolunu tuttu.

Ofluya puflaya, dura kalka, nefes nefese kahveye vardı ve Fenerbahçe rozetini gururla arkadaşlarına gösterdi: ‘Size demiştim. Geldi işte rozetim, geldi...’ Ağlıyordu... Kahveden koca bir alkış sesi yükseldi birden.

Kısa bir süre sonra, Aristidi dünyaya gözlerini  yumdu. Mezarına, Haldun Sevel’in Fenerbahçe ve Moda’dan alıp götürdüğü memleket toprağı serpildi.................
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 04, 2011, 12:50:56
ahhh gözlerim doldu, işyerinde dikkat çekmeden okuyabilmek için çok zorlandım :)
herşey şu politikacı denilen soyu tükenmez canlı türü yüzünden... düşmanlık duygusu ve korku krallıklarıyla besleniyorlar... besin zincirlerini ortadan kaldırabilsek belki silinirler yer yüzünden :(
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: mehmetsutcu - Mayıs 04, 2011, 19:03:31

"Böyledir Denizler Ülkesinde Yaşamak" kitabı okunmadan Adalar Denizine çıkmayın derim...  :)
Tabii okumamış olanlara... :)


 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Zafer Dedeoğlu - Mayıs 04, 2011, 21:57:12
Nilüfer Korsaniçe

Eline , yüreğine , emeklerine sağlık  1w5ey8 1w5ey8 1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 04, 2011, 23:16:03
Çok, ama çok keyifli bir köşe olmuş burası. Saatlere mal oldu ama her dakikasına değdi; ellerinize sağlık.

Sizinle üzerinde çalıştığım Salların Altınçağı'ndan bir parça paylaşmak istedim. Bambaşka bir tutku benim için; bir sal, pupa yelken ve sonsuz mavi...

William Willis, "Tautai O Le Vasa Laolao", http://sthdeniz.org/node/353 (http://sthdeniz.org/node/353)
(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/images/c129540p8297.jpg)

Serinin kısa özeti için: Salların Altınçağı, http://sthdeniz.org/node/348 (http://sthdeniz.org/node/348)

Bu başlıktaki paylaşımların bitmemesi dileğiyle...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Safter Atay - Mayıs 04, 2011, 23:37:36
Böyle bir köşede büyük üstad Sadun Boro olmaz ise olmaz diye düşündüm....

BİSMİLLAH VİRA!...
22 Ağustos 1965... Hafif yağmur çiseliyor... Puslu  bir Pazar sabahının erken saatleri.
Israrlarıma rağmen Caddebostan iskelesine inmiş anneme ,tekneleri ile gelen bir kaç yakın arkadaşa son defa veda ettikten sonra.
"Vira bismillah..."
O anı yaşadığım müddetçe unutmama imkan varmı? Hafif poyrazın önünde Kısmet pupa yelken yol alırken, kamaranın kenarına ilişmiş ,son defa
yaşlı gözlerle arkaya bakıyorum....Önce Caddebostan sonra Fenerbahçe ve yavaş yavaş İstanbul,o aşina siluetler artık seçilmez oldu.Acaba bir daha buraları görmek ,gene bu sulara dönmek bir gün kısmet olacak mı ?...

..................................

ÇOK ŞÜKÜR İSTANBUL

Nihayet 15 Haziran 1968 Cumartesi Günü....Yeşilköy önlerine yaklaşırken önce İstanbul ,sonra Fenerbahçe ve Caddebostan ,iki yıl on ay evvel gözden kaybettiğimiz o aşina siluetler teker teker  tekrar belirmeye başlayınca,artık yay gibi gerilmiş sinirler birden boşanmış ,gözyaşlarımı bir türlü zaptedemiyoruz... Zaten o andan itibaren geçen saatleri biz yaşamadık ,unutlmaz bir filmin kopuk kopuk sahnelerini seyreder gibi olduk.......
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 04, 2011, 23:47:13
paylaşımlar için teşekkürler... başlığa değer kattılar :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Safter Atay - Mayıs 04, 2011, 23:56:38
Rica ederim Nilüfer korsaniçe...
Bizim teşekkür etmemiz gerek ,çunki çok güzel bir konu açtın sen.....
Hepsini tek tek keyifle okudum....
Selametle.... 1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Habib Atınç - Mayıs 05, 2011, 00:08:53
"1968 yılının 16 Haziran pazar sabahı... Kayışdağı üzerinden yükselen güneş, etrafı daha yeni yeni aydınlatıyor... Üstü çiçek buketleriyle dolu kamaranın kenarına ilişmiş, kahvemi yudumlarken girdabına kapıldığı rüya aleminden sıyrılmaya çalışıyorum. Hakikaten Caddebostan'da mıyız?..  Hakikaten Kısmet, yedi denizleri aşıp, yine o eski demir yerinde mi böyle sakin yatıyor..? Yoksa o uçsuz bucaksız ummanları aşarken gece dümen başında kurduğu hayal aleminde mi yaşıyorum?......."

Ne kadar etkileyici..! Ne kadar büyüleyici..! Çocukluğumdan beri yüzlerce kere okuduğum bu satırlar...!
Hatırlattığınız için teşekkürler....
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 15, 2011, 17:04:49

            Duygularla Akmak – Hakan Öğe / Sophie Hunter
 
            (Sophie)
 
            Rüzgar ortaya çıkmadan önce güneşin batmasını bekliyor. Her şey dehşet verici.aşağıda, kabinde sessizce oturuyoruz. Hakan dışarı çıkıyor ben içerde kalıyorum. Korkunun pençesinde kulak kabartıyorum. Karanlığın içinden dışarıda dehşetin yayılışını dinliyorum. Tekne sallanmaya, titremeye, gıcırdamaya başlıyor. Önce gövdesinin bir yanına yatıyor, sonra başka bir dalga şiddetle üzerinde kırılmadan önce gövdesinin diğer tarafına şiddetle tekrar yatıyor. Tekne üzerindeki güçler inanılmaz ve Mardek parçalanmak üzere gibi geliyor bana. Atlas Okyanusu’nun tam ortasındayım, çok yorgunum, korkuyorum ve tüm bunlara dur demek istiyorum. Fakat hiçbir şey durmuyor. Kendimi olabildiğince küçültüyorum. Güçsüzlüğümden, cehennemden kurtulabilmek için Hakan’a yardım edemiyor olmaktan dolayı isyan ediyorum. Bütün yelkenler indirilmiş durumda. Yine de o kadar hızlı gidiyoruz ki çok yakında sonumuz gelecek diye düşünüyorum.
            Dehşet içindeyim. Karadan bu kadar uzak olmaktan dolayı dehşet içindeyim, suyun görüntüsü yüzünden dehşet içindeyim, ne kadar kırılgan, zayıf olduğumu görmüş olmaktan dehşet içindeyim. Korkuyorum, canım yanıyor, artık yemek dahi yiyemiyorum.
                        Sayfa 44
 
            (Hakan)
 
Neyse ki hava bir hafta sonra düzeldi. Teknenin aynı şekilde su yapmasından başka bir problemimiz olmadı ve son bir haftayı oldukça keyifli ve süratli biçimde geçtik.
Artık bütün zorluklar geride kaldı. Nefis kokuların arasından geçerek akşamın karanlığı basmadan tekneyi Martinique Adası’ndaki dev marinanın iskelelerinden birine bağlıyoruz. Karayı özlemiş olmanın sarhoşluğuyla sabırsızca karaya atlıyorum. İki üç adım atıyorum. Başım dönüyor, midem bulanıyor. En yakın direğe tutunmak zorunda kalıyorum. Sanki ayağımın altındaki her yer sallanıyor, tüm dünya dönüyor.
          Herkesin bahsettiği kara tutmasını yaşıyorum anlaşılan. Üç haftadır sürekli hareket eden bir ortamda olmaya alışmış olan vücudum sabit kalmaya tepki veriyor. Ama neyse ki kara tutması deniz tutması kadar şiddetli değil. Ne de olsa karada yaşamaya göre şekillendirilmiş yaratıklarız. Yarım saate kalmadan bir şeyim kalmıyor.
                        Sayfa  46
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 15, 2011, 22:32:24
Salların Altınçağı / İflah Olmaz Deniz İhtiyarı: Eric de Bisschop

"Sal artık neredeyse bir metre suya gömülmüştür. Kulübenin tavanında beş adam; de Bisschop ve dört yoldaşı sadece yıldızların aydınlattığı bir Pasifik gecesinde, açlıktan ölmek üzere, bilinmeze doğru sürüklenmektedirler. Birbirine kenetlenmiş bu beş adamın artık tek dileği içecek su ve yiyecek bir şeyler bulabilmektir. Tuamotu adaları, Starbuck ve Panrhyn uzaklarda kalmış; Tahiti Nui II pruvasını Rakahanga resifine çevirmiştir. Ve biraz ileride resifin keskin dişlerinden saçılan köpükler görünmektedir artık."

Devamı: http://sthdeniz.org/node/355 (http://sthdeniz.org/node/355)

Salların Altınçağı / Thor Heyerdal ve Kon Tiki Ekspedisyonu

"Balsa kütüklerinden yapılmış bir sal, üzerinde bambudan bir kulübe, altı yetişkin adam ve bir papağan. Ve Pasifik’in orta yerinde Heyerdahl’in aklını kurcalayan haklı bir soru:

 “İnsan arada sırada kendini garip durumlarda bulabilir. O duruma yavaş yavaş, doğal bir şekilde gelmiş olabilir, ama kendini olayların ortasında bulduğunda birden şaşırır ve böyle bir duruma düşmeyi nasıl olup da başarabildiğini sorar kendine.” ( *)

Biraz geriden doğru gelmek gerek anlayabilmek için. Gerçi ne anlatırsam anlatayım, bazıları için anlaşılabilecek bir durum söz konusu değil, hatta düpedüz çılgınlık bu. Ama aslında binlerce kilometrelik bu destansı yolculuğu hazırlayan iki basit neden var…
"

Devamı: http://sthdeniz.org/node/349 (http://sthdeniz.org/node/349)

SAYGIYLA!

(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/deBisschop_harita.gif)
(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/images/kontiki_map.jpg)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 15, 2011, 23:03:05
Tarihi kimler yazıyor? II

Fenikeliler Amerika’da(!)

“Biz Kenan ülkesindeki Sayda’nın oğulları… 10 gemiyle Ezion-geber’den Kızıldeniz’e doğru seyrediyorduk. Baal bizi ayırdığından bu yana, iki yıldır Afrika kıyıları boyunca denizde diğer arkadaşlarımızla bir daha karşılaşamadan dolandık. Sonunda 12 adam ve 3 kadın buraya geldik… dileriz yüce tanrılar ve tanrıçalar bize yardım eder.”

Yukarıdaki paragraf bu haliyle size fazla bir şey ifade etmeyebilir. O halde biraz daha ilginç kılalım: Bu satırlar milattan yüzyıllar öncesine ait olsun. Daha da ilginç kılmak adına Kenan ülkesinden yola çıkan bu 10 gemilik Fenike filosundan geride kalanların yalvarışı olduğunu söyleyelim, Tanrılara ve Tanrıçalara… Yine yetmedi derseniz 1872 yılında Brezilya’da, Paraiba nehri kıyılarında bulunmuş bir tabletin çevirisi olsun bu satırlar!

İlk bakışta ütopik bir öykü bu aslında. Hatta bir çok bilim adamına göre şaklabanlık. Düşünebiliyor musunuz; bundan neredeyse üç bin yıl önce –bugün hala alfabelerini büyük ölçüde kullandığımız- ilkel atalarımız Fenikeliler, ilkel tekneleriyle Atlantik okyanusunu aşacak ve Amerika’ya ulaşacaklar! Haydi canım…

Avrupa’nın Yazdığı Tarih…

Doğrusunu isterseniz her geçen gün aynı soruyu daha sık sorma ihtiyacı duyuyorum kendime: “Tarihi kimler yazıyor?” Çünkü söz konusu olan özellikle tarih, antropoloji, arkeoloji gibi bilim dalları olduğunda zemin o denli kayganlaşıyor ki… tek bir doğruyu kabullenmek zorlaşıyor. Çok sayıda örneği var yanılgıların, üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyası da bunun en güzel kanıtı olsa gerek.

Bir Avrupa düşünün soyunu hepi topu 50 yıl boyunca parlamış bir Hellen uygarlığına dayasın ama o uygarlığın mayasını, kaynağını; Anadolu’yu asırlarca görmezden gelsin. Seramik parçalarından yola çıkarak medeniyet payeleri dağıtsın ama nasıl olur da bir medeniyet dilini, güzel sanatlarını sözüm ona “sömürgelerinden” alır sorusuna kulaklarını tıkasın.

Neyse, biraz kişisel olabilir ama bu ve benzeri bir çok veriden yola çıkarak Avrupa’nın yazdığı tarihi oldum olası pek tutmam. Hele bir de söz konusu öykünün merkezinde deniz varsa mutlaka birkaç kez düşünmek gerektiği kanaatindeyim. Neden mi? Çok basit, şöyle bir dünya haritasına bakıverseniz, beyaz adamın sözüm ona keşfettiği her noktada aslında birilerinin onlar gelmeden önce de mutlu mesut yaşayıp gittiğini görürsünüz. Örneğin Cook bir kaşif midir? Avrupa için evet ama dünya için?... Paskalya adasında yaşayıp giden “uzun kulaklılar” için Cook bir kaşif midir, yoksa felaket taciri mi? Peki ya Cortez, ya Pissaro?

Zaman Tünelinde Seyir

İsterseniz zamanda yolculuğumuza başlayalım. Milattan önce altıncı yüzyıldayız. Mısır’ın 26. Hanedanının tutkulu firavunu Necro ülkesinin sınırlarını ve görkemini arttırmakta kararlı. Öyle sınırsız bir hayalgücü var ki bu Necro’nun, dönemin diğer bir güçlü hükümdarı Babil’li Nebukadnezar bu hayalini boşa çıkaracak olsa da, Nil ile Kızıldeniz arasına bir kanal açmaya bile kalkışıyor. Ve bu denli ufku geniş bir firavunun dönemin dünyaya nam salmış denizcileri Fenikelilerle buluşması, tarihin ilk destansı yolculuklarından birine vesile oluyor. Necro tarafından kiralanarak görevlendirilen bir Fenike filosu Kızıldeniz’den Hint Okyanusuna doğru yelken açıyor ve kıyı kıyı tüm Afrika’yı kat etmek üzere seyre koyuluyor. Ve dönemin usta denizcileri Fenikeliler, yaklaşık üç yıl süren yolculuğun ardından Cebelitarık boğazından Akdeniz’e girmeyi başararak, “ilkel” filolarını –muhtemelen- İskenderiye kıyılarına bağlamayı başarıyorlar. Ve tekrar etmekte yarar var; bu seyir İsa’nın doğumundan tam altı yüz yıl önce yapılıyor!
(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/fenikegemisi.jpg)
En azından bizim eğitim sistemimizde pek yer bulamamasına karşın önemli bir diğer uygarlığın çocukları, Kartacalılar da sahne alıyor Afrika kıyıları boyunca. Bu kez milattan önce beşinci yüzyılın başlarındayız. Kral Hanno’nun 60 gemilik filosu birkaç bin Kartacalıyla birlikte yeni koloniler, yeni ticaret imkanları araştırmak için yelken açıyor Libya kıyılarından doğru. Kuzeyden güneye Afrika kıyılarını kat edip, ta Senegal’e kadar geliyorlar. En azından Kartaca’nın Kronos Tapınağı’nda yer alan tabletler böyle anlatmakta Hanno’nun deniz yolculuğunu. (The Periplus of Hanno)

Önyargıların Karanlığında Bilim

Ve sene 1872. Brezilya’nın Paraiba nehrinin kıyılarında dört tane tablet buluyor birileri. Dönemin saygın bir bilim adamı olmasının da etkisiyle, Rio de Janeiro Ulusal Müzesi’nin yöneticisi  Dr. Ladislau Netto’ya ulaştırıyorlar bir kopyasını. Dr. Netto çalışmalarını tamamlayıp da tabletlerle ilgili açıklamasını yaptığında ise ortalık karışıyor; çünkü bu tabletlere bakılırsa,  İsa’nın doğumundan bir hayli önce Fenikeliler Brezilya’ya gelmiş ve bu tabletleri yazmış olmalılar…

Ancak ne yazık ki aynı günlerde Paraiba bölgesinde meydana gelen bir iç isyan sırasında tabletlerin bulunduğu çiftlik neredeyse haritadan silinir. Tabletlerdense hiçbir iz kalmamıştır. Aynı günlerde yazıtın bir kopyasının ulaştığı Fransız tarihçi ve filolog Ernest Renan söz konusu tabletin bir aldatmaca olduğunu ve Dr. Netto’nun da saçmaladığını ifade edince de, konuya bir süreliğine nokta koyulmuştur.

Yaklaşık yüzyıl daha geçtikten sonra bir başka bilim adamı, Amerikalı akademisyen Cyrus H. Gordon bir kez daha Paraiba yazıtlarını gündeme taşır. Ona göre gerek Renan gerek Netto’nun yaşadığı dönemde söz konusu dil daha gizemini korumaktaydı. Oysa yirminci yüzyılın ortasından bakan Gordon’a göre, gerçekten de bir şekilde sürüklenip Amerika kıyılarına ulaşmış Fenikelilerin öyküsüydü Paraiba yazıtlarında anlatılan:

“Biz Kenan ülkesindeki Sayda’nın oğulları… 10 gemiyle Ezion-Geber’den Kızıldeniz’e doğru seyrediyorduk. Baal bizi ayırdığından bu yana, iki yıldır Afrika kıyıları boyunca denizde diğer arkadaşlarımızla bir daha karşılaşamadan dolandık. Sonunda 12 adam ve 3 kadın buraya geldik… dileriz yüce tanrılar ve tanrıçalar bize yardım eder.”

Yale Koleji başkanı Ezra Stiles 18. yüzyılda Dighton yakınlarında (Massachusetts) bulunan bir diğer taş üzerindeki yazıtın da Fenike dilinde yazılmış olduğu açıklar. Bir diğer tablet Tennesee yakınlarında, Bat Creek’te gün yüzüne çıktığında, kökeni için gözler yine Kenan ülkesine çevrilir. Yine 19. yüzyılda, - tam olarak belirtmek gerekirse 1877’de - bu kez Iowa’da bulunan Davenport tabletleri üzerine çalışan epigraf Barry Fell, söz konusu yazıtlar için yine adres olarak Kenan ülkesini gösterir.
(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/batcreek_tablet.jpg)
Bilimin ayrılmaz dürtüsü şüphenin kendi argümanlarını geliştirmesi de doğaldır elbet. Ancak zaten söz konusu tarih, mitoloji ve artık yaşamayan diller olduğunda çoğu zaman bir iddiayı çürütmek ispatlamaktan daha kolay olagelmiştir. Aynı şekilde, “ilkel” Fenikelilerin “ilkel tekneleri” ile koskoca Atlantik okyanusunu aşarak Güney Amerika kıyılarına ulaşmış olmalarını kabul etmek yerine, o teknelerle ancak Akdeniz’de kıyı kıyı yolculuk edebildiklerine inanmayı seçmek tabii daha kolay ve ilk bakışta daha akla yakın gelecektir.

Salların Altın Çağı…

20. yüzyılla birlikte bir grup adam tüm uyarılara kulaklarını tıkayıp kadim günlerin öykülerine duydukları inançla kendilerini okyanuslara bırakmasaydı, bu satırları yazmak –benim için de – belki zaman kaybı olurdu. Oysa 1948 yılında Heyerdahl’in Kon Tiki’si ile başlayan salların altın çağı, bildiğimizi sandığımız ve Avrupalıların kaleme aldığı deniz tarihini tekrar gözden geçirmenin zamanı geldiğini göstermiştir. Hakim akıntı ve rüzgarları arkasına alan Kon Tiki, üç ayda binlerce millik mesafeyi kat ederek Tuamotu adalarına ulaşırken, ilkel sandığımız denizcilerin aksine engin denizcilik bilgileri olduğunu da gözler önüne sermiştir.

Bugün denizle ve denizcilikle biraz olsun ilgisi olan herkes “ticaret rüzgarlarını” bilir. Kanarya adalarından doğru bırakın kendinizi Atlantik okyanusuna Heyerdahl gibi, ya da şişme botla çıkan Alain Bombard gibi, ver elini Karayipler!

Pasifik okyanusunu mu aşmak istiyorsunuz, buyurun Humbolt akıntısına, sizi önce Güney Amerika kıyıları boyunca ekvatora doğru taşısın, sonra zarif bir kıvrımla Pasifik adalarına doğru dirise etsin: Markiz adaları, Tuamotular, Samoalar… siz seçin destinasyonunuzu.

İyi de bundan binlerce yıl önce, bahtsız Fenikeliler Afrika kıyıları boyunca seyrederken ticaret rüzgarları yok muydu sanki? Ya da Atlantik akıntıları bugün olduğundan ne derece farklıydı? Aslında metindeki belki en güçlü ipucu “Baal”, yani “fırtına ve yağmur” tanrısı değil midir? Özellikle Paraiba bölgesinin harita üzerindeki lokasyonuna bakıldığında neredeyse kıtanın doğusundaki en uç nokta olması Afrika kıyılarından sürüklenen bir teknenin kazayla çıkması için makul bir nokta gibi görünmekte. Kanaatimce, özellikle Güneybatı Afrika’dan başlayan Benguela akıntısının sonlandığı noktanın da Paraiba bölgesi olduğu düşünülürse, söz konusu tabletlerin doğru olup olmaması bir tarafa, bu tür bir yolculuğun imkansız olmadığını ispatlar niteliktedir.

Rakahanga resifinde son nefesini verene kadar Polinezyalı denizcilere inancını yitirmeyen Eric de Bisschop sadece kadim günlerin anlatılarına inandı. Carlos Caraveda Arca 1965 yılında düşler limanı Callao’dan çıkarken, atalarının binlerce yıldır izlediği rotayı izliyordu “pae pae”si Tangaroa ile.

Devasa gemileriyle denizlere açılan Avrupalı denizcilerden en önemli farklarıysa  “denize rağmen” hareket edecek tekneler değil, “denizle birlikte” hareket eden sallar tasarlamış olmalarıydı. Kadim günlerin denizcilerinin sandığımızın aksine basit ama etkileyici sırları vardı denizciliğe dair. Mesela “guara”ları vardı. Taşınabilir salma sistemi olarak adlandırılabilecek guara tahtaları sayesinde neredeyse her türlü hava koşulunda seyredebiliyor, kıyılara kadar girebiliyor, tasavvur bile edilemeyecek manevralar yapabiliyorlardı. Sallarıyla 20-30 ton ağırlığında yükleri rahatlıkla taşıyabiliyorlardı. Sadece hakim rüzgarları kullanarak altı aylık seyirlere çıkıyor, altı ay sonra kendilerini sadece okyanusun koynuna bırakarak tekrar evlerine dönüyorlardı.
(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/atlantic_currents.jpg)

Tarihi Kimler Yazıyor?

Üzerinden geçen iki bin küsur yılın ardından olup biteni hiçbir zaman oradaymış gibi tam olarak bilemeyeceğimiz aşikar. Tabletler, tabletlerin çevirileri… Her daim ya kafamızda soru işaretleri olacak anlatılara karşı ya da mistik ve çekici geldiği için körü körüne kabulleneceğiz anlatılanları. Eldeki verilerle çok da fazla seçeneğimiz yok gibi görünüyor.

Oysa bilinen ya da bize anlatıla gelen kahramanlık tarihini bir tarafa bırakıp mütevazı insanların tarihine odaklanabilirsek, sanki biraz daha netleşecek algımız. Tarihin belki en basiretsiz kaptanı olduğunu Hindistan’a niyet Karayiplere ulaşarak ispatlayan Kolomb’u, bugün neredeyse tüm dünya beceriksiz bir kaptan değil bir kaşif olarak anmakta. Cortez ve Pizaro’nun keşifleriyse insanlık tarihinin en büyüleyici uygarlıklarının boynunun vurulması ile sonuçlandı. Beyaz adamın gittiği her coğrafyaya götürdüğü yıkım bir çeşit damgası oldu. Kim bilir, belki bu bahtsız Fenikelilerin en büyük bahtsızlığı gittikleri coğrafyayı işgal edemeyişleri, artlarında kanla ve vahşetle yazılmış günceler bırakamamış olmalarıydı. Çünkü ne yazık ki binlerce yıldır bize tarih diye pompalanan şey, insanın insan olmaktan çıktığı savaş ve kahramanlık zırvalarından ibaret. Oysa yazıldığı iddia edilen asıl tarih, içinde kendine yer bulamayan “sıradan insanın” tarihi…

Uzun lafın kısası, her geçen gün aynı soruyu daha sık soruyorum kendime: “ Sahi bu tarih denen şeyi kimler yazıyor?”

Hakan Tiryaki, Vira Dergisi 2010
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 16, 2011, 14:29:11
Ekvator Hikayeleri – Gianni Guadolipi / Antony Shugaar

           1170’lerde Yahudi gezgin Tudelalı Benjamin’in Güney Denizleri sularının oluşturduğu labirentin hayalperest bilgelerinden biriyle karşılaştığı yer, Bassora Liman kasabasıydı. Bu denizci Benjamin’e Ekvator güneşi altında kavrulan bir çok deniz arasında en sıcağının, fırtınaların sürekli dövdüğü Nikpa olduğunu söylemişti.

           Dümencilerin gemiyi yönetmede zorlandığı zamanlarda, korkunç bir fırtına onu bu denize (Nikpa)  sürüklediğinde, gemi yerinden kımıldayamaz hale gelir; ve tüm gıda stokları tükeninceye kadar burada kalmaya mecbur kalırlar ve sonra da ölürler. Bu yolla çok gemi kaybedilmiştir ama insan bu uğursuz yerden kaçmayı sağlayacak bir aleti sonunda keşfetmiştir. Tayfalar kendilerine öküz postları edinirler ve onları Nikpa Denizi’ne sürükleyecek bu belalı fırtına estiğinde bu postların içine girer, su geçirmez hale gelirler ve bıçaklarla donanmış olarak denize dalarlar. Grifon denilen ( kartal kafalı aslan gövdeli) büyük bir kuş onları olan bitenden haberdar eder ve denizcinin bir hayvan olduğuna inanan grifon onu alıp kuru topraklara taşır ve yiyip bitirmek için bir dağa ya da bir çukura bırakır. Adam da aniden bıçağını kuşa saplar ve onu öldürür. Sonra adam posttan çıkar ve kimsenin olmadığı bir yere gelinceye kadar yürür. Bu şekilde çok adam kaçıp kurtulmuştur.

      Sayfa  14

        Paris 1932. bir akşamüstü geç vakitte, Montmartre’da bir barda, uzun bir amber ağızlıkla Türk sigarası içen genç ve hoş bir kadın, kendisiyle pek de olağan sayılmayacak bir yoğunlukla konuşan adamı hayranlıkla dinliyordu. Bu klasik bir baştan çıkarma sahnesi olarak görülebilirdi ve bir şekilde zaten de öyleydi çünkü adamın sözcükleri kısa sürede kadını aşık edecekti.
       Ama ona değil. Adamın yeryüzünde cennet olarak bahsettiği Ekvator’daki uzak takımadalara. Adam Ekvator’un Fransa Büyükelçiliği’nde çalışan bir diplomattı ve kadına Galapagos’un güzelliğini anlatmakla bitiremiyordu.: büyüklü küçüklü elli adadan oluşuyordu, yalnızca ikisine yerleşilmişti. Zamanın, tarih öncesinde durduğu bir dünya cennetiydi, iki bin yanardağın ve bin sekiz yüz insanın bulunduğu bir yerdi. Galapagos’da, deniz iguanaları, 30 kilo ağırlığındaki ve yaşları beş yüz yıla varabilen dev kaplumbağalar gibi, Yerküre’de başka hiçbir yerde bulunmayan hayvanlar yaşıyordu. İşte burası, adaları 1885’te ziyaret eden Charles Darvin’in evrim teorisini geliştireceği fikirleri ilk edindiği yerdi.
        Bu adalar Pasifik dalgalarıyla dövülüyor, sürüklenen puslarla ve yoğun sis örtüsüyle örtülüyor, yanardağ patlamalarının alevleriyle aydınlanıyordu. On altıncı yüzyılda, adaları gören ilk insan olan bir İspanyol denizci, onlara Ancantadas ya da Enchanted Islands (Büyülü Adalar) adını takmıştı. Herman Melville de adaların büyüsüne kapılmış ve bunları şiirsel sözcüklerle yazmıştı.
        Kadın, Ekvadorlunun sözlerinden  o kadar etkilenmişti ki karton bardak altlığı üzerine küçük bir altın kalemle notlar almıştı. Daha şimdiden Galapagos Takımadalatı’nı fethedeceği bir krallık, hayatını artık son kez değiştirme fırsatı gibi düşünmeye başlamıştı ve buna ihtiyacı vardı. On dört yıl önce Avustralya-Macaristan İmparatorluğunu mahveden büyük ortak felakete yakalanmış ve beş parasız kalmıştı.

   Sayfa  67
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 18, 2011, 12:33:15
             Boylam – Dava Sobel / William J.H. Andrewes

             İki farklı yerde aynı anda saatin kaç olduğunu bilmek – boylamı hesaplayabilmek için bu bir ön koşuldur ve günümüzde en sıradan kol saatlerinden kolaylıkla öğrenilebilir- sarkaçlı saat devrine kadar ve hatta bu devir süresince de olanaksızdı. Yalpalayan bir geminin güvertesinde bu tür saatler yavaşlıyor, hızlanıyor ve ya duruyordu. Soğuk bir ülkeden tropik bir ticaret bölgesine yapılan yolculuklar sırasında gerçekleşen normal sıcaklık değişimleri, saatin içindeki yağı inceltiyor ya da koyulaştırıyor ve metal parçaların genleşmesine ya da büzüşmesine yol açarak aynı derecede kötü sonuçlar doğuruyordu. Hava basıncındaki artışlar ve düşüşler, bir enlemle diğeri arasındaki kütle çekimindeki küçük değişimlerde sarkaçlı saatin ileri gitmesine ya da geri kalmasına neden oluyordu. Boylamı belirleyecek pratik bir yöntem olmaması nedeniyle, keşif çağının en iyi kaptanları bile ellerindeki, zamanın en iyi deniz haritalarına ve pusulalara rağmen yollarını kaybettiler. Vasco da Gama’dan Vasco Nunez de Balboa’ya, Macellan’dan Sir Francis Drake’e kadar hepsi gittikleri yere kontrolleri dışında, iyi talihe ya da Tanrı’nın lütfüne atfedilen güçler sayesinde vardılar.
      Yeni karalar keşfetmek ya da fethetmek, savaş açmak ya da yabancı ülkeler arasında altın ve ticari mal taşımak için denize açılan gemi sayısı arttıkça, ulusların serveti de okyanuslarda yüzer hale geldi
 ….
          Zamanı doğru olarak ölçme ve bu ölçümü yapan aletin taşınabilir olması konusunda öncü ve bir matematik dehası olan İngiliz saatçi John Harrison, ömrünü bu arayışa adadı. Harrison Newton’un imkansız olduğunu sandığı şeyi başardı: yola çıkılan limandaki zamanı, hiç sönmeye bir alev gibi, dünyanın en ücra köşelerine götürebilecek bir saat icat etti.

          John Harrison, deniz saatleriyle uzay-zamanın sularında gezindi. Tüm güçlüklere rağmen üç boyutlu dünyamızda dördüncü boyutu -zamanı- kullanarak çeşitli noktaları birbirleriyle ilişkilendirdi. Dünya da rota belirleme işini yıldızların elinden aldı ve bu sırrı bir cep saatinin içine kilitledi.

           Bütün bu olaylar ve daha da fazlası, boylam çizgilerinde saklıdır. Bir geminin konumunun dünyanın yörüngesindeki uydular tarafından birkaç dakika içinde saptanabildiği bir çağda, bu olaylar zincirini çözmek yerküreye yeni bir gözle bakmak demektir.

       Sayfa  7-13

       Amiral Sir Crowdisley  Shovell, on iki gündür denizde peşini bırakmayan sise “pis hava” diyordu. Fransa’nın Akdeniz’deki kuvvetleriyle Cebelitarık’ta yaptığı çarpışmadan muzaffer dönmekte olan Sir Clowdisley, sonbaharın bulutlu, ağır havasına yenik düşmüştü. Gemilerin kıyı kayalıklarına çarparak batmasından korkan amiral, kafa kafaya verip düşünmeleri için tüm rota görevlilerine toplanma emri verdi.
       Toplantı sonucunda varılan ortak karar sayesinde, İngiliz filosu Brittany yarımadasının ileri karakolu konumundaki İle d’Ouessant Adası’nın batısına sağ salim ulaştı. Ancak denizciler, kuzeye doğru ilerlemeye devam ederken Scilly Adaları yakınlarında konumlarını yanlış hesaplamış olduklarını fark ederek dehşete kapıldılar. İngiltere’nin güneybatı ucundan yaklaşık yirmi mil açıktaki bu minik adalar, atlama taşlarından bir yol gibi Land’s End’e uzanır. O sisli 22 Ekim 1707 gecesi, Scilly Adaları Sir Clowdisley’nin iki bin askerine mezar oldu.
       Kayalıklara ilk çarpan gemi, sancak gemisi Association oldu. İçindeki herkesi beraberinde götürerek birkaç dakika içinde sulara gömüldü. Kalan gemiler bariz tehlikeye karşı bir tepki veremeden, Eagle ve Romney isimli iki gemi daha kayalara çarparak hızla sulara gömüldü. Sonuçta, dört savaş gemisi yitirildi.

   Sayfa 15
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 19, 2011, 01:08:06
MAELSTRÖM’E DÜŞÜŞ - Edgar Allen Poe

Aşağı yukarı on dakikadır Helseggen dağının tepesindeydik; Lofoden'in içerlerinden doğru tırmanmıştık buraya, o yüzden de tepeye varmadan denizi görememiştik, ihtiyar adam konuşurken, gittikçe artmakta olan bir uğultu duymaya başladım; Amerika'nın çayırlarında büyük sürüler halinde dolaşan yabanıl mandaların çıkardığı gürültüye benziyordu; aynı anda, aşağıda kararsızca kıpırdanmakta olan suların kaşla göz arasında durumlarını değiştirip doğuya doğru akmaya başladıklarını gördüm. Ben orada öyle bakarken bile, akıntının hızı korkunç bir şekilde artmaktaydı. Her an biraz daha hızlanıyor — biraz daha büyüyordu. Beş dakika içinde, bütün deniz, ta Vurrgh'a kadar, ateş püsküren, çılgın bir insana döndü; ama asıl gürültü Moskoe ile kıyı arasındaki sulardan geliyordu. Bu suların geniş yatağı birbirine karşı koyan binlerce küçük akıntıya bölünüp parçalanıyordu, çılgınca bir sarsılışla kasılıyor — kabarıyor, kaynıyor, sesler çıkarıyor — sayısız su burgaçları yaparak, doğuya doğru, görülmemiş bir hızla akıyordu; çok yüksekten dökülen çağlayanlardan başka hiçbir yerde sular bu kadar hızla akamazdı.

Birkaç dakika sonra önemli bir değişiklik daha ol du. Suların üstü düzleşti, burgaçlar birer birer yok oldular; bu arada, önceleri hiç de köpüklü olmayan yerlerde uzunlamasına köpük çizgileri belirmeye başladı. Bu çizgiler, sonunda büyük bir alana yayılarak birleşti, yok olan burgaçların dönüşlerine uyan bir akışla, çok daha büyük bir burgaç biçimini aldı. Derken — birdenbire — bu yeni burgaç iyice belirdi, çapı bir milden fazla bir çember oluverdi. Çevresini geniş, pırıl pırıl bir su kuşağı sardı; ama bir tek damlası bile korkunç kuyunun içine gitmiyordu; kuyunun içi huni biçimindeydi, gözün görebildiği kadar yeri pürüzsüz, parlak, kapkara bir duvar gibiydi; ufka kırk beş derecelik bir açıyla kavuşuyor, iki yana doğru baygın baygın yaslanarak hızla dönüyor, rüzgârlara karşı korkunç bir ses çıkarıyordu; yarı çığlık, yarı kükreyiş gibi bir ses; öyle ki kudretli Niagara Çağlayanı bile, göklere karşı acısını böyle haykıramazdı.

Dağ kökünden sarsıldı, kayalar sallandı. Kendimi yüzükoyun yere attım, sinirden titreyen cılız otlara sarıldım.

"Bu," dedim, sonunda, ihtiyar adama — "bu büyük Maelström burgacından başka bir şey olamaz."

"Oyle diyenler de vardır adına," dedi. "Biz Norveçliler, Moskoe-ström deriz, ortadaki Moskoe adasından geliyor."

(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/saltstraumen.jpg)

http://sthdeniz.org/maelstorme_dusus (http://sthdeniz.org/maelstorme_dusus) (tamamı ve videosu için)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 19, 2011, 01:16:34
Tıraşsız heykeltıraş

Alın size bir haber başlığından doğan iki hikaye; “tıraşsız heykeltraş” ve “Hulda”nın öyküsü. Bilim, sanat, deniz. Gavur ellerinde değeri bilinmek, cehaletten beslenen anavatanında abesle iştigal etmek!

İlhan Koman ki tıraşsız heykeltıraş
Uçmaya doğru sakallı…
Elinde bombalarla bebekler
Heykel gibi olmayan heykeller,
Taşınırdı garip maacir
Güneyinden Kuzeyine Kutupların Battı batacak teknesiyle
Varmak için Edirne’ye Selimiye’ye…

Can Yücel


(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/images/1.jpg)

İlk birkaç bin yılında insanlık tarihine damgasını vurmuş iki önemli yontu atölyesini topraklarında barındıran, son birkaç yüzyılında aynı yontuların cinsel organlarının, meme uçlarının kırıldığı, put sayıldığı Anadolu’da heykeltıraş olmak. Edirne’de başlayan yaşam serüveni, birilerinin sanata tükürdüğü, kimilerinin Picasso’yu alt ettiği sanrısıyla emekliliğinde ressamlığa soyunduğu anavatanında bitemedi. Sanatçının sanatla yaşayabileceği bir ülkede, İsveç’te yaşama veda etti Koman.

http://sthdeniz.org/ilhan_koman_ve_hulda (http://sthdeniz.org/ilhan_koman_ve_hulda) (Yazının tamamı, fotoğraflar ve video için)

(http://www.sthdeniz.org/sites/default/files/images/3.jpg)


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 21, 2011, 22:55:44
            Bulut Gözlemcisinin Rehberi – Gavin Pretor - Pinney

         Kümülüs bulutlarının genellikle güzel havayla ilişkilendirilmesine rağmen her bulut belli koşullar altında yağmur taşıyan oluşumlara dönüşebilir ve kümülüsler de bir istisna değildir. Zararsız kümülüs humilis ve mediokris bulutları bazen, kula gibi yükselen öfkeli kümülüs kongestus bulutlarına dönüşebilirler ki bunlar hç de güzel hava bulutu değildir. Bunlar dehşet veren dev kümülonimbus gök gürültüsü bulutlarına dönüşme yolundadır ve orta ile şiddetli sağanak arasında yağışa neden olabilir. Eğer kümülüs bulutlarının öğle vaktinden önce yüksek kongestuslara dönüştüğünü görürseniz, öğleden sonra şiddetli sağanakla karşılaşmanız ciddi bir olasılıktır.
         Bulut gözlemcileri, dikkat: “sabah dağ gibiyse, akşam çeşme gibidir.”

        Sayfa 15

        Yağmur bulutunun Latincesi “nimbus”tur. Nimbostratüs adında bir sözcüğün kullanılmış olması bulutun, tanımı gereği yağış bırakmasındandır. Bu kara, kalın ve parçalı görünümlü bir buluttur.
        Bir çok bulut türünden su akar, ama ancak bu su (yolda buharlaşanların aksine) yere ulaşırsa o bulut resmen yağışlı bir bulut olarak tanımlanır ve “precipitatio” adını alır. Ne var ki bu terim nimbostratüs için gerekli değildir, çünkü yağmur, kar ya da buz parçacıklarının bu ıslak tabakanın altından yere ulaşacağından kuşku yoktur.
          Nimbus sözcüğü tabii kümülonimbus fırtına bulutunun adında da kullanılmıştır. Ama benzerlik burada sona erer çünkü her ikisi de yarış bırakan bulutlar olduğu halde kendilerini çok farklı şekillerde ifade ederler.kümülonimbus suyunu şiddetli fırtınayla birlikte bırakır ve dakikalarla ifade edilebilecek bir süre içinde işini bitirirken, nimbostratüs yükünü sürekli bir yağışla, birkaç saat içinde boşaltır. Gördüğünüz gibi bu yavaş ve ağır kanlı bir buluttur.

          Sayfa 155
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 22, 2011, 23:07:38
bugün kitap fuarının sahaf bölümünü dolaştım azıcık :)

           Adalar Deniz Klavuzu  - Enez’den Marmaris Burnuna Kadar – Ahmet Rasim Barkınay

           Tenedos. Boğcaada veyahut Piri Reis merhumun Netayic-i Efkar namındaki kitabında yazıldığın göre Boşçaada. Beşiğe sahili mukabilinde cesim bir ada olup Piri Reis eserinde, mevcut ve zamanımız haritasına gayri muvafık bir tarzdaki eşgal-i sahiliyesi önünde Fenerlik, Odunluk adaları, Yılan adası, Orak adası, Eşek adası gibi namlar alında bir takım adalar gösterilmiş ise de hal-i hazır haritasında mezkur adanın müştemilatı olan hangi adalara delalet ettikleri kestirilememekte olmakla beraber teberrüken yalnız isimlerinin zikriyle iktifa edilmiştir.
           Bozcaada karayel ve keşişleme istikametince takriben 6 mil tulunde olup en ariz kısmı olan şark tarafı karşıdan karşıya 3,5 milden ibarettir.adanın poyraz müntehası olan Mela (yalıçeşme) burnunun 1/3 mili mütecaviz buudunda 625 kadem irtifaında mahruti bir tepe olan İlyas dağı (Göztepe) vardır ki garp tarafından doğru göze çarpar.

Sayfa 60
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 22, 2011, 23:08:59
           Kitab-ı Bahriyye – Denizcilik Kitabı – Piri Reis

           Kartaca şehri Endülüs memleketindedir. Evvela Arap idi. Şimdi İspanya Beyine tabidir. Kalenin önünde geniş, tabii bir limandır.
           Gedelan memleketinde, İspanya ve Endülüs memleketinde Kartaca limanından daha güzel bir liman yoktur. Liman ağzında bir ada vardır. O adaya Oskovi Rade derler. İyi barınaktır. Ada ile kenar arası derinliği on bir kulaç olan bir demir yeridir.
           Adanın boğazında, günbatısı tarafında bir döküntü vardır. İçeri girerken ada ile döküntü arasından geçilir.
           Liman içinde, şehir önünde, limanın ortasında bir döküntü poyraz tarafındaki sahile birbuçuk mildedir. Şehre bir mildir. Etrafın derinliği dört kulaçtır.

Sayfa 134
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 27, 2011, 23:32:14
        Meltemle Esen Deniz Damlaları - Yalçın İsmail Gürkan

        "baba, baba" diyerek sol eliyle tuttuğu sağ kolunu bana doğru uzattı. Aman Ya Rabbil Alemin! Bana güç ver! Bizlere yardım et ve koru! Bu 7-8 Beaufort'luk sert havada ben şimdi ne yaparım?!
        Ne yazık ki, sevgili Meltem'imin sağ ön-kolu incecik ve zarif bileğinin 15 cm kadar üstünden sallanıp elimde kaldı. Ön-kol, iskota palangasıyla sancak küpeştesi arasında sıkışıp kırılmış. Bu bir 'radius-ulna' kırığı. Yani ön kolun her iki kemiğinin de birden kırılmış durumu. Tanrının büyük bir hikmeti olarak açık bir yara ya da kolda kopma gibi bir şey yok. Aman Tanrım bana güç ver. Beynim uyuşuyor, yerimden kımıldayamıyorum.
        Yelkenler hala ayı bacağı düzeninde olduğundan, Deniz'e dümeni çok dikkatle kullanmasını öğütleyip Meltem'i sağ kolumla tüm gücümle bir mengene gibi kavradım. Onu sıkıca sabitleyebileceğim bir yere en iyisi başaltı kamarasına taşımam gerek, ama bu aman vermez çalkantıda bu işi nasıl başaracağım?

       sayfa  19   
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 28, 2011, 00:21:34
Sinağrit Baba - Sait Faik Abasıyanık

Sinağrit Baba oltalardan birini kokladı. Bu balıkçı Hristo'dur: kusurlu adam. Gözü açtır onun. İçinden pazarlıklıdır. Evet, fukaradır ama, kibirli değildir. Sinağrit baba fukaralıkta gururu sever. Öteki oltaya geçti. Kokladı. Bu balıkçı Hasan'dır. Geç! Cart curt etmesine bakma! Korkaktır. Sinağrit Baba cesur insandan hoşlanır. Bir başka oltaya başvurdu. Balıkçı Yakup iyidir, hoştur, sevimlidir, edepsizdir, külhanidir. Ama kıskançtır. Kıskançları sevmez Sinağrit Baba, geç. Şu olta, hasisin tuttuğu olta. Sinağrit Baba cömertten hoşlanır. Ama bu oltaya bir baş vurmaya değer.

Bir baş vurdu. Hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti. Sinağrit Baba iğneden kopardığı yarım kolyozu çiğnemeden yuttu. Hasis, oltasını hızla topladı:

-Vay anasını be, Nikoli! -dedi-, iğneyi dümdüz etti.

Nikoli'nin oltasının yemini kuyruğuyla sarsmakta olan Sinağrit Baba, Nikoli'nin bir kusurunu arıyordu. Onda kusur mu yoktu. Evvela sarhoştu. Sonra ahlaksızdı, kendini düşünürdü ama, cesurdu, cömertti, hiç kıskanç değildi. Fukaraydı. Kibirliydi de. Sinağrit Baba, kibirli fukarayı severdi ama, Nikoli'nin kibrini beğenmiyordu. İnsanoğlunda o başka bir şey, gurura pek benzeyen şey, yerinde, vaktinde bir gurur, o da değil, insanoğlunun insanlığından, ta saçının dibinden, oltasını tutuşundan beliren, isteyerek olmayan, ama pek istemeyerek de gelmeyen bir gurur isterdi. Öyle bir elin oltasını düzleyemez, misinasını kesemez, bedeni fırdöndüsünden alıp gidemezdi. Beş sandalın beşini de kokladı, beğenmedi.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 29, 2011, 14:03:18
Tahiti Nui - Eric de Bisschop - (The Polinesian Mystery, s:18-19)

---
It is important to clarify what we mean by the term "mariners". If we mean merely those who "go to sea" in boats, then we must include practically every people who have been bordered by the sea; but as we have already seen, nothing is further from the truth.

In my search for possible maritime ancestors of the Pacific islanders I soon find myself obliged to make a clear distinction between two very different kind or "men of the sea". I will distinguish between them by calling them "navigators" and "mariners".

Your navigator is one who uses water in order to go from A to B, to travel toward a known or accessible destination that he knows he can reach. He will usually hug the coast, and only leaves it when forced to do so. He dislikes being out of sight land. He travels only for practical reasons; commercial ventures, conquest, the abduction of slaves. He lacks one essential quality of the true mariner.

For your mariner is one who, over and above the ends and motives of the navigator, takes to the sea in a spirit of adventure and discovery. His objective need not be precise or attainable. He sails for the pure pleasure and curiosity of seeing always more ahead of him, ever further, beyond the horizon. The open sea dreaded by the mere navigator exercises on the mariner's spirit a kind of obsession, haunting, powerful, magnetic.

----

Kısmen ve üstünkörü çevirmek istemedim, İngilizce paylaştım. Hoşgörünüz...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 31, 2011, 22:10:33
          Ege’den – Halikarnas Balıkçısı

          Gülen Ada
          Kimi insan para pul budalası olur, kimisi keşif ve icat meraklısı; bazısı da müzik aşığı… Deli Davut ise, adalar karasevdalısıydı. Denizin bu deli-divanesinin gözünde hep adalar tüter, adalar titrerdi. Tanyeri ağarırken, “adalarla birlikte uyanacağım” diye, çok geceler göz yummazdı. Gecenin loşluğuyla örtülü duran deniz, hala rüyasına dalgın, derin derin uyurken, tan ışığını yüksekten kapan adalar, Arşipel’in o kopkoyu çelik mavisinde sanki şafak parçaları imişler gibi parlarken ve Deli Davut’a ta uzaklardan göz kırparak, koyunlarında bir yeni gün daha yaşayacağını ona, gün doğmadan müjdelerlerdi. Bunu gören Davut, dünyaya yeni gelmişe dönerdi. Kuş uçmaz kervan geçmez dağ başlarında gerili duran telgraf tellerine rüzgar değince, tellerin uzun uzun inlemesi gibi, Davut’un da gönlü titreye titreye ışığa ve açıklıklara uyanır; gözleri, yüreğini buran sevinçle harlardı.
          Sayfa  91

          Balıkla Kabak
          Gökova Körfezi’ndeki Şehiroğlu (antik Cedrae) Adası’na doğru gidiyorduk, bir gomina önümüzde bir uçar balık denizden fırladı, şimşek gibi parladı, battı. Ta ötede, denize bir martı daldı.
          Akdeniz’e ak derler. Fakat; ak idiyse, herhalde, aklık, maviye sevgisinden, kendini mavinin içine atmış ve mavilerde şeker gibi eriyip mavi olmuştu.
          Biz, bütün özdeyişlerimizle adaya sokuluyorduk. Bu, bir ada değil, sanki gökten denize düşmüş bir cennet parçasıydı. Yaradılışın gönlü Ege ortasında sevgiyle, çiçekle ve türküyle çıldırmış, en vurdum-duymaza bile ateşli bir atılış tadını tattıran bir sevinç parçası yaratmıştı.
          Sayfa 183
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 31, 2011, 22:52:21
Cebinize 10 TL koyun...

Cebinize 10 TL koyun. 1,5 TL ile bir jeton alın bir İstanbul öğle sonrasında Kadıköy’den, binin 14:45 Beşiktaş vapuruna. Hemen çıkın üst kata, verip 1,5 TL daha büfeden bir demli çay, iki de simit alın; simitlerin biri martıların payı. Çıkın açık güverteye. Çayınızı yudumlayıp çıtır çıtır simitinizin tadını çıkartın. Derken dizeller kükremeye, denizler köpürmeye başlasın; altınızdaki çelik kuğu yavaşça iskeleden ayrılırken hazırlanın bu eşsiz kentin eşsiz konuklarını karşılamaya. Daha İnciburnu’na gelmeden martılar sizi keşfedecektir.

Martılar Cevat Kurtuluş’udur bu kocamış şehrin; Türk sineması için Cevat Kurtuluş neyse İstanbul içinde martılar odur. Denize çevrilmiş her çift göz, her objektif ister istemez onları da alır kadrajına. Onlar bu eşsiz şehir manzarasının vazgeçilmez figüranlarıdır. Figüranlarıdır, çünkü bu şehrin başrolü yoktur aslında. Denizin, Boğazın, yeditepenin, çarpık yapıların, minarelerin, Kızkulesinin toplamıdır bu şehir. Mendirekleri olmadan olmaz. Mina.reler, kubbeler olmadan çıplak kalır. Kuğu gibi süzülen tekneleri, balıkçıları, vapurları olmadan mümkün müdür bu görkem, bu sıcaklık.

İster iskele tarafında konuşlanın, Marmara’nın ufkuna karşı. Ya da sancak tarafında mimari harikası Haydarpaşa’ya karşı. Sizi bilmem, ben kırk yıldır her seferinde aynı hayranlık, aynı keyifle izlerim kocamış Haydarpaşa Garını. Önce biraz irice bir parça kopartın martıların göz hakkından ki yerinizi bellesinler. Sonra bir curcunadır başlasın. Ahırkapı mendireği boyunca bir parça simit kapabilmek için inanılmaz uçuş hünerlerini sergilesinler sizin için.

(http://sthdeniz.org/sites/default/files/images/serhat_2.jpg)

Sarayburnu önlerine geldiğinizde başınızı döndüren trafiğini izleyin Osmanlı Caddesinin. Balıkçı sandalları, birkaç yüzmetrelik tankerler, transatlantikler, trol tekneleri, yolcu motorları, vapurlar, römorkörler… Sıradan bir gününde, rastgele bir anında izleyin Sarayburnu önlerini. Kızkulesinden kıvrılırken Boğaza doğru Eminönü-Karaköy arasındaki curcunayı izleyin. Boşverin, bugün görmeyin Park Otelin kalıntısını, Gökkafesi denen heyulayı, şehrin sırtlarından fırlamış plansız programsız estetikten nasibini alamamış sonradan görmelik abidelerini, gökdelenleri… Tophane limanı üzerine fantaziler kurun, dönün sancak tarafınıza Şemsi Paşa Camisine, Mimar Sinan’ın belki de en mütevazı eserini izleyin denizden. Çiçekçi sırtlarına doğru Rum Mehmet Paşa Camisine bir bakın hele; bunca yıldır hiç dikkatinizi çekmiş midir tamamen farklı Bursa üslubuyla. Osmanlı Caddesini yaşayın. Mihrimah Sultanıyla, Dolmabahçesiyle.

Ve yelkovan kuşlarını izleyin. Alçak irtifada, ileri uçuş teknikleri üzerine bir mini gösteri yapsınlar size. Hep aynı yükseklikte, he aynı hızda, aceleyle geçer giderler. Çocukluğumdan beri merak etmişimdir, bu acele niye, nereye?

Sancak tarafında hazırlanın izlemeye, dinleyin, kendine özgü bir armonisi vardır yanaşırken çelik kuğunun. Durmaksızın tekrarlanan bir ritüeli izleyin. İskele alabanda! Yavaşça kayar denizin üzerinde iskeleye doğru çelik kuğu. Her gün defalarca aynı işi yapan çımacıların kayıtsız ifadelerini boşverin, izleyin, her sefer, her kalkış, her yanaşma başlı başına bir ritüeldir denizde. Yine kükreyecektir birazdan sessizce kayan kuğu, bir ileri, bir geri ortalayacaktır iskeleyi. Nereye koşturdukları bilinmez bir güruh sabırsızca atlayıp iskeleye, başlayacaklardır koşmaya. Halatlar gerilecek, kuğu boyun eğecek ve tahta iskeleler bilyalarının üzerinde gürültüyle kayarak sizi karaya bağlayacak. Tek vücut olmuş bir güruha katılıp ritmik hareketlerle inin vapurdan.

(http://sthdeniz.org/sites/default/files/images/serhat_1.jpg)

100 metre yürüyün, önünüzde Deniz Müzesi. Altı tarafı denizlerle çevrili Şehr-i İstanbul’un tek deniz müzesi. Kıyın 3 TL’nize daha, atın kendinizi içeri. Ve düşünün çevrenize bakındıkça, sürekli aynı soruyu sorun kendinize; göçebeyken denizci olmayı başarabilmiş bir millet nasıl olur da bu denli sırtını döner denize? Her köşede bir deniz tarihi, deniz kültürü tüm yalınlığıyla karşınızda durmakta. Daha yüz yıl öncesine kadar günlük yaşamın orta yerine kadar girmeyi başarbilmiş deniz bugün günlük yaşamdan sürgün edilmiş, nasıl, niye?

17:45 vapuruna yetişin. Verin 1,5 TL daha, bırakın kendinizi yine aynı ritüele; kükresin çelik kuğu, deniz köpürsün, bastığınız yer titresin. Geçin vapurun iskelesine, bu saatlerde başka güzeldir Anadolu yakası. Hatta Sarayburnu önlerinde Megaralı Byzas’ın gözleriyle bakın karşıya, Körler Ülkesine… Korint boğazından çıkıp cennet diye Sarayburnu sırtlarını mesken tutan Byzasın kulaklarını çınlatın. Seslenin; “Ey Byzas! Eğer ki bir batılı değil de doğulu olsaydın cenneti izlemeyi seçip uzaktan bakıp hayranlıkla, Körler Ülkesi demezdin Khalkedona; izlemek yerine yaşamak için seçerdin cenneti.”

(http://sthdeniz.org/sites/default/files/images/fahri_koruturk.jpg)

Ahırkapı mendireğine doğru sancak kısmında konuşlanın. Birazdan mendireğin üzerinde bir grafiti göreceksiniz, şaşırmayın: ”S.S. Cemilem(kalp)Badi”. Aşkını ilan etmiş Badi(?) Cemilesine İstanbulluca. Her gün binlerce İstanbullunun kayıtsızca önünden geçtiği mendireğe kırmızı boyayla yazmış, Cemilesi geçerken görün diye. Derken günün belki de en keyifli manzarası sizi bekliyor olacak. Eğer hala almadıysanız Haydarpaşa mendireğine gelmeden çayınızı alın, 0,50 TL. Günün yorgunluğunu atıp bir yandan kanatlarını kurutan karabataklar benzersiz bir görsel ziyafet hazırlamıştır size. Arada balıkçıllar da görebilirsiniz dikkatle bakarsanız. Ve Kadıköye doğru yaklaştıkça karabatakların yerini martılar alacaktır mendireğin üzerinde.

Yakından bakın bu kez Haydarpaşaya. 106 kazık üzerinde yükselen bu mimari harikasına, İstanbulun köyden kente göç abidesine… En az bir düzine Türk filmi canlanır gözünüzde. Kimler inmemiştir o koca mermer basamaklardan; Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Hulusi Kentmen… Daha niceleri. İnsanları ayırmış, ayır düşenleri kavuşturmuş ulu Haydarpaşa…

Saat daha altıbuçuk bile olmamış. Cebinizde hala 2 TL. Sağdan sağdan vurun deniz kıyısından doğru Moda burnuna. Yürüken daha bir yanda Sarayburnu, bir yanda Adalar. Ya da Marmara uzanır önünüzde boylu boyunca… Uzakta iki boynu bükük siluet; Yassıada ve Hayırsızada. Yakından bir pancar motoru pat patlarıyla yol almakta.

Moda çay bahçesinde Adalara karşı yudumlayın günün son çayını. Uzaktan Ada vapuru süzülerek yaklaşmaktadır. Küvet kadar yelkenlileriyle minik denizci adayları doldurmuştur Dereağzını. Ve güneş alçalmaya başlamıştır yavaş yavaş. Sarayburnunun üzerinden, mesaisini tamamlamaya hazırlanmaktadır.

Söyleyin ey Şehr-i İstanbullular, nerede yaşadığınızın farkında mısınız? Bir kez olsun yaptınız mı; cebinize sadece bir 10 TL koyup da şu Şehr-i İstanbulun tadına vardınız mı? Doğunun en batısında, batının en doğusunda, insanoğlunun tarih boyunca neresinden, nasıl aşacağını şaşırdığı koskoca iki kıtayı aştığınızın farkında mısınız? Martısıyla oynaştınız, tarihiyle yüzleştiniz mi? Nereye gider bu serseriler diyerek yelkovaların ardı sıra dalıp gittiniz mi? Tek sıra halinde mendireğe dizilmiş kanatlarını açmış karabatakları izlediniz mi? Yanıtınız evet ise ne mutlu size, dünyanın en eşsiz kentinde yaşamanın ayrıcalığına varmışsınız.

Yanıtınız hayır mı? Ne bekliyorsunuz? Hatta beni dinlemiyorsanız Orhan Veli’ye kulak verin; o ki her noktasını ezbere bilir bu şehrin, bu denizin…

“Heey! Ne duruyorsun be, at kendini denize.”

Hakan Tiryaki,
Vira Dergisi, Ağustos 2009
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Necip Bulut - Haziran 01, 2011, 10:31:01
Çok güzel... Gönlüne sağlık Hakan korsanım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Zafer Dedeoğlu - Haziran 01, 2011, 10:47:19
Hakan Korsanım,

İstanbul da yaşayıp bırakın 10 tl lik keyfi denizi görmemiş milyonlarca vatandaşımız var.

Emeklerine , yüreğine sağlık  1w5ey8 1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Haziran 01, 2011, 10:50:44
ben teşekkür ederim sevgili korsanlar...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 16, 2012, 13:42:57
bu bölümü çok ihmal ettim ki okunmuş, yazılmayı bekleyen kitaplarda mevcut aslında :)
hem tekrar gündeme getireyim, bu soğuk günlerde okuyacak kitap arayanlara rehber olur belki dedim :-*
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Suat Zeybek - Şubat 16, 2012, 16:16:06
Ilk kez bu tpige goz gezdirdim.
Bence  1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 20, 2012, 18:02:41
            Ofis de sabah 08:30 da oturduğum şu an üstü darmadağın ve her biri yeni bir iş anlamına gelen dosya, kağıt vs.yi elimle iteleyip önümde bir kitaplık yer açtığımda saatin 16:00 yı göstermekte olduğunu dehşetle fark ettim.
             Elimi çantama atıp, arkadaşımda olduğundan uzun süredir ayrı olduğum artık sayfaları sararmış ve günlerdir de çantamda benimle dolaşan ağır kitabımı önüme açtım. Zaten dergi, gazete, tango ayakkabısı ve bi de bu kitap için taşıyorum o bavul kıvamındaki kadın çantasını. Varsın bu ağırlık yapsın…
             Bu kez rastgele bir sayfa açmak yerine en başından başladım okumaya, Tania Aebi’nin “Tek Başına” macerasının birinci bölümünü… 

“23 ekim 1987, yeni bir şafak – Atlas Okyanus’unun kuzeyinde, tek başıma izlediğim otuz yedincisi- Etrafımda kabaran dalgalar akan bir dağı andırıyor ve gerçekten korkuyorum. Güneydoğudan kuzeydoğuya dönen rüzgar ve dalgalar dünden beri giderek artıyordu. Varuna gece boyunca sayısız kere direği denize değecek kadar yalpaya düşmüş ve ne uyuyabilmiş ne de bir lokma yemek yiyebilmiştim, tek düşünebildiğim hayatta kalabilmekti. Şimdiyse gördüğüm en büyük dalgalarla -8 ya da 9 metre kadar- boğuşuyordum. Neredeyse kış gelmişti ve şansımı zorlamıştım. Hava daha da sertleşecekti.”

              Bölüm bittiğinde o evine kavuşacağı milleri sayıyordu bense ağlıyordum. Nasıl bir palamar bağlamıştı beni bu şehre, bu masaya?
              100 metre ilerimde körfez başlıyordu. Ucu okyanusa açılıyordu…
Ve ben birazdan buradan kalkıp gitmeliydim ama 100 metre güneye körfeze, denize oradan okyanusa değil bu kentin içlerine, göbeğine bir bankanın duvarında bir metal makinenin önünde sıraya girmeliydim.

“ aklım karmakarışıktı, içinde olduğum fırtınadan çok eve dönüşün ve yeni başlangıcın baskısı yüzünden. Otuz ay ve 27.000 mil boyunca gelecek hiçbir zaman belirsiz olmamıştı. Hedefim her gün belliydi –batıya ilerlemek, eve dönmek…”

              Bari bir balık olarak gelseydim dünyaya… üzeri puantiyeli fosfor sarı renkli alık bir balık….

Nilüfer
(italik yerler kitaptandır, diğer yerler benim klavyemden)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mahir B. Aşut - Şubat 20, 2012, 19:48:55
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
...
Nasıl bir palamar bağlamıştı beni bu şehre, bu masaya?
...

 1w5ey8

Nilüfer Korsan, bunun cevabını bulursan lütfen bize de söyle...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Can Deniz - Şubat 20, 2012, 21:08:04
Bölüm bittiğinde o evine kavuşacağı milleri sayıyordu bense ağlıyordum. Nasıl bir palamar bağlamıştı beni bu şehre, bu masaya?
              100 metre ilerimde körfez başlıyordu. Ucu okyanusa açılıyordu…
Ve ben birazdan buradan kalkıp gitmeliydim ama 100 metre güneye körfeze, denize oradan okyanusa değil bu kentin içlerine, göbeğine bir bankanın duvarında bir metal makinenin önünde sıraya girmeliydim.

Yüreğinize, kaleminize sağlık. :-*

Bilirim İzmitin denize küs halini,
başta Ankara İstanbul karayolu,
ardından tren yoluyla İzmitlinin denizle ilgisini kesmek adına ne gerekiyorsa yaptılar bu kentte.
Ben bilmediğim herhangi bir deniz kentine gittiğimde
kimselere sormadan denizi bulurum koklaya koklaya.
Oysa İzmitte karşıda yar
ulaşamazsın her yanın duvar
durumu var. 

Aslında bazı devlet daireleri,
bazı banka şubeleri deniz tarafına geçse
belki biraz daha denizle içiçe bir yaşam oluşmaya başlayabilir diyeceğim ama
N city alışveriş merkezinin yandığını düşününce de diyemiyorum.

Önceki yıllarda söylemiştim galiba
Denizin mavisi ve ormanın yeşilinden ürküyorlar galiba ülkemin canım insanları.
Çöl ve bedevi kültürü ile harmanlanmış kahverengi rengin dayanılmaz ağırlığı eziyor beni.
Neyse daha fazla uzatmadan
sevgi ve saygılar. 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Feyiz Öz - Şubat 21, 2012, 12:03:25
Teşekkür ederim Nilüfer Korsan,
Duygularıma tercüman olduğun için. En azından ne istediğimizin farkındayız diye düşünüyorum.
Birde düşüncelerimizi eyleme geçirirsek işte o zaman filim kopacak.
Saygılar, selamlar...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: mıstafa balta - Şubat 21, 2012, 13:22:15
Ustura kemal'in yaratıcısı, doğa ve deniz aşığı Rüzgar baba Haldun Sevel'in son eseri naviga yayınlarında satışa sunulmuştur. Hedayesi 15 tl, 200 sayfa bol görsel. Denizseverlerin bilgisine.

http://magaza.navigamagazin.com/Kitaplar/Devlerin-Askı-Halikarnas-Balıkcısı-nın-izinde-denemeler.html (http://magaza.navigamagazin.com/Kitaplar/Devlerin-Askı-Halikarnas-Balıkcısı-nın-izinde-denemeler.html)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 02, 2012, 17:28:29
Bugün yine kitap alışverişleri yaptım.
okuyunca alıntılarını yayınlarım ama şimdilik bu kitaplardan haberdar edebilmek için arka kapak tanıtımlarını paylaşıyorum :)

SİHİRLİ YELKENLİLER
Nadire Berker-Selim Yalçın
Boyut Yayın Grubu

"Sihirli Yelkenliler" kitabı insanoğlunun yedi denizi fethetmek ve rüzgarı kullanarak dünyaya hükmetmek için gösterdiği altı bin yıllık çabanın olağanüstü başarılı ürünleri olan yelkenli gemileri ve hikayelerini anlatıyor.

Türkiye'ye tall ship'leri tanıtacak olan bu kitap, ikisi de birer deniz tutkunu olan ve yıllardır yelken, kürek ve deniz kültürüne ait yazıları Türk yelken dergilerinde yayınlanan Prof. Dr. Nadire Berker ve Prof. Dr. Selim Yalçın tarafından iki yılda hazırlandı. Marine Denizcilik Sanayi Azuree markasıyla kitabı desteklerken, Suna ve İnan Kıraç Vakfı başta olmak üzere dünyanın dört bir yanından denizseverler, deniz müzeleri ve yelkenli gemi sahipleri de bu projeye katkıda bulundu.

398 sayfalık "Sihirli Yelkenliler" koleksiyon kitabında; deniz ve sanattan yelkenli geminin anatomisine, yelkenli gemi türlerinin ayrıntılı incelemelerinden yarış ve festivallere kadar yelkenli gemilerin 6 bin yıllık hikayesini bulacaksınız. Üstelik birarada başka yerde bulamayacağınız özel bilgilerin tamamına orijinal siyah beyaz nostaljik fotoğrafların yanısıra, çizimler de eşlik ediyor.

Tamamı kuşe kağıda basılmış, özel ebattaki bu koleksiyon kitabı, denizcilik ve yelkenlilere ilgisi olsun olmasın herkesin keyif ve heyecanla okuyup inceleyebileceği bir bilgi ve kültür kaynağı.
-------------

YELKENLİ YATÇILIĞA BAŞLARKEN
(Yetkin Denizcilik Yolunda İlk Adımlar)
Penny Haire, Sarah Hopkinson
ADF Yayınları

Yelkenli Yatçılığa Başlarken, Amatör Denizcilik Federasyonu’nun (ADF) yıllar geçtikçe büyüyen eğitim /öğretim kitapları serisinin son örneği. İngilizceden çevrilen kitap, 44 ülkede, onay verdiği 2200 eğitim merkeziyle uluslararası bir yelken eğitim kuruluşu haline gelmiş  RYA’nın (Royal Yachting Association) denizciliğe/yelkenciliğe/tekneciliğe/yatçılığa başlangıç kurslarında  kullandığı eğitim kitabıdır. Kitaptaki 300’den fazla resmin yarattığı görsel zenginlik, öğretici anlatımın yanında, bir  tekneye ilk kez ayak basan kişinin, neyin nerede olduğunu hemen kavramasını sağlayacak bir düzen içindedir. Kitabın kullanımını kolaylaştırmak için Türkçe baskısına  denizcilik terimlerini açıklayan bir de  “Sözlük” eklenmiştir. Denize açılmak isteyen ve denizi kendisi için kullanacak kişinin bir belgeye sahip olmasının zorunlu tutulmadığı İngiltere’de; sadece elinizdeki kitabın adıyla verilen kurslara her yıl ortalama 12.000 kişi katılmaktadır.
Deneyimli denizcilerin bile “her denize açıldığımda hâlâ yeni bir şeyler öğrenebiliyorum”  dediği bir deryadır denize açılmak. Yelkenli Yatçılığa Başlarken, sizi “denize açılmaya” çağıran, yüzlerce yelken öğreteninin birikmiş deneyimlerinden faydalanılarak yazılmış, her sayfası ayrıntılı ve açıklayıcı renkli resimlerle dolu,  her zaman yanınızda taşıyıp, başvurabileceğiniz boyutta bir elkitabı.

-----------

Kara Deniz Beyaz Işık: Rumeli Feneri
Ali Soysal
Denizler Kitapevi

İstanbulun en uç noktasında ve boğazın girişinde bulunan Rumelifeneri ve çevresi şimdiye kadar ciddi bir araştırmaya konu olmuş değildir. İlkçağ efsanelerinde bile yer alan ve bütün tarih boyunca denizcilerin tanıdıkları bu yerin başlıca simgesi bir fener olmakla beraber; Ali Soysalın bu ikinci eseri bir yerel monografyanın gerektirdiği bütün bilgileri toplu bir şekilde sunmaktadır. Ayrıca yazar kaynakları ve belgeleri de incelemiş, hatta Rumelifeneri bölgesindeki mezartaşlarını dahi gözden geçirmiştir. Bu bakımdan İstanbulun bu uzak köşesini feneri gibi aydınlatan kitapta, ...
------------

BALIK AVI HİKAYELERİ
Cüneyt Alpay
Denizler Kitabevi

Aynı gün içerisinde, aynı kıyıdan zargana, istavrit, çinakop, palamut, lüfer avlanabilecek başka bir şehir var mı acaba dünya üzerinde?

Ya da sabah gün ışıldarken, çevresinde binlerce yıllık bir tarihe gömülmüş duran Unkapanı Köprüsü'nden palamutları çekip, köprü altındaki onca yabancı insanla aynı heyecanı yaşamak ve hemen iki metre arkadaki trafik sıkışıklığının farkında dahi olmamak nasıl açıklanabilir?

Balık avcılığının, kentli bir insana hissettirdiklerini ve öğrettiklerini bulacaksınız bu küçük hikaye-anı kitabında...

Yazarın Boğaz'da başlayan balık avcılığı serüveni, giderek yoğunlaşan ve yetkinleşen bir tutku halinde, Saros ve Kuzey Ege'de gerçekleştirdiği levrek avı maceraları ile zenginleşiyor; okura bu işin gizli sırlarını fısıldıyor.

Deniz, balık, gezi ve macera tutkunu herkes için zevkle okunacak ve balık avı ile ilgili pek çok şey öğretecek hikayeler... Yeni başlayanlar için umut, işin ehli kimseler için minik bir gülümseme vadeden anılar...

Kimbilir belki bir gün siz de oltanızı denize savurursunuz; ender ve zor bulunan, ulaşılmaz olanın peşinde, kendi sınırlarınıza doğru bir "anlam" yolculuğuna çıkarsınız.

-------------


BOĞAZ HAKKINDA HER ŞEY
Pat Yale-Saffet Emre Tonguç
Boyut Yayın Grubu

Yazdığı kitaplar ve çalışmalarıyla ödüle doymayan tarihçi ve gezgin Saffet Emre Tonguç; 2010 yılında "En İyi Turizm Yayını" ödülünü alan İstanbul Hakkında Her Şey kitabının ardından, şimdi de İngiliz seyahat yazarı Pat Yale ile birlikte hazırladığı Boğaz Hakkında Her Şey isimli yepyeni eseriyle okurların karşısına çıkıyor!

Boğaz Hakkında Her Şey; bu güne kadar Boğaz hakkında yazılmış en kapsamlı ve en güncel çalışma. Eserde, Boğaz'ın en meşhur yalılarının hiç görülmemiş iç mekan fotoğraflarının yanısıra, bir uçtan bir uca Boğaz ile ilgili en yeni bilgiler yer alıyor. Kitabın rotası Avrupa ve Anadolu Yakası olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor. Saffet Emre Tonguç, okurları Cankurtaran'dan Rumeli Feneri'ne, Kadıköy ve Moda'dan Anadolu Feneri'ne kadar toplam 34 durağın yer aldığı heyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Üstelik eserin en başında yer alan haritada, ziyaret ettiğiniz yerleri işaretleyebilmeniz için kutucuklar dahi düşünülmüş.

Tam 348 sayfadan oluşan rehberde, yalın ve kolay anlaşılır metne yüzlerce renkli ve özel fotoğraf eşlik ediyor. Saffet Emre Tonguç'un aylarca süren çalışması; otellerinden restoranlarına, cami ve çeşmelerinden kiliselerine, yalılarından köşklerine, saraylarından müzelerine kadar Boğaz Hakkında Her Şey'in yer aldığı olağanüstü bir rehber niteliğinde. Yalnızca turistler değil, İstanbul'da yaşayan gezginlerin de yanından ayırmaması gereken bir kitap.


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Gür - Mart 02, 2012, 17:37:27
 >:( >:( >:( Gel de kızma ! Gel de sinir olma !!!!
SİHİRLİ YELKENLİLER
Nadire Berker-Selim Yalçın Kitabı hediyesi saaaaadece 185TL.

"Kolleksiyoncu kitabı" ne demekse (!?)  olsa da bu fiyat ile yelken ve yelken tarihini öğrenmek isteyenler için ulaşılmaz görünüyor. Yazık etmişler. >:(
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Güven Birkan - Mart 02, 2012, 21:44:52
Bu tür değerli kitapların gerçek okuyucuların eline geçebilmesi için, basımını bir sponsora destekletmek, böylece fiyatı aşağı çekmek gerekir gibi geliyor bana. İnsan kolay kolay bu rakamları ödeyemiyor; benim maaşımın neredeyse beşte biri.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 09, 2012, 15:42:02
Boğaz Hakkında Her Şey – Saffet Emre Tonguç / Pat Yale


                İmparator Jüstinyen’in hüküm sürdüğü dönemlerde bile Haliç’e köprü inşa etme çalışmaları olduğu biliniyor. En eski köprüler Ayvansaray ve Kağıthane’de yapılmış. Fakat ikisi de 1204’te İstanbul’a düzenlenen IV. Haçlı Seferi’nin kurbanı olmuş.

                Haliç’e köprü yapılması o kadar ihtiyaçmış ki hem Leonardo da Vinci hem de Michelangelo planlar hazırlamış. 1502’de tamamlanan ve Sultan II. Bayezid’e sunulan Leonardo’nun çalışması en bilinen tasarım. Maketi 2001 yılında Norveç Aas’ta Leonardo Köprüleri projesinin bir parçası olarak yapıldı. www.leonardobridgeproject.org (http://www.leonardobridgeproject.org)

Sayfa 45

                Galata Köprüsü adını bir kağıt oyununa veren dünyadaki tek köprü olmalı. 1901 yılında yayınlanan bir briç rehberine göre, Kırım Savaşı sırasında Galata’da kalan İngiliz askerleri her akşam Galata Köprüsü’nü geçip kahvehanelere oyun oynamaya giderlermiş. Bu güzergah sebebiyle oyunu “Bridge” (Briç=Köprü) diye isimlendirmişler.

Sayfa 49

                Efsaneye göre Bizans’ın kurucusu Byzas’a, Yunanistan’ın tarihi Delfi şehrinde bulunan Apollo Tapınağı’ndaki kahin, yeni ülkesini “körler ülkesinin” tam karşısına kurmasını söylemiş. Byzas, Haliç ve Boğaz’ın Marmara Denizi ile birleştiği Sarayburnu tarafına vardığında Kalkedon’a (şimdiki Kadıköy) bakmış ve “burada yaşayanlar karşının güzelliğini fark etmediğine göre kör olmalılar” diye düşünmüş. Böylece M.Ö.667’de, daha sonra Konstantinopolis ve İstanbul olarak adlandırılan şehrini kurmuş.

Sayfa 195 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 14, 2012, 15:14:15
Yelkenli Yatçılığa Başlarken - Penny Haire / Sarah Selman

              Amatör Denizcilik Federasyonu tarafından bastırılan bu kitabı sipariş ettiğim sırada henüz görmeden daha önceki iletilerimde arka kitap tanıtımıyla tanıtmıştım. kitabı okuduktan sonra 1-2 satır daha yazmaya karar verdim.

              Bu kitabın diğer yelken kitaplarından farkı, içeriğinin direk yatçılıkla ilgili olması ve çok temel, gerekli bilgilerin çizimlerle çok yalın anlatılması.
              teknenizin bir tanıtım kitapçığı gibi düşünebilirsiniz. siz bu kitaptaki hemen herşeyi biliyorsunuzdur çünkü teknenizi ilginiz gereği tamamen tanımış, teknede seyir kurallarını uygulamaktasınızdır ancak bu tekneyle her zaman sizin kadar bilen biriyle seyehat etmiyorsunuz. sizin hobinize eşlik eden eşiniz, çocuklarınız bu tekneye adım attıkları an bu tekne ile ilgili neler bilmeleri gerekiyorsa bu kitapta mevcut.
              yani demem o ki, bu kitabı teknenizle seyir yapacak kişilere hediye edebilirsiniz çünkü kitap çok teknik konulara girmeden herkesin anlayabileceği çizimlerle o kişiye tekneyle seyrin ne olduğunu, teknede neler yapması gerektiğini anlatıyor.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Aziz Eryavuz - Mart 16, 2012, 10:25:45
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
alıntının yapıldığı kitabın adını yazmayı unuttuğum uyarısı özelden geldi ama sanırım genelde yazı çok dikkat çekmedi :)
bu kitabın henüz adı yok... takriben 10 sene kadar sonra tarafımdan yaşanarak yazılacak bir gezi kitabının kurgu demosu sadece :)
dün gece sırılsıklam girdiğim evimde cama vuran yağmur eşliğinde kitaplarımı karıştırırken kurgulandı...
satar mı sizce  !*.

Nilüfer Korsan,

Devamını yaşamanızı ve yazmanızı diliyorum. Ve keyifle okuyacağım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 18, 2012, 13:03:38
            Bir sabah batı ufkunun ucunda iğne başı kadar bir yelken gördüm. Karaya hala 1.229 mil vardı. Dürbünü kapıp ön güverteye koştum direğe yaslanıp gözlerimi kısarak teknenin ayrıntılarını görmeye çalıştım. Telsizi açıp ardı ardına çağrı yaptım. “beni duyabiliyor musunuz? Beni duyabiliyor musunuz? Burası yelkenli tekne Varuna. Tamam.” Cevap veren olmadı. Günün büyük kısmında tekne görünür uzaklıktaydı ama çağrılarıma sağırdı. Oysa onlarla konuşup Navigasyon hesaplarımı doğrulatmak istiyordum. Bütün mevki çizgilerim, (line-of-position) LOP’larım tutuyordu ama yine de biraz o rahatsız eden kendinden kuşku vardı. Birisinin mevkimi doğrulaması kendime güvenimi sağlayacaktı. Ama cevap yoktu.diğer tekneden daha iyi nöbet tuttuğumu düşünüp biraz gurur duydum ama daha çok heves kırıklığı hissediyordum; insanlarla ilişki kurmayı çok istiyordum, o kadar yakındı ki. Ufka bir kez daha baktığımda, boştu.
           Onaltı ekim sabahı, kalktım ve dışarı çıktım, alçak, kara bir boranın kıçtan gelmekte olduğunu tam zamanında fark etttim. Sakin suların üzerinde yoğun bir yağmur perdesinin kızgın dalgaları gizlemesini izledim. Rüzgar aniden şiddetlendi ve sağanak Varuna’yı sulardan kaldırdı, yalpalatarak sürükledi, tamamen yelkenle donatılmış tekneyi kontrol etmeye çalışan rüzgar dümeni palası ve yeke bir taraftan diğerine savruluyordu.
           Rüzgarüstüne dönerken, ana yelken ters rüzgar aldı ve bumba, karşı kontraya hızla savrulmasını durduracak önleyici donnıma yüklendi. Önleyici donanım kopcak kadar gergindi ve boşlamaya başladım. Yavaşça boşlarken, bumba karşı kontraya geçti, tekneyi daha da bayılttı ve yeni bir soruna yol açtı. Direk ve arma rüzgarda şiddetle titriyor ve spinnaker bumbası ve gennaker suyun içinde sürükleniyordu. Ana yelken bumbası da rüzgaraltında, armanın denize dalma partisine katıldı………

Sayfa 107

Evet yine iş arası elime başucu kitabımı alıverdim  !*.
ve evet yine gözüme toz neyin kaçtı  :'(
Akşama kitabı eve götürüp kitaplığa hapsedeceğim  :-[
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 23, 2012, 08:48:02
Felsefe Yelken ve Caz – Asiye Koray Bendon

Resmin hikmetine gelince, bu resmi duvara asanlar, denizaşırı yerlere gidiyormuş, uzaklara seyahat ediyorlarmış gibi bir şey.
Ortada bir öykü falan yoktu.olacaksa da (anlaşılan o ki) önce denize açılmamız gerekiyordu.
Bu arada, hoca, iyi bir yazarın ayrıntıları hemen yakalayacağını söyleyerek, sınıfın yarısını eziyor.
Denizaşırı ülkelere yelken açmak kısmına gelince…
Bir taraftan, “yok, ben almayayım, şimdilik oturayım oturduğum yerde” diye içimden geçirirken, toparladığım kağıtların arasında, nihayet resmi de buluyorum.
Sonra da bir an kendimi yelkenliyle açılmış hayal ederken yakalıyorum.
Hep şu elma…
İyi de, aslında bir tekneye atlayıp ufka yelken açmak o kadar zor değil.
“ne gemiler yaktın..”
“yakabildin mi?”
Ders, böylece sona eriyor.
Günün sözü: yazmak aynen aşk gibidir.

Sayfa 31
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 24, 2012, 10:47:01
Deniz Kurdu – Jack London

Ertesi sabah fırtına tamamen dinmişti. Hayalet, çarşaf gibi dümdüz denizin üstünde yavaşça kayarak gidiyordu. Arasıra hafif bir rüzgar esiyordu. Kurt Larsen’in gözleri kuzeydoğuda, kuvvetli rüzgarın esmesi beklenen yöndeydi.

Bana anlattığına göre Hayalet, oldukça iyi yapılmış seksen bin tonluk bir uskunaydı. Eni yedi metre, boyu ise aşağı yukarı otuz metre kadardı. Oldukça dengeli bir gemiydi. Salmasının dibinden direğinin tepesine kadar da otuz metre kadardı. Bu ince ayrıntıları, yirmi iki kişiyi kapsayan bu küçücük güzel dünyanın boyutları konusunda size bilgi verebilmek için söylüyorum. Küçücük bir dünya bu. Hatta bir nokta. Bense insanların böylesine önemsiz bir geminin içinde denizlere açılmaları karşısında hayranlık duyuyorum.

Sayfa 44
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Selim Sağ - Nisan 27, 2012, 00:39:13
Nilüfer korsan bende yeni katıldım aranıza  yelkenli bilgim hiç yok kitabın ismini ve nerden alacağımı yazarsanız sevinirim teşekkürler
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 27, 2012, 09:08:14
kitabın adı - yazarı

............. alıntı ...........

alıntının yapıldığı sayfa numarası

şeklinde bir düzen uyguluyorum. alıntının üst kısmında kitap adı yoksa eğer benim henüz yazılmamış, yayınlanmamış kitabımdan alınmış demektir boşuna piyasada aramayın  :D

ben genelde internet üzerinden idefix gibi sitelerden alışveriş yapıyorum.
iyi okumalar.
okuduklarınızdan alıntıları buraya da yazarsanız katkı sağlamış olursunuz :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 16, 2012, 22:33:40
Dülger Balığının Ölümü - Sait Faik

               Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pullan ka­dın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılma­ya değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?
               Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ve şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür öl­mez, öyle ki büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları.          Benim, size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Ha­fifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır: Su­dan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz.
Vücudu kirlice, esmer renkte demiş miydim?
             Rum balıkçıların hrisopsaros -Hristos balığı- dedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz’de dehşet saçarmış. Bir Fenikeli denize düş­meye görsün! Devirdiği Kartacah çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; koparır, atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz’in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, beladan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balı­ğının adından bembeyaz kesilirmiş.

            Isa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken san­dallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. “Ne oluyorsunuz?” diye sormuş Balıkçılar: “Aman!” demiş. “El aman! El aman bu canavardan! Sandalımızı kırdı, arka­daşlarımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz ol­duk, açlıktan kırılırız.”
            Isa, yalın ayak, başı kabak, dülger balıklarının yüzlercesi-nin kaynaştığı denize doğru yürümüş. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış. İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söyle­miş…
O gün bugündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli; fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır. Bir­çok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, testereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır. Dülger balığı adı ona bunlardan ötürü takılmış olmalı.
             Bütün bu alet ü edavatın dört yanını, şeffaf naylondan diyebileceğimiz işlemeli bir zar çevirmiştir. Kuyruğa doğru bu incecik zar azıcık kalınlaşır, rengi koyulaşır, bir balık kuyruğu­nun biçimini alır.
             Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine düşer kim bilir? Onun için dünya bomboştur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur. Suyun yüzüne yam­yassı serilir. Kocaman gözleriyle insana mahzun mahzun ba­kar durur. Sandala aldığınız zaman dakikalarca onun sesini işitirsiniz. Ya sesini! Bir o, bir de kırlangıç balığı sandalda ö-lünceye kadar ikide bir feryada benzer, soluğa benzer acı bir ses çıkarır. İnce zardan ağzını bir kere ağlara vurmasın, küstü­ğünün resmidir dülger balığının.
           Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki; yarısı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm. Rengi denizden çıktığı zamandı. Yalnız aletlerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumuşak zarları titreyip du­ruyordu. Böyle bir oynama hiç görmemiştim. Evet, bu bir o-yundu. Bir görünmez iç rüzgârının oyunuydu. Vücutta, görü­nüşte hiçbir titreme yoktu. Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperişle tatlı tatlı titriyorlardı. İlk bakışta insana zevkli, eğlenceli bir şeymiş gibi gelen bu titreme, hakikatte bir ölüm dansıydı. Sanki dülger balığının ruhu, rüzgâr rüzgâr, bu incecik zarlar­dan çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamışcasına.
             Hani bazı yaz günleri hiç rüzgâr yokken, deniz üstünde bir meneviş peydahlanır. İşte böyle bir cazip titremeydi bu. İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse, bu titremenin anlamı hafif­çe acıya yorulabilirdi. Ama insan, yine de bu anlama alma­maya çalışıyordu. Belki de bu, harikulade tatlı bir ölümdür. Belki de balık, hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyor-dur. Karnı tok, sırtı pektiı*. Akşam olmuştur. Denizin dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta dişi yumurtaları, üstte erkek to­humları sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu. Vücudunu bir şehvet anı sarmıştır… Birdenbire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmaya, rengini atmaya, hem de beyaz kesilmeye giden bir hâl almaya başlamıştı. A-caba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor? Deme­ye; dikkatli bakmaya lüzum kalmadan, yanılmadığımı an­ladım.
             Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmaya, balık da gitgide, saniyeden saniyeye pek belli bir hâlde beyazlaşmaya başladı. İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu.
            Artık her şeyi anlamıştı. Denizlerin dibi âlemi bitmişti. Ne akıntılara yassı vücudunu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek… Ne sabahları birdenbire, yu­karılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ve yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüzeye doğru fırlamak… Ne yosunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarla aletlerini yakamozlara taka­rak yıkanmak, yıkanmak vardı. Her şey bitmişti:
            Dülger balığının ölüm hâli uzun sürüyor. Sanki balık, su hava dediğimiz gaz suya alışmaya çalışmaktadır. Hani biraz dişini sıksa alışması mümkündür gibime geldi.
            Bu iki saat süren ölüm hâlini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanıyorum.
            Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gdn, bayram­lar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yü­rekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizde böbür­lenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıra­cak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri ya­pacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz, içinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp ata­cak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki par­mak İzi yerlerini, mahmuzlan, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar hâlini bulacak.
            Bir kere suyumuza alışmaya görsün. Onu canavar hâline getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağız.

(öykünün tamamıdır)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 18, 2012, 15:39:36
Kılıçlar Adası – Wayne Thomas Batson

          Korvet dalgada geriye doğru eğildi. Chevillard’ın iskele tarafındaki dört güllesi de ateş aldı ve gemi dumandan görünmez hale geldi. Güllelerin uğursuz sesi havada yankılandığı sırada Declan’ın yüzü endişeyle gerildi. Eğer planı işe yaramazsa bütün adamlarını felakete sürüklemiş olacağının farkındaydı. Cromwell, Henrik ve Smitty’ye dönüp “Hazır?!” diye haykırdı. Bunun üzerine adamlar baltalarını havaya kaldırdılar. Ross kılıcını çekip havaya kaldırdı.
          İlk gülle pruvanın biraz önüne inmişti. İkincisi küpeşteye inmişti ve kıçtaki bölmelerin çatılarını ikiye böldü. Diğerleriyse mayistra yelkenleri arasındaki halatların arasından, hiçbirşeye değmeden gelip geçmişti. Tam o anda Ross kılıcını yere indirdi ve haykırdı, “ŞİMDİ!!”
          Bu komutla beraber Cromwell, Henrik ve Smitty baltalarını yelkenleri serenlere ve direklere bağlayan iplere indirdiler. Gabya yelkeni ve mayistra yelkenlerinin ikisi korkunç bir gürültüyle yere inmişti.
          William Wallace şimdi suyun üzerinde ölüden farksız sayılırdı.

Sayfa 56

(keyifli bir korsan romanı. bir solukta okunuyor. teşekkürler Emre :) )
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 18, 2012, 16:04:51
Dülger balığı demişken...

Sinağrit Baba

Cehennem nişanında beş sandaldık. Güzel bir ocak akşamı. Hava lodos. Denize kırmızı rengin türlüsü yayılmış. Çok kaynamış ıhlamur rengindeki yayvan, geniş, ölü dalgalar. Sandallar ağır ağır sallanıyor, oltalar bekliyor, insanlar susuyor...

Otuz sekiz kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayaların arasına yedi rengin en koyusu girer mi şimdi. Sinağrit Baba döner mi avdan. Pırıl pırıl, eleğim sağma rengi pullarıyla ağır ağır, muhteşem, bir ilkçağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kim bilir. Altını, zümrüdü, incisi, mercanı, sedefi lacivertliğin içinde yanıp sönen sarayını özlemiş, acele mi ediyordu?

Sinağrit Baba ömründe konuşmamış, ömrü boyunca evlenmemiş, ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. Onun kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiştir Sinağrit Baba, ne oltalar koparmıştır. Bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü. Daha her yeri pırıl pırılken, mantosu sırtında iken, daha eti mayoneze gelirken bitirmeli bu ömrü. Sonra hesapta bir gün pis bir Vatos'un, bir sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavarın dişine bir tarafını kaptırmak var. İyisi mi, muhteşem bir sofraya kurulmalı, bir zaferle dolu ömrün sonunu beyaz şarapla, suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir akıllı mahluka kendini teslim etmeli.

Sinağrit Baba oltalardan birini kokladı. Bu balıkçı Hristo'dur: kusurlu adam. Gözü açtır onun. İçinden pazarlıklıdır. Evet, fukaradır ama, kibirli değildir. Sinağrit baba fukaralıkta gururu sever. Öteki oltaya geçti. Kokladı. Bu balıkçı Hasan'dır. Geç! Cart curt etmesine bakma! Korkaktır. Sinağrit Baba cesur insandan hoşlanır. Bir başka oltaya başvurdu. Balıkçı Yakup iyidir, hoştur, sevimlidir, edepsizdir, külhanidir. Ama kıskançtır. Kıskançları sevmez Sinağrit Baba, geç. Şu olta, hasisin tuttuğu olta. Sinağrit Baba cömertten hoşlanır. Ama bu oltaya bir baş vurmaya değer.

Bir baş vurdu. Hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti. Sinağrit Baba iğneden kopardığı yarım kolyozu çiğnemeden yuttu. Hasis, oltasını hızla topladı:

-Vay anasını be, Nikoli! -dedi-, iğneyi dümdüz etti.

Nikoli'nin oltasının yemini kuyruğuyla sarsmakta olan Sinağrit Baba, Nikoli'nin bir kusurunu arıyordu. Onda kusur mu yoktu. Evvela sarhoştu. Sonra ahlaksızdı, kendini düşünürdü ama, cesurdu, cömertti, hiç kıskanç değildi. Fukaraydı. Kibirliydi de. Sinağrit Baba, kibirli fukarayı severdi ama, Nikoli'nin kibrini beğenmiyordu. İnsanoğlunda o başka bir şey, gurura pek benzeyen şey, yerinde, vaktinde bir gurur, o da değil, insanoğlunun insanlığından, ta saçının dibinden, oltasını tutuşundan beliren, isteyerek olmayan, ama pek istemeyerek de gelmeyen bir gurur isterdi. Öyle bir elin oltasını düzleyemez, misinasını kesemez, bedeni fırdöndüsünden alıp gidemezdi. Beş sandalın beşini de kokladı, beğenmedi.

Sinağrit Baba, kayasının kenarında durmuş, lacivert alem içinde hafifçe yakamozlanan oltalarla, civalı zokalardan aydınlanan saray meydanını seyrediyordu. Sinağrit ve mercanlar şehrinin göbeğinde şimdi tatlı tatlı sallanan on beş tane fener vardı. Öteki kovuklardan mercan balıkları çıkıyor, fenerlerden birine hücum ediyor, budalaca yakalanıyorlardı. Gözleri büyümüş bir halde yukarı çıkarken dönüp tekrar aşağıya kadar geliyor, yukarıdaki dünyayı görmeye bir türlü karar veremiyorlardı. Sinağrit Babaya büyüyen gözleriyle, "Bizi kurtar şu lanetlemeden" der gibi bakıyorlardı. Sinağrit Baba düşünüyordu. Gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu muydu, tamamdı. Ama hiçbirini kurtarmıyor, hareketsiz duruyordu. Sinağrit Baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama, bildiği bir şey daha vardı. O da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat aleminde olsun, bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresini koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman, bir hareketin bir neticesi ve faydası olabilirdi. Yoksa, gidip Sinağrit Baba oltayı kesmiş, biraz sonra Sinağrit Baba tutulduğu zaman kim kesecek? Kim akıl edecek yakamozu dişlemeyi?...

O sırada büyük büyük ışıklar saçan bir olta aşağıya inmişti. Sinağrit Baba ümitle koştu. Bu oltayı da kokladı. Hiç tanıdığı birisi değildi. Yemi ağzına aldığı zaman bu olta sahibinin, tam aradığı adam olduğunu bir an sandı. Bu anda da yakalandı. Kepçeden sandala düştüğü zaman, Sinağrit Baba, büyük gözleriyle kendisini yakalayana sevinçle baktı. Sinağrit Baba, etrafı kırmızı, içi aydınlık siyah gözleriyle bir daha baktı. Birdenbire ürperdi. Hiddetinden ayaklarını yere vuran bir genç kız gibi sandalın döşemesini dövdü. Belki bizim bile bilemediğimiz bir işaret görmüştü kendisini tutan oltanın sahibinde: Bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti. Ömrü boyunca, cesur, cömert, Sinağrit Baba'nın istediği şekilde mağrur yaşamıştı. Ama Sinağrit Baba bu adamın ne korkunç bir iki yüzlü köpek olduğunu bizim göremediğimiz bir yerinden anlayıvermişti. Bütün devirler ve seneler boyunca kendisini tutan oltanın sahibi ne cesaretini, ne cömertliğini, ne gururunu bir tecrübeye, bir imtihana tabi tutturmamış, her devirde talihi yaver gitmiş birisiydi.

Kimdi, neydi? Sinağrit Baba da bilemezdi. Ama belki de ölünceye kadar cömert, cesur, mağrur yaşayacak olan bu adamın şu ana kadar bir defa bile bir imtihana sokulmadığını anlamıştı. Belki de sonuna kadar bir imtihandan kurtulacaktı. Sinağrit Baba böylesine hiç rastlamamıştı.

Ölmeden evvel adama bir daha baktı. Namuslu, cesur, cömert ölecek bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnından okuyordu. Bu adam o kadar talihliydi ki, daha ikiyüzlülüğünü kendi kendisine bile duyacak fırsat düşmemişti. Yoksa Sinağrit Baba yakalanır mıydı?

Sinağrit Baba hırsından tekrar tepindi. Bağırmak ister gibi ağzını açtı. Kapadı. Sinağrit Baba son nefesini böylece hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.

Sait Faik Abasıyanık
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 01, 2012, 18:03:43
Batıya Hep Batıya – Jack London

            “Ne yaparsanız yapın hep batıya, hep batıya gidin!”
            Horn Burnu İçin Seyir İstikametleri


            Mary Rogers yedi hafta Atlantik’in elli derece güneyi ile Pasifik’in elli derece güneyi arasında kalmış; yedi hafta Horn Burnu’nu dolanmaya çalışmıştı. Yedi hafta boyunca kıyıdan ya da kıyıya yakın bir mesafeden seyretmişti. Hatta bir keresinde altı gün görkemli Terra del Fuego kıyılarına iyice yakın seyrettikten sonra birden bire çöken durgunlukta ölü dalgalar onu neredeyse karaya çıkaracaktı. Yedi hafta yaşlı Horn Burnu’nun aksakallarıyla boğuşmuş ve ağır darbeler almıştı. Ahşap bir gemiydi ve sıcağın altında durmadan gerilmekten kalasların ek yerleri aralanmıştı. Bu yüzden gözcü bile günde iki kez pompa başına geçiyordu.
         Mary Rogers gerilmişti, tayfalar gerilmişti. Kaptan koca Dan Cullen bile gerilmişti. Belki de herkesten çok o gerilmişti çünkü bu büyük mücadelenin sorumluluğu onun omuzlarındaydı. Çok az uyuyordu. Uyuduğu zaman da elbiselerini çıkarmıyordu. Otuz yılını denizlerde geçirmiş, yanık tenli ve bir orangutan kadar kıllı, iri, kuvvetli ve dinç bir adam olan kaptan geceleri güverteye musallat olan bir hayalet gibi dolaşırdı. Onun aklına ise musallat olan tek bir düşünce vardı, o da Horn Burnu için seyir istikametini özetleyen “ne yaparsanız yapın, hep batıya, hep batıya gidin!” sloganıydı. Bir saplantı olmuştu bu onun için. Böyle kötü bir hava gönderdiği için Tanrı’ya lanet okuduğu zamanlar dışında başka hiçbir şey düşünmüyordu.
         Batıya hep batıya! Horn’un kimi zaman doğu kerte poyrazından kimi zaman yıldız poyrazından ve yaklaşık yirmi mil kadar açıktan onlarca kez orsa alabanda ederek sokulmaya çalıştı buruna ancak her seferinde sonu gelmeyen batı rüzgarları onu doğu yönünde millerce öteye sürükledi. Arkası kesilmeyen fırtınalarla boğuşarak 64 derece güneye, Antartika buzullarının iç kısımlarına kadar indi ve bir parça batıya ilerleyebilmek, burnu dolanmasını sağlayacak uygun bir rüzgarı yakalayabilmek için ölümsüz ruhunu Karanlığın Güçlerine rehin vermekten çekinmedi. Ancak tüm çabaları daha da doğuya gitmesinden başka bir sonuç vermedi. Umutsuzluk içinde Le Maire Boğazı’ndan geçmeyi de denedi. Ancak yarı yolda barometre 28.88’e düştü, kapıldıkları kasırga şiddetindeki rüzgar Mary Rogers’ı kuzey batıya sürüklemeye başladı. Kaptan son anda yaptığı manevrayla sivri dişleri andıran kayalıklara çarpmaktan kıl payı kurtuldu. Bunun dışında iki kez de Diego Ramirez Kayalıkları tarafından batıya girmeyi denedi. Hatta bunların birisinde iki kar fırtınasının arasında kaldı ve çeyrek mil boyunca ölümle burun buruna ilerlemek zorunda kaldı.


devam edecek :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 01, 2012, 22:07:59
(Batıya Hep Batıya )         

          Es rüzgar es! Kaptan Dan Cullen otuz yıllık denizcilik hayatı boyunca rüzgarın hiç böyle estiğini görmemişti. Bunları düşündüğü sırada Mary Rogers orsa alabandaya yatırılmıştı. Yarım saat içinde rüzgar öyle güçlendi ki ambar ağızlarını kapatmak zorunda kaldılar. Rüzgar yepyeni grandi yelkenlerini uçurdu. Salmastralara bağlı beş yelken ise gevşeyerek serenlerinden kurtuldu. Sabaha karşı okyanus sularının ağırlığının güvertede oluşturduğu basıncı azaltmak için küpeştelere delikler açıldı ve Mary Rogers iki kez daha orsa alabanda edildi.
      Güneş yaklaşık haftada bir gösteriyordu kendini. Bir keresinde güneş gün ortasında ışıdı. Ancak bu yalnızca on dakika sürdü. On dakika sonra yeni bir fırtına çıktı ve her iki gözcü de yelkenleri toplamak zorunda kaldı. Yaklaşan kar fırtınası görüşü tamamen kapadı. Bir keresinde de Kaptan Dan Cullen onbeş gün boyunca ne hangi meridyende ne de hangi hızda seyrettiğini anlayabildi. Yalnızca karayı gördüğü ender zamanlarda nerede olduğunu fark edebildi çünkü güneş ve yıldızlar bulutların arkasına saklanmıştı. Öyle kasvetliydi ki ufukta en ufak bir açık görüşe rastlanmadı. Dünyayı kasvetli gri bir renk kapladı. Solgun gökyüzünün altında bulutlar griydi; okyanusun suları griydi; dalgaların köpükleri griydi; ara sıra geçen albatroslar griydi; kar tanecikleri bile beyaz değil griydi.
      Mary Rogers’ın güvertesinde hayat gri ve kasvetliydi. Denizcilerin yüzlerinden maviye çalan bir gri yansıyordu. Denizle göğüs göğse çarpışmış, çok acılar çekmişlerdi. Hayalet gibiydiler. Yedi hafta boyunca kuru kalmak nedir bilmediler. Nöbetler ve “herkes güverteye” çağrıları arasında doğru dürüst uyumanın ne olduğunu unuttular. Yalnızca muşambadan yağmurluklarının içinde ara ara kestirme olanağı buldular. Öylesine yorgun ve bitkin düşmüşlerdi ki bir kişinin işini iki kişi yapabiliyordu. Bu yüzden güvertede iki gözcü birden bulunduruluyordu. Tüm bunlara karşın hiç biri görevden kaçamazdı. Çalışmamak için en azından güverteye patlayan dalgaların bacaklarını kırdığı iki tayfanınkine benzer bir mazereti olmaları gerekiyordu.
     Bu perişan hale gelmiş insanlardan birisi de George Dorety idi. Gemide ki tek yolcu oydu. Bir firma dostuydu ve bu yolculuğa sağlığı için çıkmıştı. Ancak Horn Burnu civarında geçirdiği yedi hafta sağlığını daha da bozdu. Fırtınalı gecelerde ranzasında yatarken nefes darlığı çekti. Güverteye çıktığında ise üşümemek için kat kat giyiniyordu. Bu haliyle eski giysilerin satıldığı dükkanları andırıyordu. Gün ortasında kasvetli kamarasında masanın başına oturmuş yemek yerken hiç sönmeyen ve durmadan sallanan lambanın altında griye  dönen solgun yüzüyle dünyanın en üzgün, en hastalıklı adamı gibi görünüyordu. Karşısında oturan Kaptan Dan Cullen’ın varlığı bile onu neşelendirmiyordu. Kaptan Cullen kaşlarını çatmış, hiç konuşmuyor, yalnızca yemeğini yiyordu. Kaşları Tanrı’ya küskün olduğu için çatıktı. Yemeği her çiğneyişinde tek varoluş nedeni olan “Batıya hep batıya!” sözünü yineliyordu kendi kendine. Büyük kıllı bir hayvana benzeyen görünümü karşısındakinin iştahının açılmasına pek katkıda bulunmuyordu. Bir peygamber gibi tepeden bakıyordu George Dorety’ye. Bir şey söyleyeceği zaman Tanrı’ya çatılı kaşlarını bir vahşi gibi ona çeviriyor, sonra bakışlarını hemen çekiyordu.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 01, 2012, 23:14:11
(Batıya hep batıya - devam)

              Birinci yardımcı kaptan Joshua Higgins’ın da bu iştahsız adama bir faydası olmayacağı açıktı. Mesleği denizcilik olsa da asıl işi dayakçılıktı. İlkesiz, kibirli, katı ve bencil bir adamdı.  Dan Cullen’dan başka kimseden korkmazdı. Arkasında, hem kanun koyucu, hem cezalandırıcı, hem kurtarıcı hem de yok edici olan, onun gibi on tane birinci yardımcı kaptanı cebinden çıkaracak Dan Cullen’ın olduğunu bilen denizcilerin başına Azrail kesilmişti. Yeryüzünün bu güney ucundaki kötü hava koşullarında Joshua Higgins yıkanmayı da bırakmıştı. Kirden parlayan yüzü George Dorety’nin az da olsa kala iştahını kaçırmaya yetiyordu. Normalde bu banyo düşmanı, Kaptan Cullen’ın bakışlarından ve aşağılayıcı sözlerinden nasibini alırdı ama o anda kaptanın aklı başka hiçbir şeyle uğraşamayacak kadar batıya gitmekle meşguldü. Birinci yardımcı kaptanın yüzünün kirli ya da temiz oluşunun ise batıya gitmekle hiçbir ilgisi yoktu.  Daha sonra Pasifik’in elli derece güneyine ulaşıldığında Joshua Higgins yüzünü üstünkörü yıkamaya başladı. Lambalar doldurulacağı için kamara masanın üstündeki gri loş bir ışık veren lamba daha parlak ışık veren yenisiyle değiştirilmişti. George Dorety masada, biri kaplan diğeri sırtlan iki adamın arasına oturmuş. Tanrı’nın onları neden yarattığını düşünüyordu. İkinci yardımcı kaptan Matthew Turner gerçek bir denizci ve iyi bir insandı. Ama George Dorety onunla sohbet etme şansı bulamamıştı çünkü bu adam onlar yemeklerini bitirdikten sonra tek başına yemek yemeği tercih ediyordu.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 01, 2012, 23:15:46
             24 temmuz cumartesi sabahı George Dorety gemideki koşuşturma seslerine uyandı. Güverteye çıktığında Mary Rogers’ı sert bir keşişlemeyi arkasına almış hızlı bir şekilde ilerlerken buldu. Yalnızca trinketa ve alt gabya yelkenleri açıktı. Tek dayanağı bu yelkenlerdi ama buna karşın saatte ondört mil hızla gidiyordu. George Dorety tüm bunları güverteye çıktığında kulağına bağıran Mr Turner’dan öğrendi. Gemi batıya gidiyordu. Sonunda Horn Burnu’nu dolanıyordu… tabii rüzgar böyle devam ederse. Mr Turner mutlu görünüyordu. Mücadelenin sonu görünmüştü. Ama Kaptan Dan Cullen pek mutlu görünmüyordu. Geçerken Dorety’ye suratını astı. Kaptan Cullen rüzgarın hoşuna gittiğini Tanrı’nın bilmesini istemiyordu. Kötücül bir Tanrı yorumu vardı; inancına göre Tanrı, bunun arzuladığı rüzgar olduğunu anlarsa keşişlemeyi kaldırmakla kalmaz batıdan sert bir boranı üzerine gönderirdi. Bu nedenle onu izleyen Tanrı’nın önünde sakin yürüdü, neşesini asık suratının arkasına gizledi; rüzgara lanetler okudu. Böylece evrende Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkmayan Dan Cullen Tanrı’yı aldattığına inandı.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 02, 2012, 09:33:07
(batıya hep batıya-devam)           

          Bütün cumartesi ve cumartesi gecesi Mary Ragers batıya seyretmeye devam etti. Saatte ondört mil hızını hiç kaybetmedi. Böylece Pazar sabahı olduğunda üçyüzelli mili geride bırakmıştı. Eğer rüzgar böyle devam ederse Burun’u dolanacaktı. Eğer devam etmezse, güney batıyla kuzey arasında herhangi bir yerden kuvvetli ters bir rüzgarın esmesi halinde Mary Rogers yedi haftadır içinde bulunduğu durumdan daha kötü bir duruma düşecekti. Ve Pazar sabahı keşişleme dindi. Okyanus çekildi, dalgalar yerini düz bir akıntıya bıraktı. İki gözcü de güverteye inip geminin dayanabileceği aralıklarla arka arkaya yelkenleri açtılar. Şimdi Kaptan Cullen onu izleyen Tanrı’nın önünde pişkin pişkin dolanıyor; sanki rüzgarın dinmesi hoşuna gitmiş gibi bir yandan keyifle purosunu tüttürüyor bir yandan da neşeyle gülümsüyordu çevresine. Halbuki içinden o kutsal rüzgarın canını aldığı için büyük bir kin duyuyordu Tanrı’ya. Batıya hep batıya! Gidecekti, yeter ki Tanrı onun yakasını bıraksın. Onu batıya götürmeleri için ruhunu yeniden Karanlığın Güçlerine rehin vermeye hazırlanıyordu. Hiç çekinmeden teslim edebilirdi ruhunu çünkü Karanlığın Güçlerine inanıyordu. Farkında olmasa da gerçekten inandığı tek şey Tanrı’ydı. Ve onun kendine özgü teolojisinde Tanrı karanlığın gerçek Prensiydi. Kaptan Cullen şeytana tapıyordu. Yalnızca şeytana Tanrı diyordu; hepsi bu.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 02, 2012, 11:08:16
(batıya hep batıya-devam)

            Kaptan Cullen öğle çanı sekiz kez çaldıktan sonra kontra babafingo yelkenlerini fora etme emrini verdi. Adamlar direklerin tepelerine hiç çıkmadıkları kadar hızlı çıktılar. Çeviklikleri yalnızca batıya gitmelerinden kaynaklanmıyordu. Güneş çıkmış; soğuktan, nemden ve yorgunluktan cesede dönen bedenlerini ısıtmış, canlandırmıştı. George Dorety kıç tarafında kaptana yakın bir yerde duruyordu. Daha az şey giymişti üstüne; olup biteni izlerken güneşin tadını çıkarıyordu. Kaza hızlı ve ani oldu. Ön kontra babafingo sereninden bir bağırış duyuldu. “adam denize düştü!” Birisi hemen cankurtaran simidi attı. Kıç tarafından ikinci yardımcı kaptanın gürleyen sesi duyuldu.
          “-çabuk dümeni kır!”
          Dümenci kımıldamadı bile çünkü Kaptan Dan Cullen’ın az ötesinde durduğunu çok iyi biliyordu. Boğulan yoldaşını kurtarmak için dümeni kırmak istedi ama Dan Cullen’a baktığında bu yönde hiçbir olumlu işaret göremedi.
          İkinci yardımcı kaptan kıç tarafından fırladığı gibi “kır diyorum, kır dümeni!” diye kükredi.
          Fakat Dan Cullen’ı dümenin yanında görünce bağırmayı bıraktı ve olduğu yerde kaldı. Koca Dan Cullen ise purosunu tüttürdü ve hiçbir şey söylemedi. Kıç tarafından düşen denizcinin hızla uzaklaştığını gördüler. Cankurtaran simidini yakalamış sıkı sıkı tutunuyordu. Kimse konuşmadı. Kimse kımıldamadı. Direklerdeki adamlar bir yandan kontra babafingo serenlerini topladılar bir yandan da aşağıdaki dehşete kapılan yüzleri seyrettiler. Ve Mary Rogers batıya doğru yoluna devam etti. Uzun bir sessizlik oldu.
          “Kimdi o?” diye sordu Kaptan Cullen.
          “Mops, kaptan” diye yanıtladı dümenci hazırol vaziyette.
          Kıç tarafından bakıldığında Mops’un ara ara dalgaların üstüne çıkıp tekrar kaybolduğu görülebiliyordu. Küçük bir sandal bile bu havada suyun üstünde durabilirdi ve Mary Rogers rahatlıkla dönüp onu kurtarabilirdi. Ama hem dönüp hem de batıya gidemezdi.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 02, 2012, 14:23:03
(batıya hep batıya-devam)

            George Dorety hayatında ilk kez gerçek bir yaşam ve ölüm dramına tanık oluyordu. Kaderin terazisinin bir kefesine uçsuz bucaksız enginleri bir kefesine Mops adında sıradan bir denizciyi koyduğu sefil bir dramdı karşısında yaşanan. Önce kıç tarafından bakarak denize düşen zavallıyı izledi, sonra bakışlarını hayatın ve ölümün gücünü elinde tutan kara, kıllı gövdesiyle kayıtsızca puro içen koca Dan Cullen’a yöneltti.
            Kaptan Dan Cullen bir dakika kadar daha sessizce purosunu içti. Sonra puroyu ağzından çıkardı ve yukarıya, Mary Rogers’ın serenlerine baktı; ordan da açıklara çevirdi gözlerini.
            “kontra babafingolarını açın tekrar!” diye bağırdı.
            Onbeş dakika sonra yemek yemek için kamaradaki masanın başında toplandılar. George Dorety’nin bir tarafına kaptan Dan Cullen diğer tarafına da sırtlan Joshua Higgins oturdu. Güvertede tayfalar kontra yelkenlerini açıyorlardı. George Dorety bağırışlarını duyabiliyordu. Gemilerinden millerce geride kalan ve beklide çoktan ölmüş olan Mops adındaki denizcinin okyanusun ortasında cankurtaran simidine tutunmuş suların içinde çırpınırken ki hali gözünün önünden gitmiyordu. Kaptan Cullen’a baktı. Yemeğini neredeyse yutarcasına büyük bir iştahla yiyordu. Midesinin bulandığını hissetti.
           “Kaptan Cullen” dedi Dorety “siz bu geminin kaptanısınız. Yapmış olduğunuz hakkında yorum yapmak bana düşmez belki ama bir şey söylemeden edemeyeceğim. Bunun hesabı sorulacaktır. Sakın unutmayın ve hakkınızda verilecek hüküm hiç de hayırlı olmayacak.”
           Kaptan Cullen somurtmadı bile.
           “Rüzgar çok kuvvetliydi. Onu kurtarmamız olanaksızdı.”
           Sesinde pişmanlık sezinleniyordu.
          “Kontra sereninden düştü” diye bağırdı Dorety öfkeyle.
          “Kontra babafingolarının açılması emrini siz vermiştiniz. Onbeş dakika sonra gabyaları açma emri verdiniz.”
            Kaptan Cullen birinci yardımcı kaptana dönerek,
          “Rüzgar sert esiyordu, değil mi Mr Higgins?” dedi.
          Birinci yardımcı kaptanın yanıtı, “Eğer rüzgarın üstüne kıracak olsaydınız, direklerimiz kırılabilir ya da alabora olabilirdik” oldu. “Siz doğru olanı yaptınız Kaptan Cullen. Adamı kurtarma şansınız yoktu.”
          George Dorety yanıt vermedi. Yemeğin sonuna kadar kimse konuşmadı. Bu olaydan sonra George Dorety’nin yemeği kaldığı kamaraya getirildi. Kaptan Cullen ona bir daha hiç somurtmadı. Aralarında hiç konuşma geçmedi. Mary Rogers kuzeye, daha sıcak sulara doğru yol aldı. Haftanın bitiminde Dan Cullen Dorety’yi güvertede sıkıştırdı.
         “Frisco’ya vardığımızda ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordu açıkça.
         “Tutuklanmanız için şikayette bulunacağım ve asıldığınızı görene kadar da bu işin peşini bırakmayacağım.”
          Alaycı bir tavırla gülerek, “Kendine çok güveniyorsun” dedi ve dönüp gitti.


(son bir bölüm kaldı, yazabilirsem öyküyü bugün bitiririz :) AZZZ SONRAAA :D )
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 02, 2012, 14:41:17
(batıya hep batıya-devam)

             O korkunç olayın üzerinden iki hafta geçti. O sabah George Dorety kıç tarafının ucundaki kamara iskelesine çıktı ve güverteye şöyle bir baktıktan sonra denizi seyretmeye koyuldu. Mary Rogers yelkenlerini kapamadan orsa etmişti. Sert bir rüzgar çıkmıştı. Flok yelkenleri dahil bütün yelkenler açıktı. Kaptan Cullen kıç tarafında bir aşağı bir yukarı yürüyor, göz ucuyla Dorety’ye bakıyordu. Sırtı dönük olduğundan kaptan yalnızca kafasının arkasını görebiliyordu. Kaptan Cullen hızla grandi floklarının bağlı olduğu kütüğe ve grndi direğin tepesine baktı aradaki mesafeyi hesapladı. Sonra tekrar gözlerini ona çevirdi. Kimse onlara bakmıyordu. Kıç tarafında dolanan Joshua Higgins tam o sırada dönmüş geminin başka bir tarafına gidiyordu.Kaptan Cullen aniden uzandı ve flok yelkeni ıskotasını yerinden söktü. Yukarıdan büyük bir hız ve gümbürtüyle düşen flok yelkeni kütüğü, ağırlığı karşısında yumurta kabuğu kadar hassas kalan George Dorety’nin kafasına çarptı ve yine gürültüler içinde boşlukta bir ileri bir geri sallandı. Kurtulan flok yelkeni rüzgarda şaklarcasına sesler çıkardı. Joshua Higgins ne olup bittiğini anlamak için arkasına döndü ve Kaptan Cullen’ın o güne kadar sarf ettiği en iğrenç küfürlerle karşı karşıya kaldı.
             Birinci yardımcı kaptan geçirdiği şaşkınlık içinde, “Iskotayı çok sıkı bağlamıştım. Emin olmak için fazladan düğüm atmıştım. Çok iyi hatırlıyorum” diyebildi.
             Kaptan “Sıkı mı bağlamıştın?” diye devam etti bağırmaya. Bu arada gözcü flok yelkenini halatlarından tamamen kopmadan çekmeye çalışıyordu. “Sen büyük anneni bile bağlayamazsın. Seni geri zekalı beceriksiz. Fazladan düğüm atmana rağmen nasıl oluyorda çözülüyor? Söyle bana. Allahın cezası nasıl oluyor da çözülüyor.”
             Birinci yardımcı kaptan bir şeyler söylemeye çalıştı ama sanki dili tutulmuştu.
             “Kes sesini!” oldu kaptanın son sözleri.


(devam edecek)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 02, 2012, 14:44:05
(Batıya hep batıya-final bölüm)

          Yarım saat sonra kamara iskelesinde George Dorety’nin cesedini bulduklarında en az diğerleri kadar şaşırmış bir ifade takınmayı ihmal etmedi. Öğleden sonra kamarasına çekildi ve seyir defterine şu satırları yazdı:
           “Sıradan bir denizci olan Karl Brun çok sert esen rüzgara kapılarak ön kontra babafingo sereninden denize düştü. Çok hızlı ilerliyorduk bu yüzden gemiyi rüzgarın üstüne kırmayı güvenlik açısından göze alamadım. Akıntıya ve dalgalara dayanamayacağından filika da indiremedik.”
          Başka bir sayfaya da şunları yazdı:
          “Güvertedeki dikkatsizliğinden ötürü Mr Dorety’yi bir çok kez uyarmıştım. Bir keresinde ona bir gün bir yelken kütüğünün başına çarpacağını söylemiştim. Dikkatsizce bağlanmış flok yelkeni kütüğü ıskotasının neden olduğu bir kazada herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan Mr Dorety’yi kaybettik.”
           Kaptan Cullen bu edebi şaheserini büyük bir hayranlıkla baştan sona okudu. Mürekkebin kurumasını bekledikten sonra seyir defterini kapattı. Bir puro yaktı ve önüne baktı. Mary Rogers’ın pruvasını kaldırdığını ve hafif yan yattığını hissetti. Gemi dalgaların üzerinde sekercesine ilerliyordu. Saatte dokuz mil hızla gidiyor olmalıydılar. Kıllı ve kara yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi. Batıya gidiyordu. Sonunda Tanrı’yı kandırmıştı.

Batıya Hep Batıya – Jack London

----------------
Kısa bir hikaye olduğundan alıntı yerine tamamını yazdım. Hikaye bir önceki sayfadan başlamaktadır.
http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=9052.msg181706#msg181706 (http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=9052.msg181706#msg181706)

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Abdullah Zöngür - Haziran 03, 2012, 03:11:26


Bak bu arkadaşlığına şapka çıkarırım Nülüfer korsaniçe.

Emeğine sağlık.

Du bi soramadan edemicem..!

Hani ben meraklı turşucuyum yaaa ondan soruyom..!

Allah aşkına Hiç mi üşenmedin be kızçe.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Güven Birkan - Haziran 03, 2012, 10:03:29
Nilüfer korsan yeniden yazmaktan özel bir tat alıyor herhalde. Yoksa sayfaları tarayıcıda kopyalayıp, foruma resim formatında yapıştırabilirdi; ama belki bu kadar rahat okunmazdı.
Ellerine sağlık.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 03, 2012, 10:40:07
hikayeyi bi çırpıda okuyunca kısa gibi geldi, sonra baktım yaz yaz bitmiyor :D
okunduysa değmiştir :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: İclal Elgün Sarp - Haziran 03, 2012, 14:02:29
Ellerine sağlık Nilüfer Korsan! Sayende tamamını okumuş olduk.  :-*
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Koray Özbeyli - Haziran 06, 2012, 00:40:25
Esir Oldum :) harikaymış.. Ellerinize sağlık .
Bunun filmi varmidir ki?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 11, 2012, 12:40:25
Kovalama – Herman Melvılle 

                                    BİRİNCİ GÜN

            O gece nöbette olan yaşlı adam takma ayağını tutarak merdiven başından kalktı ve kaptan güvertesine yöneldi. Ara ara yapmayı alışkınlık edindiği bir şeydi bu. Birden barbar adalarından birine yaklaşmakta olan bir geminin eğitimli köpeği gibi yüzünü hırsla havaya kaldırdı ve denizi koklamaya başladı. Yakınlarda bir balina olması gerektiğini söyledi. Az sonra, ispermeçet balinasından bazen çok büyük mesafelere kadar yayılan bu özel koku bütün gözcüler tarafında duyuldu. Ahab’ın önce pusulaya sonra rüzgar bandırasına bakıp kokunun yaklaşık nerden geldiğini anlar anlamaz hızla geminin yönünün hafif değiştirilmesini ve yelkenlerin yarıya indirilmesini emretmesi denizcileri şaşırtmadı.

             Bu zekice kararların haklılığı gün doğumuyla birlikte belirgin bir şekilde ortaya çıktı.  Kenarları bir dantel gibi kırışıklıklarla örülü sular önümüzde yağ gibi pürüzsüz ve parıltılı uzanıyordu. Suların rengi, derin ve hızlı bir akıntının ağzındaki anaforun eşiğinde olunduğunu işaret eder gibiydi.
             “direk başı gözcüleri yerlerine! Herkes güverteye!”

             Daggoo ön güvertede elindeki demir sopayı kalaslara vurarak öyle bir kıyamet kopardı ki uyuyanlar yerlerinden fırlayarak daha giyinmeden ellerinde elbiseleriyle ambar kapağından adeta dışarı sökün etti.
             “Ne görüyorsun?” diye sordu Ahab yüzünü gökyüzüne vererek.
             Yanıt olarak “Hiçbir şey, sir, hiçbir şey” sesleri geldi direk başlarından.
             “Babafingo yelkenlerini açın! Alt ve üst cunda yelkenleri her iki yana açılsın!”
             Bütün yelkenler açılınca onu ana direğin başına çekmek için ayrılmış halatı çözdü ve denizciler Ahab’ı yukarı çekmeye başladılar. Çıkacağı mesafenin üçte ikisinde, grandi yelkeniyle babafingo yelkeni arasındaki boşluktan gözlerini ufukta dikkatli gezdirince martılarınkine benzer bir çığlık attı, “İşte su püskürtüyor! Karlı bir tepeye benzeyen bir kamburu var! Moby Dick bu!”
             Üç gözcünün aynı andaki bağırmasıyla ateşlenen güvertedeki adamlar uzun zamandan beri izini sürdükleri meşhur balinayı görebilmek için yelken iplerine hücum ettiler.


En Güzel Deniz Hikayeleri - Sayfa 49-50 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Gür - Haziran 11, 2012, 12:55:43
 :( Moby Dick artık ilgimi çekmiyor. Defalarca okumama rağmen av bölümlerini her seferinde atlıyorum.

Ama sonunu hep okuyorum  ;)

Tıpkı İspanya'da sonunda katledilseler de matador ve toreadorların ağzına s..çan onurlu boğalara sonsuz saygı duyduğum gibi.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Erim - Haziran 15, 2012, 10:57:14
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Denizde Yaşamak – Meriç Köyatası

            Teknelerde metal aksamın tuzlu sudan etkilenmeyip paslanmaması için krom kullanılır. Kromun da iki cinsi vardır. 304 krom ve 316 krom… Teknede kullanılan 316 kromdur. Paslanmaz, tuzlu suya ve rutubete dayanıklıdır.
   Allah gani gani rahmet eylesin…mekanı cennet olsun.tertemiz yüreğindeki coşkulardan fışkıran bestelerini, kadife gibi sesiyle söyleyen Fikret Kızılok’da, son zamanlarında her şeyi bırakıp teknede yaşıyordu.kendisiyle röportaja gelen bir gazeteciye, “teknedeki kadın 316 krom gibi, tuzlu suya ve denize dayanıklı paslanmaz olmak zorunda, yoksa bu iş gitmez” demişti.
                 Sayfa 55

Deniz huzurdur…
Deniz mutluluktur…
Deniz yaşamın farkına varmaktır…
İster bir teknede yaşamayı, ister bir kıyı kasabasına yerleşip günübirlik denizlerde dolaşmayı seçin, biz deniz insanlarının, Sadun Boro’dan öğrenip kendi aramızda söylediğimiz temenni sizler içinde tekrarlanacaktır.
Omurganızın altında yeteri kadar su…
Pruvanız neta…
Rüzgarınız kolayına…
Denizleriniz sakin…
Neşeniz daim olsun…
                  Sayfa 128

Meriç Köyatası'nın bu kitabını bence herkes okumalı. Çok güzel yazılmış, çok önemli bilgiler içeren, deneyim aktaran bir kitap. İlk başlayanlardan 50 yıldır denizlerde olanlara, ayağını suya sokanlardan, motoryatçılara, yelkencilere, uzak yol süvarilerine kadar herkesin keyif alacağı ve bir şeyler öğreneceği bir çalışma.
Bir yerinde İzmir'de bir su yapıcı cihaz yapan bir firmadan bahsetmiş. Şimdi onu araştırıyorum.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Güven Birkan - Haziran 18, 2012, 10:21:12
Nilüfer Korsan,
Herhalde hiç durmadan okuyorsunuz ki bu foruma da böylesine çok ve seçme malzeme yansıyor; gözleriniz bozulacak, arada bir durup ufka bakarak gözlerinizi dinlendirseniz ve de kendi hikayelerinizi yazmaya başlasanız?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 18, 2012, 10:56:25
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Nilüfer Korsan,
Herhalde hiç durmadan okuyorsunuz ki bu foruma da böylesine çok ve seçme malzeme yansıyor; gözleriniz bozulacak, arada bir durup ufka bakarak gözlerinizi dinlendirseniz ve de kendi hikayelerinizi yazmaya başlasanız?

hayalgücüm geniştir, hiç yola çıkmadan çıkılmış da dönülmüş romana dair sayfalarca bölüm var da dört duvar ve sabit beton yapılar içinde yazılanların oynak zeminde yeniden gözden geçirilip rütuşlanması, kelimelerin sabitlenmesi lazım :D
sallanan bir evim olduğunda inşallah !*.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Gür - Haziran 18, 2012, 11:13:27
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
            Bir sabah batı ufkunun ucunda iğne başı kadar bir yelken gördüm. Karaya hala 1.229 mil vardı. Dürbünü kapıp ön güverteye koştum direğe yaslanıp gözlerimi kısarak teknenin ayrıntılarını görmeye çalıştım. Telsizi açıp ardı ardına çağrı yaptım. “beni duyabiliyor musunuz? Beni duyabiliyor musunuz? Burası yelkenli tekne Varuna. Tamam.” Cevap veren olmadı. Günün büyük kısmında tekne görünür uzaklıktaydı ama çağrılarıma sağırdı. Oysa onlarla konuşup Navigasyon hesaplarımı doğrulatmak istiyordum. Bütün mevki çizgilerim, (line-of-position) LOP’larım tutuyordu ama yine de biraz o rahatsız eden kendinden kuşku vardı. Birisinin mevkimi doğrulaması kendime güvenimi sağlayacaktı. Ama cevap yoktu.diğer tekneden daha iyi nöbet tuttuğumu düşünüp biraz gurur duydum ama daha çok heves kırıklığı hissediyordum; insanlarla ilişki kurmayı çok istiyordum, o kadar yakındı ki. Ufka bir kez daha baktığımda, boştu.
           Onaltı ekim sabahı, kalktım ve dışarı çıktım, alçak, kara bir boranın kıçtan gelmekte olduğunu tam zamanında fark etttim. Sakin suların üzerinde yoğun bir yağmur perdesinin kızgın dalgaları gizlemesini izledim. Rüzgar aniden şiddetlendi ve sağanak Varuna’yı sulardan kaldırdı, yalpalatarak sürükledi, tamamen yelkenle donatılmış tekneyi kontrol etmeye çalışan rüzgar dümeni palası ve yeke bir taraftan diğerine savruluyordu.
           Rüzgarüstüne dönerken, ana yelken ters rüzgar aldı ve bumba, karşı kontraya hızla savrulmasını durduracak önleyici donnıma yüklendi. Önleyici donanım kopcak kadar gergindi ve boşlamaya başladım. Yavaşça boşlarken, bumba karşı kontraya geçti, tekneyi daha da bayılttı ve yeni bir soruna yol açtı. Direk ve arma rüzgarda şiddetle titriyor ve spinnaker bumbası ve gennaker suyun içinde sürükleniyordu. Ana yelken bumbası da rüzgaraltında, armanın denize dalma partisine katıldı………

Sayfa 107

Evet yine iş arası elime başucu kitabımı alıverdim  !*.
ve evet yine gözüme toz neyin kaçtı  :'(
Akşama kitabı eve götürüp kitaplığa hapsedeceğim  :-[


Tania'nın hikayesi son yıllarda Türkçe dilinde yayımlanmış en insani, en içten, en naif, en teşvik edici hikayelerden biri olarak değerlendiriyorum. Her yeni tanıştığıma, benden her kitap önerisi isteyene, denize aşina olmak isteyenlere öneriyorum.
Başucu kitabı olmasının ötesinde bence, her an yanımızda taşımamız, aklımıza estikçe okumamız gereken bir hikaye.
İnanın bana, Tania, Dünyanın dört bir yanında insanları okyanuslara açılmak için pek çok insanı ateşlemiştir.

Tekrar tekrar hatırlattığın için tekrar teşekkür ederim Nilüfer.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Haziran 18, 2012, 11:31:52
          ... Bu soruyu kıskançlıkla karışık bir merakla ona sorduğumda benim gitme hayallerim de sekizinci yılını doldurmaktaydı. Kendim de dâhil çevremdeki herkesi bıktırmıştım sanırım. Bir gün Tania Aebi gibi teknemin palamarını çözüp karayla bağımı koparacak ve dünyanın dörtte birini yedi milyon insana bırakıp dörtte üçlük sonsuz, yalnız, ıslak ama bence en muhteşem parçasında yol alacak, her sabah güneşin doğuşuna farklı bir yerden tanık olup her akşam güneşi başka bir açıdan batıracak aradaki zamanın tadını en mutlu olduğum, nefes aldığım yerde çıkaracaktım.
          Öyle diğer denizciler gibi benim ateşleyici başucu kitabım Sadun Boro’nun kitabı değildi. İlk o kitabı okusaydım muhtemelen bu hayalleri kuramazdım. Oysa Körfez de piratla daha yeni yeni rüzgarı hissetmeye, denizcilik terimlerini, seyirleri öğrenmeye başladığımda Hakan’ın bana tanıştırdığı kitapta 18 yaşında genç bir kız, öyle ahım şahım bir denizcilik geçmişi olmadan ve üstelik bugün ki seyir aletleri GPS bile olmadan Amerika’dan denize açılıyordu. Benim piratımdan biraz hallice minicik teknesi Varuna ile New York limanından 20 yıl önce ayrılmış ve neredeyse üç yıl sonra başladığı noktaya dönmüştü. Bence bu muhteşem bir hayattı. Hayatımda hiç kimseye bu kadar özenmemiş, yerinde olmayı bu kadar istememiştim. 
           Her şeyi Doğan ve Hakan başlatmıştı. Onlarla sohbetimin büyük bir çoğunluğu deniz üzerineydi. Denizi çok seviyorlardı. Yelkenle seyir kavramı da hayatıma bu sohbetlerle girdi. Yoksa benim için deniz yüzmek ve güneşlenmekti ki ben ikisini de sevmem ama işte orda bir hayattan bahsediyorlardı ve anlatırken o kadar keyifliydiler ki…
           Onların keyfine ortak olabilmek için okumaya başladım. Hakan’ın kitaplığından ona okuduğum kitapları kendime de almaya başladım sonra benim neden tekneyle yelkenle ilgilenmediğim gündeme geldi.
            Ürkek adımlarla İzmit Yelken Kulübü’nün bahçesine girdiğimde merakla çevrede yelkenli denen şeyi arıyordum. Nasıl bir şey kullanacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Çevrede kitaplardaki gibi bir yelkenli tekne olmadığına göre rüzgar sörfü gibi bir şey kullanacaktık herhalde. Pirat sürprizdi.
.........

          Derin bir iç çektim. Bir süredir yeryüzünde ki tek delinin ben olmadığımı biliyordum. İnternette yüzlerce blok vardı bu delilere ait. Türkiye’den de yılda birkaç kişi palamarları çözüp hayal kurmayı bırakıp onu yaşamaya karar veriyorlardı. 8 yılda pek çoğuyla dolaştım dünyayı. Klasik rotada bu insanların ne yaşayacaklarını, nerelere uğrayacaklarını, nerelerde hangi pozu vereceklerini dahi biliyordum.
         Bir gün bu yola çıktığımda içimde hep “bu anı daha önce yaşamıştım” hissiyle dolaşacağımı düşünmeye başlamıştım. Çünkü onlar bilmiyordu ama ben teknelerindeydim. Özkan Gülkaynak sırt ağrılarıyla dümendeyken muhtemelen yüzündeki acının aynısı benim yüzümde de vardı. Hakan Öğe’nin kaç limanda palamarını aldığımı kendisi de bilmez ya da Orhan Atasoy Antartika’da buzulların arasında dolaşırken benim de onlarla üşüdüğümü, içimin titrediğini.


(adı belli olmayan romandan karışık alıntıdır  ;) )

hikayede adı geçen Doğan ve Hakan omurilik felçlisidir, hayatlarını tekerlekli sandalyede geçirmektedirler...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Güven Birkan - Haziran 18, 2012, 19:10:38
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Nilüfer Korsan,
Herhalde hiç durmadan okuyorsunuz ki bu foruma da böylesine çok ve seçme malzeme yansıyor; gözleriniz bozulacak, arada bir durup ufka bakarak gözlerinizi dinlendirseniz ve de kendi hikayelerinizi yazmaya başlasanız?

hayalgücüm geniştir, hiç yola çıkmadan çıkılmış da dönülmüş romana dair sayfalarca bölüm var da dört duvar ve sabit beton yapılar içinde yazılanların oynak zeminde yeniden gözden geçirilip rütuşlanması, kelimelerin sabitlenmesi lazım :D
sallanan bir evim olduğunda inşallah !*.
Aman, İzmit'te "sallanan ev"den söz etmeyin..
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdBean rastgele seçmeler..
Gönderen: Umut Korkmaz - Temmuz 08, 2012, 21:34:05
Deniz veya yelken kitabindan degil ama unlu dagcimiz Nasuh Mahruki'nin "Bir dagcinin guncesi" kitabindan alinti. Bence cok dogru bir hayat felsefesini yansitiyor.
"Şunu da biliyorum ki, gençlik birkez elden gitti mi bir daha geri gelmez, bu yüzden yaşamda hiçbir şeyi ertelemeyeceğim ve hiçbir şeyden pişmanlık duymayacağım. Sırt çantamı taşıyabildiğim sürece de gezilere ve daha zorlu, daha yüksek daglara tırmanmaya devam edeceğim ve her seferinde bir fırtına sırasında Neptunus'a seslenen Yunanlı balıkçı gibi diyeceğim ki "Ey Tanrı, beni ister kurtar, ister mahvet, ben dümenimi kırmadan dosdoğru gideceğim"

Ve son olarak da küçük bir Zen şiiri
Kemancı çalar
Kimse dinlemese bile,
Kemancı yine de çalar.
"
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 06, 2012, 10:26:45
Sanırım bu alıntıyı buraya almama Cem korsan ses etmez  :)

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Bakalım aşağıdaki satırların tadına varabilecek misiniz?

GANGAVA (SÜNGER GEMİSİ) Bozburun’a doğru yol alıyordu. Gökyüzü yıldız parıltısından ibaretti. Tayfa küme küme güverteye toplanmıştı. Deli Memiş adlı bir süngerci de oradaydı. Aklını birkaç yıl evvel oynatmıştı. Anadolu kıyı köylüklerindendi. Sefer dönüşü eve varınca, karısının ve dört çocuğunun bir gece önceki depremde ezilmiş olduklarını görmüş ve çıldırmıştı. Süngerciler on beş gün önce sefere çıkarken, onlara, beni de alın diye yalvarmıştı. Ona acımışlar “Hayde gel” demişlerdi. Deli Memiş, etrafına halka olmuş denizcilere “Cennet Gemisini” anlatıyordu.
      “Ölen denizciler elbette cehenneme gitmezler, ama cennete de gitmezler, çünkü cennete deniz yok, yalnız kara var. Tuba ağacı var, ama onun kerestesinden bir tırhandil teknesi yapsan bile, onu yüzdürecek deniz olmayınca kaç para eder?
      Gemiye manevra yaptırırken direkten güverteye düşüp ölen veya denize düşüp boğulan denizciler için Ulu Tanrı bir Cennet Gemisi yaptırmışmış. Öyle ya, denizsiz cenneti denizciler neylesin? Orası onlara cehennem olur.”


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Gür - Eylül 06, 2012, 17:39:52
Ne demek ses etmek Nilüfer?
Memnun bile oldum.  :-*
Ama kitap da okunmalı.... Alt tarafı 60-70 sayfalık bir hikaye kitabı.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 07, 2012, 13:32:46
S/S GÜLCEMAL (Masal gemi...) - OKTAY SÖNMEZ
ANILARDA GEMİLER- Ufkun Ötesinde Kayboldular


Ey Gülcemal Gülcemal
Dört tane direği var...

Bizim kuşağın göremediği, babalarımızdan, dedelerimizden yıllarca dinlediğimiz; manilere, türkülere karışmış, özellikle de Karadeniz kıyıları halkının dilinde masallaşmış, her şeyi ile efsane olmuş bir GÜLCEMAL...

1874 yapısı. Aynı yılın15 Temmuz’unda Belfast’ta GERMANIC ismiyle denize indiriliyor. Yüz kırk iki metre boy, iki baca, manilerdeki gibi dört direk ve gerektiğinde yelken açıp Atlantik’deki ünlü “mavi kurdele” hızına hız katmak için pruva direğinde (baş direkte) alt alta dört aykırı seren. Baca forslarında süt beyaz kocaman birer yıldız. Neden mi, çünkü gemiyi yaptıran, bir başka efsane geminin TITANIC’in de sahipleri olan White Stars firmasıdır.

30 mayıs 1825’te ilk seferine çıkan gemi, Avrupa ile Amerika arasında sadece deniz yolu ile gidip gelinen yılların en lüks vasıtası.

Bu dönemdeki seferlerinden birinde, - 1893 yılında – gemide Chicago’da açılmış bir sergiye görevli olarak gönderilen bir jön Türk de bulunmaktadır. Erbab-ı Kalem’den olan bu zat, sefere Liverpool’da katılan Ubeydullah Efendi, daha sonra yayınlanan hatıratında gemide çiçek yetiştirilen bir bahçe bile olduğundan söz etmektedir: “Yemek masalarının donatılmasında, her gün taze olarak bu bahçeden devşirilen renk renk çiçekler kullanılırdı”.

1902’de, iki yüz yirmi yolcu kapasiteli gemiyi Dominican Line 5 isimli Kanadalı bir başka işletme satın alır. İsmini Ottawa olarak değiştirip Avrupa’dan göçmen taşıyacaklar. Batıdaki, Büyük Deniz’in ötesindeki Büyük Kıta’nın uçsuz bucaksız kıyılarında, geniş topraklarında Avrupa’nın insanları, altın dahil, yeni umutlar, yeni serüvenler peşinde koşacaklar. Hayatlarını değiştirecekler.

O zaman kadar sadece birinci mevki yolcu kamaraları ile fukara yolcular için ambarlar, ranzalı koğuşlar var gemide. Ambarların belirli bir bölümünde de canlı inek besleniyor. Anlatmadan geçilecek gibi değil. ,Bu bakımlı inekler, sefer esnasında her sabah sağılıyor; birinci mevki yolcularına kahvaltıda taze süt ikram etmek için. Lükse bakın. Yıllarca dillere destan olmuş bir tatlar şöleni gemini yemekleri. Partiler, balolar, eğlenceler...

Kanadalılar lüks yolcularla birlikte iyi para getiren ambar yolcularının sayısını daha da artırmak için bu gemide inek besleme işine son vererek, ineklere ait hacimleri de ambar yolcusu mekanlarına katarlar. Böylece Kanadalılar Atlantik aşırı deniz yolu piyasasında yarışan şirketlerden biri olarak planladıkları ticari başarıya ulaşırlar.

Gemi, Osmanlı hükümetine ait Seyr-i Sefain İdaresi’ne geçtiği zaman otuz altı yaşındadır. On beş bin Osmanlı altını karşılığında satın alındığında gemiye devrin padişahı Sultan Reşat’ın, asıl lakabı Arnavut Sofi olan annesinin adı verilir: GÜLCEMAL, yani Gülyüzlü.

Uzun yıllar daha çok Karadeniz halkının sevgilisi olan, türkülerine, şiirlerine, hayallerine yerleşen GÜLCEMAL, giderek Anadolu kültürünün değişik bölümlerinde yer alır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında cepheye, erzak ve asker, İstanbul’a hasta ve yaralı taşımaktadır. Çanakkale’nin geçilmeye çalışıldığı o cehennem savaş günlerinden birinde, 27 şubat 1915’te Marmara’ya sızan bir İngiliz denizaltısı GÜLCEMAL’i torpiller. Bu kez GÜLCEMAL’in kendisi yaralı olarak iki yıl sürecek tamir için İstanbul’a döner. Bu arada savaş bitmiştir. Ama Anadolu’nun üstünde hala karanlık bulutlar vardır. Anadolu üzerine bin bir oyun düzenlenmektedir. Savaş sonrası, Türk cephelerinde Türklerle birlikte çarpışan Alman askerlerinin yurtlarına götürülmesi işi GÜLCEMAL’in tamir sonrasındaki ilk görevidir.

Olaylar hızla gelişir. 1919 ve Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı... Bir kalpaklı süvari Samsun’dadır. Amasya’dadır. Sivas’ta, Erzurum’dadır ve sonunda Ankara’da daha sonra İzmir Kordonboyu’nda olacaktır. Hızla geçen bu birkaç yıl içinde GÜLCEMAL, Atlantik aşırı bir sefere çıkan ilk Türk gemisi olarak Köstence, İstanbul, Napoli ve Marsilya uğraklarından sonra New York yolundadır. Yıl 1920-21. Gemiyi, Dedeyan isimli bir Ermeni broker, Ottoman America isimli bir denizcilik işletmesine kiralamıştır. Hikayesi uzun, hazin ve renkli. Bu arada Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak günleri yaşanmaktadır. Anadolu’da pek çok olay olmaktadır ki buralara sığacak gibi değil. Anadolu toz, duman, ateş olan bir can kavgasının ortasındadır.

5 haziran 1926...

Cumhuriyet’in üçüncü yılı. Gazi, GÜLCEMAL’de yolculuk yapmaktadır. Gemi defterinde el yazısı ile takdir ve teşekkür ifadeleri yer alıyor. “ Müdürü Umumi Beyefendi’ye, gemi kaptanı ve bütün mürettabatına teşekkür ederim.” Bir gün yolunuz düşerse Karaköy’deki (TDİ) Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait mütevazi müzeyi görünüz. Orada GÜLCEMAL’den kalma bir piyano var. Kaçamak bir dokunuşunuzla, özellikle müzeleri kendine mesken tutmuş o ince hüzün yayılır tuşlarından. Ama GÜLCEMAL bir kuşağın gönlünde, bu yurdun şairlerinin dizelerinde, okul kitaplarında yerini almıştır artık ve hep oralarda yaşayacaktır.

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır,
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Çocukluğum
Gülcemal’le gider İstanbul’a
Gülcemal’le gelir.

Bedri Rahmi Eyuboğlu

Sonunda, çoğu geminin nankör kaderi onu da bulur. Yıl 1950. gemilerin, denizlerin kraliçesi GÜLCEMAL hurda olarak İtalyanlara satılır, eritilip kalıplara dökülmek için. Yeni borda sacları, yeni kemereler, omurgalar, köşebentler olmak için. Yeni, yepyeni başka gemiler olmak, yeniden doğmak için bu doyulmaz denizlerine dünyanın.


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 08, 2012, 08:55:52
S / S ANKARA - Haldun Taner - Ölürse ten ölür canlar ölesi değil


Osmanlılar Avrupa’ya gidecek olunca ilkin vapurla Köstence’ye geçer, oradan trene rakiben (binerek) Avrupa’ya uzanırlarmış. Eski telgraflarda, eski mektuplarda, eski gazete haberlerin- de “Köstence tarikiyle (yoluyla) Budapeşte’ye hareket ettik”, “Köstence tarikiyle Fransa’ya gi den Maliye Vekilimiz Paris’e vasıl oldu” gibi klişelere sık sık rastlanırdı. Ünlü Orient Express Sirkeci’ye sarkınca Köstence yerine bu defa da Sirkeci Garı, Avrupa’nın eşiği oldu idi.

Öte yandan, İstanbul limanından Avrupa’ya Türk gemileri de kalkar oldular. Bunların öncülerinden biri Gülcemal Vapuru idi. Gülcemal, kalkarken, güvertesinde orkestra İzmir Marşını çalardı. Yine bu Gülcemal bir keresinde seyyar (gezici) sergi olmuş, Türk mallarını sempatik tezgahtarlarla Avrupa’nın limanlarına tanıtma gezisine çıkmıştı. Ondan sonra Samsun, Tarsus, Aksu ve başka gemilerimiz bu yollarda vızır vızır işler oldular. Ama Ankara’nın, kabul etmeli ki, onlar arasında bambaşka bir yeri, bir saygınlığı vardı.

Özyaşamı

6179 gros tonluk, 125 metre boyunda ve 675 yolcu alabilen bu vapuru, Amerikalılar lüks ekspres servislerde kullanmak üzere 1927’de yapmışlar. Genç kızlık adı Solac olan geminin o yıllarda yirmi mile yaklaşan bir hızı varmış. New York - Havana arasında yıllarca turist taşımış durmuş. İkinci Dünya Savaşı patlak verince de, hızı yerinde ve bol kamaralı oluşu göz önünde tutularak, yaralı taşıyan bir hastane gemisine dönüştürülmüş. Bizim Denizyolları, savaş sonrası gemiyi Amerika’dan satın aldı. Bu nazeninin İstanbul’a İlk gelişini dün gibi hatırlarım. Limana pek de yaraşmıştı. Yarısı yolcu, yarısı yük taşımak için yapılan sıradan gemilerden apayrı estetiği vardı. Mekânını ambarlara harcamak zorunluğunda olmadığından tüm hacminin yüzde seksenini yolculara ayırmış, tam anlamıyla bir “yolcu gemisi” idi. Hani birkaç kocadan arta kalmış olmasına, yıllar boyu hızlı yaşam sürmüş olmasına karşın hiç kocamayan, genç kızlarla aşık atan havalı kadınlar vardır. Onlara benziyordu. Kendini dirhem dirhem satmasını biliyordu. Marmara’da kuğu gibi süzülüyordu. Seyrederken değil, dururken bile bir tupesi vardı, edası vardı. Benim, diyordu. Albenisi vardı. Türk, yabancı herkes, devlet adamları, sanatçılar, aktörler, sporcular, gazeteciler Ankara’yla seyahat etmek için can atarlardı.

Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganının bir benzeri şimdi de Ankara vapuru yolcuları için söyleniyordu.
«Ne diyorsunuz? Ankara ile mi gidiyorsunuz? Ne mutlu size. Ne mutlu Ankara ile gidene.”

Ankara vapuru denince Şefik Kaptanı anımsamamak olur mu? Çoğu gemilere havasını veren süvarileridir. Şefik Kaptan da Ankara’nın ruhu idi, üslubu idi, simgesi idi. Şefik Kaptan benim yakınım olur. Ailede anlatırlar. On on iki yaşında başlamış onda denize vurgunluk. Lodoslu havalarda onu kimse evde tutamazmış. Atlarmış ada vapuruna, fırlarmış güverteye ,deniz göklere çıkarken dört köşe olurmuş sevinçten. Sonunda âşık olduğu mesleğe girmiş. Bu gün de okyanuslarda hâlâ dümen başında. . Özel bir şirketin en korkusuz kaptanı olarak sevgili dalgaları ile başbaşa yaşıyor. Mesleğini onun kadar seven başka bir süvari tanımadım. Esprileri, efendiliği, tükenmez neşesi yanında ben onun en çok mesleği ile bu tüm özdeşleşmesini severim.

Amansız Zaman

İnsanların olduğu gibi, tüm eşyaların da zamanla bir yarışı var. Akıntıya kürek çekercesine… Her seferinde de bu yarışın galibi aynı oluyor: Zaman. En gergin tenleri kırış kırış eden, en parlak bakışları donuklaştıran, en uyanık zekâları bulandıran zaman, gemilerin de çeliğini, motor gücünü, koordinasyon yeteneğini yıpratıyor, yaşlandırıyor. Ankara gemisi de öyle. Mihrab yine yerinde görünmeyi becerse de her uğradığı iskelede boyasını tazelese de, yine de orta halli bir fırtınada sapır sapır titremekten, iniltiler, hırıltılar çıkarmaktan kendini alamıyor. Süvarinin, çarkçının komutuna bütün iyi niyetine karşın uyamıyor.

Ellinci yılını dolduran bu emektar ve tarihi geminin Camialtı Tersanesinde kızağa çekilmesinden iki hafta önce yaptığı son Akdeniz seferine biz de tesadüfen katılmış bulunduk. Bir zamanlar gönülleri büyüleyen ünlü bir güzelin düşüş ve yaşlılık haline tanık olan her eski hayran gibi içimizi nostaljik bir hüzün bürüdü. 0 eski şuh ve çekici nazenin şimdi sap derken saman diyen bir deli saraylıya dönmüştü. Giderken giderken motorları arıza yapıyor, yarım yolla gitmek zorunda kalıyordu. Varacağı yerlere hep gecikme ile vardı. Çok kaprisli olmuştu. Bodrum’da biraz deniz var diye demir taradı, liman da barınamadı. Yolcuların bir kısmını karada bırakıp kalkış saatinden altı saat önce çekti gitti. Düdük bile çalmaya üşeniyordu. Belki de sesi kısıktı. Isıtma düzeni baştan başa bozuk olduğu için soğukta yolcuları titretiyordu. Yorgunluğu, bezginliği halinden belli idi. “Çabalama kaptan ben gidemem” der gibi melul, mahzun bir hali vardı. Kapağı bir an önce Haliç’e atmak istediği anlaşılıyordu

S / S Ankara’nın satış bedeli saptanıp ihaleye çıkarılacağı haberi bütün onu seven eski hayranlarını ve Ankara’nın birer parçası sayılan Şefik Kaptanları, Suat Kaptanları, İhsan Kaptanları, Can Babaları çok üzmüş olsa gerektir. Çünkü S/S Ankara bir yakın tarihti. Acı tatlı anılarla yüklü idi. Onun hurda fiyatına satışa çıkarılması eski şanına olduğu kadar, bu romantik aylasına da aykırı düşüyordu

Ama neylersiniz, yaşamın kuralı bu. Acı macı katlanılacak. Şanlı Yavuz bile aynı yazgıdan kurtulabildi mi? Zaman buldozer gibi yürüyor, gençler yetişiyor, eskiler devreden çıkıyor. En akıllı davranış galiba bunun farkına vaktinde varıp yazgısına olgun bir gülümseme ile katlanmak

S / S Ankara’ya güzel bir emeklilik, deniz oteli, eğlence gemisi, yüzen restoran gibi, yine de yaşamla ilişkin bir işlev dileriz. Parçalanmak, sökülmek, hurdacı depolarına yığılmak jilet olmak ona hiç yaraşmıyor

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 11, 2012, 09:18:39
BİR VAPUR - Sait Faik Abasıyanık - Bütün Eserleri 1, Semaver

Dün, ona Galata rıhtımında rastladım. Çelik ve demir vücuduyla hassas bir sporcuya benziyordu. Çıplak ayaklı bir küçük serserinin yanı başındaydı. Halatlarının bağlandığı demirlerden birine ayağımı dayadım ve elimi çeneme koyarak onu seyrettim. Beni alıp götüren, beni alıp getiren mahluku doya doya sevdim. Bu vapur, “Tadla” yeni Türk vapurlarından “T” vapurudur.
Fransa’ya tahsile gitmiş talebeden “Tadla”yı tanımayan kim vardır?. Kim bu vapurun üçüncü mevki güvertesini yıldızlı temmuz geceleri adımlamamıştır?
“Parnas” dağının güneşli, altınlı ve karlı ebedi zirvesini, Stromboli’nin eteklerindeki beyaz kasabaları, Vezüv’ün kızıllığı altında gülen beyaz şehri mavi Mesina’yı, vahşi Korsika’ yı ve nihayet kahpe Marsilya’yı bati seyri ve ağır vücuduyla, bize gösteren “Tadla” olmadı mı?
Şaşı gözlü, kaptan tavırlı metrdotelin limanlara yaklaşırken gösterdiği tevazuu, sevimliliği unuttunuz mu? .
Ben, bu gemide Korsikalı muçolar tanımıştım ki, güverteyi silerken kafalarının güzelliğine ve lisanlarının çevikliğine hayran kalmıştım.
Gemiciler tanıdım ki, gece yarısından sonra kopmuş fırtınaların ve uzak, esrarengiz Çin şehirlerinin ıslıklarını güvertelere yaydılar.
Birinci mevkiden üçüncü mevkideki sevgililerini görmeğe gelen anormal prensesler on altı yaşında rüya kadar güzel çocuklarının gözü önünde flört eden Rum kadınları gördüm. Ben bu vapurda cömert Yahudilere, dost Ermenilere, lâubali şen İngilizlere, ciddi Fransızlara rastladım.
Marsilya limanından kalkıp Pire’ye gelinceye kadar geçen beş gün zarfında, tam bir arkadaşlıkla bağlandığım küçük bir çocuğu, beş gün sonra, elem ve hüzünle terkettim. Beş günde, iptidai tahsilini beraber yapmışız gibi, binbir çocukça hatıra ile ayrıldım. Tesadüf bir gün bizi karşı karşıya getirirse; onu çocukluk arkadaşlarımdan. hiç ayırmadan,
‘Sizinle —diyeceğim—, hangi mektepte beraber okumuştuk?
Yine bu vapurda bir kız tanıdım. Bir delikanlı .seviyordu, buna,
—‘ Ne eşek şey o —diyordu—. Ben onu o kadar sevdiğim halde, bir sabah gelip de “bonjur” demiyor, yanıma tesadüfen gelse bir kelime konuşmuyor.
Ben o kıza,
— Ben varım ya —diyordum.
—Ah —diyordu—, sen çirkinsin.
Yıldızlı ve karanlık güvertede başbaşa oturuyorduk. Elini tutuyordum. Gözlerini kapayıp delikanlıyı tahayyül ederek elimi sıkıyordu.
Yavaşça kulağının dibine,
— Hepsi bir değil mi? —diyordum—. Karanlık gecede, hepsi, hepimiz bir değil miyiz? Yalnız, kadın ve erkek olsun. Gözlerini kapa, tahayyül et.
0, karanlıklar içinde güzel çocuğu tahayyül ederek ince duman vücuduyla vücuduma yaslanıyordu.
Yine vapurda tanıdığım bir papaz, bir dostu bir limanda bıraktığım ve perişan bir halde düşündüğüm zaman yanıma yaklaşıp bana:
— Zevk —demişti—, en uçucu şeydir. En hurdebini delikten kaçan bir gazdır. Onun için değil midir ki, zevki mütemadiyen değiştirmek lâzımdır. Fakat değiştirilişin sonundaki bu melâle, hüzne, ıstıraba tahammül edilir mi? Evlâdım, yegâne saadet Allahtır.
Sonra karanlıktan ve kimsesizlikten beklediğim teselliyi bir papazdan aldığım için, kızardım.
Fakat geceydi. Kocaman gökler ve yıldızlar vardı. Seren mütemadiyen parlak bir yıldızı gösteriyordu. Samanyolu berrak ve şeffaftı. Gözlerimi göğe kaldırdım. Boşluğun içine saklanmış, düşüne düşüne yarattığım Allaha güvenerek gözlerimi kapamış ve o gece, “Tadla”nın güvertesinde müsterih bir çocuk uykusuyla uyumuştum.


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 13, 2012, 14:56:39
DENİZ ÜZERİNE PENCERE - Eduardo Galeano - Yürüyen Kelimeler

Hiçbir yere çakılı değil. Dağların ve ağaçların kaderleri köklerindedir, ama deniz bizim gibidir, avare hayata mahkum.

Deniz tutkunları: bizler, kıyı insanları, toprağın yanısıra denizden de yaratıldık. Farkında olmasak da çok iyi biliyoruz ki, sislerin arasında o bardan bu bara, şehrin sokaklarında kabarmış dalgalarda yol alırken, aslında o gece bizi bekleyen limana ya da deniz kazasına yolculuk ediyoruz.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 13, 2012, 15:00:35
DENİZ DİBİNDE İLKYAZ - Jean Cocteau

Deniz dibinin de mevsimleri vardır.Yeryüzünde olduğu gibi ilkyaz en güzel mevsimlerden biridir. Mercan tomurcuklanır ve süngerler ciğerlerine doldurur mavi suyu. Bir alageyik ormanı uskur sesini dinler. Denizin göğü çok yükseklerdedir. Bir balon güdümcüsü düşer denizin göğünden. Yavaşça düşer ve yuvarlanır kumda. Çiçekler ayakta uyur ve elveda diyen bir kalabalık vardır hep. Balıkçıllar üzerine konar. Denize koca öpücükler kondururlar. Manzaranın ışıklandırılmasına bakınca kendimizi bir fotoğraçıda sanırız. Bir köşede fokurdar hava kabarcıkları. Kirli suyu değiştiren bir vanadan çıkar hepsi.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 14, 2012, 12:47:08
DENİZ KIYISINDA - Ahmet Haşim - Türk Nesir Antolojisi


           Güneşin hararetinden kaçanlar, deniz sularının serinliğine sığınıyor. Deniz, tehlikeli deniz, uslu bir fil gibi hortumunu toplamış, toprağın çıplak çocuklarını sırtında eğlendiriyor. Kumsallardan birine gittim ve koskoca denizle insan zerrelerinin dostça oynaşmalarını neş’e bulmadan seyrettim. Denizin çıplak insana bu zelilâne inkıyadı ne gülünçtü! Morfinle asabı uyuşturulmuş, uyuklayan ve çoluk çocuğa gösterilen bir kafes aslanı kadar gülünç! Büyük kuvvetlerin itaat halinde görünüşü ruha ne ağır bir eza veriyor! Ölgün yaz denizini seyrederken bu ezayı, ruhu perçinleyen bir kuvvetle hissettim.
           Denizin bu halsizliği karşısında, şehrin beyaz etli zebunküş insanı ne cesur ve ne küstahtı! Sarkık etli, iri karınlı kadınlar, saçı dökülmüş erkeklerle, bu dişsiz tırnaksız sular içinde boğuşuyor, taklak atıyor, batıyor, çıkıyor ve bir aslan leşiyle oynayan sineklerin neş’esiyle zıplıyordu.
           Muazzam tekneleri, hafif oyuncaklar gibi sallıyan deniz, hakiki çocuklarına tunçtan daha sert kırmızı bir ruh yuğuran deniz, geniş kollarıyla kıtaları birbirinden ayıran deniz, bin türlü ejderlerin vatanı deniz, kalabalık bir şehrin nevrastenik halkına bir havuz vazifesini görmeğe razı oluşun ne hazindir!
           Denizi sevenler, rüzgar ve fırtına mevsiminin hulûlüne kadar sahillere hiç uğramamalıdırlar.

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 14, 2012, 13:05:11
katkılarınızla şimdiye kadar bu topik de elliden fazla kitaptan alıntı yapılmış oldu  1w5ey8
 
okuduğunuz kitaplardan alıntı ve yorumlarınızı ekleyin, güzel bir kaynak olsun  :)
daha önce alıntı yapılmış bir kitabın sizin sevdiğiniz başka bir bölümünü de ekleyebilirsiniz. bazı kitaplar daha çok ilgiyi hakediyor  :-*
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mikail Dağlar - Aralık 14, 2012, 00:13:45
Nilüfer korsan,
Harika bir yopic açmışsınız. Bir kaç tutam tuz da ben atayım :):):)

ÖZGÜRLÜK HATTININ BATISINA
Özkan GÜLKAYNAK


KAPTAN HATTERASIN MACERALARI
Jules VERNE


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Aralık 14, 2012, 00:30:36
öyle kitap ismi yazıp kaçmak yok, içinden bir alıntı paragraf paylaşmalısınız :D
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mikail Dağlar - Aralık 14, 2012, 00:41:12
Acıyın bana  :'( :'( :'( :'(
Bari hafta sonuna kadar izin verin :):):)
Söz pazar günü oturup yazacam  t*"y+ t*"y+ t*"y+
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Aralık 22, 2012, 11:14:42
yeni kitaplarım geldi... taze taze  :----)

(http://i49.tinypic.com/w2r5v.jpg)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mikail Dağlar - Aralık 23, 2012, 02:00:23
Nilüfer  korsaniçe sözümde duruyorum.
1 Kitabımız  Jules Verne'in KAPTAN HATTERASIN MACERALARI adlı kitabı. İthaki yayınlarından çıkmış. 2 cilt.

"Kaptan Hatteras'ın kuzey yolculuğu, isyan eden mürettebatı tarafın durdurulmuştur. Hatteras'ın yokluğunda yönetimini devralan ikinci kaptan Richard Shandon, mürettebatın hoşnutsuzluğunu körükleyerek onları isyana teşvik etmiş ve Forward briki buzların ortasında ateşe verilerek terk edilmiştir. Doktor Clawbonny, Johnson, Bell ve buzların altından kurtardıkları yaralı Altamont ile birlikte Forward'a dönen Hatteras, alev alev yanan bir gemiyle karşılaşır. Forward'ın yanıp kül olmasıyla birlikte uçsuz bucaksız buz tarlasının ortasında yiyeceksiz ve yakacaksız kalan kazazedeler, yine de kutup yolunda ilerlemekten vazgeçmeyeceklerdir. Tüm imkansızlara ve umutsuzluklara rağmen Hatteras Kuzey Kutubu'na, daha önce kimsenin ulaşmayı başaramadığı bu imkansız noktaya ingiliz bayrağını dikmekte kararlıdır.Acaba Kaptan Hatteras imkansızı başarabilecek midir?"

Cilt 2, Sayfa:8.
"... Gene de, bu korkunç felaketin karşısında cesaretini yitirmeyen Hatteras'ın yanında kalanlar mürettebatın en yiğit gemicileriydi. Doktor Clawbonny'nin birikimine ve azmine, Johnson ile Bell'in bağlılıklarına ve davasına olan inançlarına güvenerek, bu zor koşullara rağmen onlara geleceğe dair umutlarından söz etmiş,böylece yürekli ve kararlı arkadaşlarının cesarretini geri istemişti..."
Sayfa: 206.
"... Ertesi gün Bell, Altamont ve doktor batık gemiye doğru yöneldiler, yeterince tahta vardı; Buzlara çarparak parçalanan üç direkli eski tekneden, yenisi için temel parçaları sağlamak mümkündü. Doğramacı hemen işe  koyuldu. Hem dalgalar karşısında tutunacak kadar sağlam, hem de kızakla taşınacak kadar hafif bir tekne yapmak gerekiyordu..."

İkinci kitabımız Sevgili dostumuz  Özkan Gülkaynak'ın ÖZGÜRLÜK HATTININ BATISINA  adlı kitabıydı. 704 sayfalık bu dev eseri sanırım GEKO'ların bir çoğu okumuştur. Ama biz yine de bir anımsatma yapalım.

Sayfa:89
"... Dinlendikten sonra kontrol için teknenin yanına gittim. Uzun süredir, gövde kaplamasında hafif bir bükeylik gözüme çarpıyordu. 2 yüzeyinden de apoksiyi hakkı ile emen ağaçta böyle bir şekil değişimi olmaması gerekiyordu. Iskarpela ve çekiçle kaplamaların, alttaki yüzeye ne kadar etkili yapıştığını kontrol ettiğimde, son kat kaplamanın alttaki yüzeye neredeyse hiç yapışmadığını gördüm. El gücüyle bile 4 milimetrelik son kat kaplama 2. kat yüzeyden kolayca ayrılıyordu. Bir kaç saatlik kontrolden sonra borda ve karinanın en az % 70'lik bölümünde, ciddi bir delaminasyon problemi olduğundan hiç şüphem kalmamıştı. Bu da çoğunlukla kullanılan epoksinin kötü kalite olmasından kaynaklanıyordu. Önümde çok zor ve masraflı bir süreç vardı. Adeta dehşete kapılmıştım. Tedaviye başlamadan önce teşhisi tam koymalıydım. Acaba aynı sorun alt katlarda var mıydı? Bunları sırayla tespit edecektim ama insanlara karşı toleranslı olmaya yönelik yaşam felsefeme inancımı biraz sorgulamaya başlamıştım..."
Sayfa :119.
"... 31 Haziran akşamıİzmir Pasaport limanında, tarihi bergama vapurunun hemen arkasında kayıtsız için oluşturulmuş yüzer iskeleye aborda oldum. Gece Pasaport limanında deniz kıyısında bir kanepenin üzerine oturarak Kayıtsız'ı izledim. O da benim kadar sabırsız ve heyecanlı göründü gözüme. "Henüz çok eksiğim var ama artık zamanı geldi, gitmeliyiz." der gibiydi. Sabah kalktığımda Kayıtsız'ın çevrersinde tören hazırlıklarını yapan görevliler ve merakla tekneyi inceleyen bir kalabalık vardı. Kendimi kalabalık önünde sergilenen kafesteki maymuna benzettim. Tekneden ayrılıp kalabalığa karıştım. Ailem, arkadaşlarım, akrabalarım, hepsi oradaydı...  Kayıtsız'a atlayıp, aborda olduğum yüzer iskeleden avara oldum. Kendimi çok kırılgan hissediyordum. Yelkenleri basıp, yaşlı gözler ve sallanan elleri ardımda bırakarak limandan ayrıldım..."

Sayfa: 192- 193.
"... Bu yola çıkmadan önce, bir çok arkadaşa diledikleri zaman belli süreler için bana katılabileceklerini söylemiştim. İzmir'den yakın arkadaşım Ayberk, bir süre önce telefon ederek Atlantik geçişinde bana katılmak istediğini bildirdi. Uzun geçişlerde küçük bir tekne içerisinde birden fazla kişi olmak, benim pek tercih ettiğim bir şey değil. Her an yüz yüze olmak zorunda olduğumuz birhareketli küçük platformda, olmadık gerginlikler ortaya çıkabilir. Ancak Ayberk iyi arkadaşım, aynı zamanda bu tür koşullarda uyumlu ve şikayet etmeyen bir yapıya sahip. Misafirimi, 15 Kasım'da hava alanında karşılamaya hazırlanırken, elinde Çekim Halat'ın imal etmiş olduğu ay-yıldızlı flokla sürpriz yaparak marinaya geldi... Ayberk aynı zamanda Kayıtsız III üzerinde en çok emeği olan arkadaşlarımdan biridir... Onun gelmesiyle bir çok iş daha hızlı ilerlemeye başladı. Direk tepesine çıkarak çarmıh bağlantılarını kontrol edip, tüm donanımı ve eksikleri tekrar gözden geçirdikten sonra yaptığımız yüklü bir market alışverişini tekneye yerleştirmeye başladık..... 21 Kasım'da marinada dost olduğumuz denizcilerle vedalaşarak, bir aydan fazla kaldığım santa Cruz şehrinden ayrıldık. Bu arada teypte Cem Karaca'nın "Bindik bir alemete gedeyoz gıyamete!" parçası çalıyor."
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Aralık 24, 2012, 14:34:15
Özkan Gülkaynak'ın kitabını aylar önce okumuştum ama burda paylaşmayı unutmuşum, eksikliği giderdiniz. teşekkürler :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mikail Dağlar - Aralık 24, 2012, 14:40:08
 :) :) :) :) :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Aralık 24, 2012, 14:41:24
YELKENCİLİK – İnkılap Yayınları

Bana en sık sorulan sorulardan biri şudur: Dünyanın en sert ve yıpratıcı ortamlarından birinde, aylarca yalnız seyir yapmak nasıl bir şeydir?
Bunu ancak şöyle açıklayabiliyorum:
Açık arazide, gece vakti ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında, son hızda ve farlarınız sönük olarak yol aldığınızı hayal edin, işte buna benzer bir şey!
Yalnızca yerinizde kalabilmek için direksiyona yapışıyorsunuz ve neyle karşılaşacağınıza dair hiçbir fikriniz yok. Daha kötüsüyse, arabanın ön camının ve tavanının olmaması. Rüzgar kulaklarınızda uğulduyor, serpinti gözlerinizi yakıyor. İşte Güney Okyanusu’nda gece vakti yelkenle hızla seyrederken hissedilenler bunlar.
Her ne kadar yelkencilikte bizim kontrolümüzün dışında pek çok etmen varsa da, bana göre başka hiçbir yerde bulamadığım heyecan, coşku ve meydan okuma duygularının kaynağı budur.

Ellen McArtur önsöz


Modern Yarışların Ortaya Çıkışı

America, Reliance ve Atlantic adlarındaki üç tekne, her zaman modern yarış döneminin gelişini haber veren tekneler olarak görülecektir.

31 metre boyundaki America adlı uskunadan çok şey bekleniyordu.

Zarif bodoslamaları, alçak borda yüksekliği, hafifçe geriye yatık direkleri ve geniş gövdesiyle America hızlı bir tekne gibi duruyordu. İçbükey bodoslama kesitleri  ve teknenin en geniş yerinin, boyunun tam ortasında yer alması gibi yenilikçi özelliklere sahipti.

Reliance’ın tam boyu 43,8 m olmasına rağmen su hattı boyu ancak 27,3 m kadardı. Boyunun neredeyse 15,2 m kadarını civarda ile birlikte olağandışı uzun ve eğimli baş ve kıç bodoslamaları oluşturuyordu.
Reliance tek bir amaçla, 1903 yılındaki Amerikan Kupası’nı kazanmak amacıyla yaratılmış safkan bir yarış yatıydı – ki yarıştan 2 ay sonra sökülmek üzere satıldı –


Atlantic 60 m boyunda üç direkli bir uskunaydı. Bu teknenin 1905 yılındaki Atlas Okyanusu Geçişi yarışı’nda elde ettiği 12 gün 9 saatlik rekor süre 75 yıl boyunca kırılamadı.

Okyanus geçiş rekoru ancak 1980 de efsanevi Fransız yatçısı Eric Tabarly ‘nin Paul Ricard adlı trimanı tarafından 10 gün 5 saatlik bir dereceyle kırıldı.
Şu anda ki rekor, 2003 yılında yaptığı 6 gün 17 saat 52 dakikalık derecesi ile Robert Miller’ın 44 metrelik dev uskunasına aittir.

Sayfa 24-25
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 02, 2013, 10:39:05
Vendèe Globe heyecanı sürerken ve akşam Raphael Dinelli'nin katıldığı başka bir Vendèe Globe yarışı filmini izlemişken kitaptan tekrar alıntı yapmak şart oldu.


Tanrı'nın Terk Ettiği Deniz - Derek Lundy


Fırtınanın şiddeti herkesi şaşırttı. Raphael Dinelli‘nin yaklaşık 400 mil arkasından giden Catherine Chabaud, batıdan doğuya doğru üfüren havaya ilk tutunanlardandı. Derhal önünde giden diğer denizcilere ve Dinelli’ye telsizle anons yapıp, üzerinden ard arda geçen alçak basınç sistemlerindeki rüzgâr yönünü ve hızını bildirdi. Dinelli’ye yaptığı bu anonsunda (yarışın 7. haftasında ve tam Noel arifesinde), gece yarısı ona ulaşacak bir alçak basınç uyarısı yapıp, soğuk cephe geçerken rüzgârın her zamanki gibi kuzey batıdan aniden güney batıya döndüğünü ve 40-45 knot şiddetine ulaştığını söyledi. Beklenmedik birşey değildi, orta yoğunlukta tipik bir Güney Okyanusu fırtınası.

Bundan sonra olanlar ise tamamen alışılmışın dışında ve tüyler ürperticiydi.
Alçak basınç merkezi Dinelli’nin üzerinden geçerken, kuzeyinde bulunan yüksek basınç aşağıya doğru inerek alçak basınç merkezini sıkıştırmaya başladı. Yüksek basınçtaki soğuk hava alçak basıncın taşıdığı sıcak havanın altına girerek, onun dikine yükselişini hızlandırıyordu. Havanın bu yükselişi de deniz seviyesindeki basıncın hızla düşmesine neden oluyordu. Rüzgâr, basınç eğiminin etkisi ile alçak basınç merkezine doğru hareket eder. Yüksek ve alçak basınç eğimi ne kadar fazla ise havanın akışı da o kadar hızlı olur. Tıpkı suyun eğimi dik olan bir yerden daha hızlı akması gibi. Alçak ve yüksek basınç merkezleri birbirine ne kadar yakın ise eğim o kadar fazla olacağından hava da o kadar hızlı akar ve rüzgârın şiddeti de o denli artar. Alçak basınç merkezi yaklaştıkça basınç eğimi de uğursuz bir şekilde artmaya başladı.

Bu sistem Dinelli’nin pozisyonuna ulaştığında, rüzgâr şiddeti ‘Hurricane‘ gücüne erişmişti(65 knot üstü ve arada 80′i bulan sağanaklar). Ve bu rüzgâr, Güney Okyanusu‘nun sabit soluğanlarını olağanüstü büyük denizlere dönüştürecek şekilde kırbaçlıyordu. Dinelli’nin teknesi 50-60 feet’i bulan, altı katlı beton binaların devrilmesini andıran dalgaların üzerinden kayıyordu. Tam da kıyamet gününde seyir yapmak gibiydi.

Dinelli artık güvertede duramıyordu, çünkü bu durumda güvertede olmak son derece tehlikeliydi. Kamaradan dışarıdaki dalgaların şeklini ve yüksekliğini kestirmeye çalışıyor, yay gibi fırlayan tekneyi idare edebilmek için, otopilotuna ince ayarlar yapıyordu. Ne var ki tekneyi kontrol edebilmek sözkonusu değildi. Algimouss birkaç saniye içerisinde şiddetle dönerek alabora oldu. Bu inanılmaz basınç ana direğin içeri doğru itilerek güverteyi delmesine sebep oldu. Bumba ise kamara camlarından birini parçalamış, içeriye sular doluyordu. Tam Noel sabahıydı…

Alabora sırasında yırtılıp parçalanan hayatta kalma kıyafetiyle Dinelli, kendini alt üst olmuş kamaranın bir köşesine dayamıştı. Dolmakta olan su, gövdede sıkışmış, havayı milim milim itiyordu. Ters dönme sırasında direk, güverte seviyesinin birkaç feet yukarısından kopmuştu ama teller onu o haliyle tekneye bağlı tutuyordu. Ne var ki bu durumdaki direk, adeta bir omurga görevi yaparak Algimouss’un tepe taklak bir şekilde olmasına rağmen dengeli durmasına yardımcı oluyordu. Yaklaşık üç saat sonra ise, teknenin olağanüstü savrulmaları sonucu direk çarmıhlarla birlikte tekneden tamamen koptu. Direk ve çarmıhların direncinden kurtulan üç tonluk salma en sonunda dengesini bulup tekneyi yeniden düzgün pozisyona çevirdi. İçeride biriken sulardan dolayı bu işlem son derece yavaş bir şekilde gerçekleşti. Bu sırada vücudunun büyük kısmı su altında kalan Dinelli, kısmen yüzerek, kısmen yürüyerek teknenin tavanından tabanına doğru indi. Artık ‘acil durum uydu sinyal cihazı’nı (EPIRS) aktive edebilirdi. Daha önce bunu yapması mümkün değildi, çünkü sinyaller teknenin ters dönmüş karbon fiber gövdesinden geçemezdi.

Düzeldikten sonra birkaç saat içerisinde teknenin içerisi neredeyse tamamen sularla dolmuştu. Dalgalar, tavandaki masa büyüklüğünde delikten öylesine şiddetle vuruyordu ki, gövdenin suya dayanıklı panelleri kırılmaya başladı. Wendee Globé katılan tüm 60 feet’lik teknelerde, bu tip durumlar için içeri dolacak su miktarını kısıtlayacak, teknenin içini bağımsız bölmelere ayıran su geçirmez panellerin olması gerekiyor. Fakat hiçbir malzeme denizlerin gücüne dayanamaz. Kısa zamanda güverte su seviyesine indi. Ardı ardına gelen kocaman dalgaların her biri tekneyi batırmaya kararlı gibi görünüyordu.

Dinelli güverteye tırmandı, tekne savrulup yuvarlandıkça zorlukla ayakta durmaya çalışarak kendisini kırılan direğin teknede kalan kısmına bağladı. Dalgalar sürekli olarak üzerinden aşıyordu. Parçalanmış giysisi kısa zamanda suyla doldu. Algimouss‘un gövdesi artık tamamen su altındaydı ve güvertesi kırılan, dalgaların köpükleri arasında zorlukla seçiliyordu. Bir yandan Güney Okyanusu‘nun sırılsıklam ıslatan buz gibi dalgaları, öte yandan ise iliklerinde kadar işleyen sıfır altı derecelerde esen rüzgârın etkisiyle Dinelli yavaş yavaş vücut ısısının düşmeye başladığını hissetti.

Noel gününün kalan kısmında yüksek enlemlerin haşin yaz gecesinde ve tüm ertesi gün boyunca teknesinin güvertesinde dikildi durdu ve dondurucu rüzgâr bir an olsun fırtına şiddetinden aşağılara düşmedi. Neredeyse 50 derece Güney Okyanus enleminde, Avusturalya kıtasından 1200 mil uzakta, Antarktika yakınlarında sürüklenen Dinelli, dünyada olabilecek en yalnız, en zavallı ve hava
koşulklarının tün etkilerine en açık insandı. İkinci gece yaklaştığında 28 yaşındaki denizci tükenmişti ve hipotermiye girme aşamasındaydı. Bu şekilde sabaha sağ çıkamayacağından artık tamamiyle emindi. Ölüm çok yakınlarda dolaşıyordu.*

Sayfa 25-27
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Aziz Fatih Böke - Ocak 02, 2013, 14:20:24
Güzel alıntılar ama sonuncusunu en heyecanlı yerinde bırakmışsınız. devamını bekliyorum :)

Ben de bir tane paylaşayım. Osman Atasoy'un ilk dünya seyahatini anlatan kitabında "açık denizde gecenin gelişini" anlattığı kısım hoşuma gitmişti bir yere not almıştım..
Açık denizde gecenin gelişi bir başkadır. Şehirlerdeki gibi gündüzün kötü bir taklidi değildir. Orada yıldızlar dahi doğru dürüst gözükmez.
Büyük kentlerde oturup da daha geceyi yaşamamış insanlar acaba neler kaçırdıklarının farkında mı? 4 yıldır ne kadar alışmış olsam da dünyanın gündüz kıyafetlerini çıkarıp uykuya hazırlanışını seyretmeye doyamam. Aslında tabiatın uykuya çekilmeye falan niyeti yoktur. Hınzırca planı gereği öyle görünür. Herkesi günün bittiğine inandırıp yataklarına yolladıktan sonra gizli bir oyuna başlayacaktır. Meçhul bir yönetmeni sahneye koyduğu bir ilahi oyun her gece tekrarlanır. İlk sahnesi ürkütücüdür. Her defasında içimden de ürpertiler duyarak bakarım. Önce sular kararır. Ama bu bilinen türden bir kararma değildir. Sanki deniz çekilmiş, onun yerini uzayın karanlık boşluğu doldurmuştur. Üzerinde kaydığımız bu boşluğa bakınca ait olmadığım yabancı bir yerdeymiş hissine kapılırım. Bir an kalkıp gitmek, kamaranın güvenli havasına sığınarak içimdeki hüznü bastırmak geçer aklımdan. Ama kendimi tutarım, bir sonraki sahneyi kaçırmak istemem. Yerimden kıpırdamadan sessizce oturup beklerim. Biraz sonra her şey değişir; adeta görünmez bir güneşle etraf ışımış sular aydınlanmıştır. Bunun nasıl olduğuna kimse akıl sır erdiremez. Gecenin ortasında her yer aydınlanmış, ortaya beyaz bir yol çıkmıştır. Hayretle bakarım.
Suların üzerinde kıvrılan bu yolun. Nereye gittiğini merak ederim. Ama ışıktan çizginin belli bir rotası yoktur kimi zaman her yere gidiyormuş gibi, bazen de hiçbir menzili yokmuş gibi gözükür gözüme. Her ne olursa olsun ona bakmak iyi gelir.
İçimde ki ürpertinin kaybolduğunu, nedensiz bir coşkunun benliğimi sarmaya başladığını fark ederim. Bazen dümeni kırıp yolun sonunda ne olduğunu keşfetmek arzusun kapılırım. Ama nedense elim dümene gitmez. Dünyanın bu en büyük sahnesinde oyun perde perde ilerler. Yönetmen sihirli sopasını dokundurdukça ortaya mucizevî sahneler çıkar. Kâh okyanus yarılır dipsiz uçurumlar belirir kâh direk hizamıza kadar inen yıldızların sıcaklığı başımda hissederim. Hangisinin gerçek hangisinin hayal olduğunu kestiremediğim acayip sesler arasında oyun sürer gider.
Gece hiç bitmesin isterim.

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ocak 19, 2013, 15:30:29
         KON-TİKİ / PASİFİKTE 100 GÜN - Thor Heyerdahl

          Gemideki herkesle vedalaşıp tuhaf bakışlar arasında ip merdivenden aşağı indik, dalgaların içinden Kon-Tiki’ye geri döndük. Sonra sürükleme halatı çıkarıldı ve sal tek başına kaldı. Ve altı adam, salın üzerindeki kasaların üzerine oturup gözden kayboluncaya kadar römorkörü izlediler. Ufuk çizgisinin üzerindeki duman bulutu çözülünceye dek baktık durduk, ancak ondan sonra kafalarımızı sallayıp birbirimize döndük.
           “Elveda, elveda” dedi Torstein. “Artık motoru çalıştırabiliriz beyler!”
            Güldük ve rüzgarın yönüne baktık. Güneyden güneydoğuya esen oldukça zayıf bir esintiydi bu. Koca dört kenarlı yelkenimizin takılı olduğu bambu çubuğu havaya diktik. Ama yelken asılı bir şekilde kalakalmış, Kon-Tiki’nin suratına sıkkın ve memnuniyetsiz  bir ifade vermişti.
           “Moruk halinden memnun değil” dedi Erik, “Onun gençliğinde herhalde bu rüzgar daha canlı esiyordu.”

Sayfa 79


           Bütün basınç halatlara biniyordu. Gece boyunca onların gıcırtılarını ve inlemelerini duyabiliyorduk. Sanki etrafımızda dırdırcı bir koro varmış gibiydi ve her halat kalınlığına veya gerginliğine göre farklı ötüyordu. Her sabah dikkatli bir şekilde halatları inceliyorduk. İçimizden birini salın altındaki halatların yerli yerinde olup olmadığına bakması için bacaklarından iki kişi tutacak şekilde suyun içine batırdık.
           Ama halatlar dayanıyordu. On dört gün demişti. Bu süre içerisinde bütün halaylar eriyip gitmiş olmalıydı. Ama denizcilerin koro halinde söyledikleri bu sözlere karşın hiçbir yerde tek bir aşınma izine bile rastlamamıştık.

Sayfa 89

           Deniz, güvertesi suyun hizasıyla aynı olan ve sessiz sedasız yavaşça ilerleyenler için sürprizlerle doluydu. Ormanın içinde dolaşan bir avcı geri gelip ormanda hayat olmadığını söyleyebilir. Bir başkası ise bir ağaç kütüğünün üzerine oturup sessizce bekleyebilir. O zaman hışırdamalar başlar, meraklı gözler sessizce üzerine dikilir. Denizde de durum böyle. Denizin üzerinden gürültülü motorlarla, suları yaran pruvamızla geçeriz. Sonra da geri gelir ve denizin ortasında görülecek hiçbir şey olmadığını söyleriz.
            Meraklı ziyaretçilerin sala uğramadığı bir tek gün bile geçmemişti.ve bunların arasında yunus ve malta palamudu gibi daha sık rastlananlar bize o kadar alışmışlardı ki bazen günlerce salın etrafında yüzüp bize eşlik ederlerdi.

Sayfa 95
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mikail Dağlar - Ocak 19, 2013, 19:04:05
Nilüfer korsaniçe teşekkürler ...
Sayende Bu kitaplar yeniden okunmuşlardır ;););)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 28, 2013, 14:56:49
AVUCUMDAKİ DÜNYA - Ellen MacArthur

“Yarışın en güzel ve en kötü anları hangisiydi?” diye sordular. “En güzeli tam şu an, en kötüsü ise 5 dakika sonra tekneyi terk etmem gerektiğinde olacak, ondan ayrılmak istemiyorum” diye yanıtladım. İçim titriyordu gideceğim diye.

Mike Turner bana doğru geliyordu, onsuz tüm bunları başarmamız mümkün değildi. Yüzündeki ifadeden Kingfisher‘dan ayrılma zamanının geldiğini anladım. Birden mideme birşeylerin düğümlendiğini hissettim ve oradan kaçmak, zaman içerisinde geriye dönmek, kendimi çimdikleyip yeniden uzakta, okyanusta uyanmak istedim. Ama bunun mümkün olmadığının bilincindeydim, zamanım dolmuştu.

Gözyaşlarım kontrolüm dışında dolup taştı, içimde yanan bir acıyı hissedebiliyordum. Mark omuzuma dokunduğunda adeta uyuşmuş gibiydim ama ayaklarım istemim dışında puruvaya gitmeye ve oradan atlayıp inmek üzere beni taşımaya başladı. Adeta kâbus gibi, bacaklarım beni dinlemiyordu. Ben durmak ve orada kalmak istiyordum. Ayrılmaya hazır olmadığımın bilincindeydim.

Mark’ın kolunun altından çekilip geriye doğru döndüm, gözyaşlarımdan etrafı göremiyordum. Etrafımdaki gürültünün ve patlayan yüzlerce kameranın farkındaydım. Kingfisher’ı nasıl terk edebilirdim? Onu bırakıp da nasıl gidebilirdim? Yolculuğumuz bitmişti ama taa içimdeki derinliklerde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ya da olamayacağını biliyordum.

Adeta kör gibi havuzluğa yürüdüm. Hayatımda hiçbir zaman şu anki gibi yok olmak istememiştim. Kingfisher’ın pruvasında durdumve gözlerimi kapattım, alnım güvertesine sıkıca dayalıydı. Yalnız olmaya ihtiyacımız vardı. Ona teşekkür etmek, her şeyin bittiği ve onu terk etmek zorunda olduğum için ne kadar üzgün olduğumu söylemek istiyordum. Hayatımda hiç yapmadığım kadar yoğun bir şekilde tek bir şeyi düşünerek geçirdiğim o dakikalar bana adeta birkaç saat gibi geldi. Üzüntü, yorgunluktan çok daha farklı bir histi. Acıyı tam kalbimde duyuyordum oysa daha önceleri duyduğum acı yalnızca vücudumdaki tüm kemiklerin sızlamasıydı.

Bu son üç ay adeta sonsuzluk gibiydi, yarıştan önceki hayatım nasıldı, hiç hatırlamıyorum bile. Varış hattını geçtiğimden bu yana ilk kez tüm duygularım boşalıyordu, yoğunluğu saklanabilir gibi değildi, can dostumdan ayrılıyordum ve acısı içimi parçalıyordu.

Kalbimin taa derinliklerinde, ona en iyi şekilde bakmak için elimden gelen her şeyi yapmış olduğumu gayet iyi biliyordum. Kalabalığın gürültüsünü yeniden duymaya başladığımda yapabileceğim tek şey, orada başım önde durup, ona son teşekkürlerimi iletmekti. Şu an hayatta olup yanında duruyor olabilmem bile, benim için, onun da bana ne kadar iyi bakmış olduğunun yeterli kanıtıydı.

O ana kadar varış hep bir rüya gibi gelmişti, binlece insan, kalabalıktan gelen tezahüratlar ve devamlı yanan parlak ışıklar. Ama şu an tüm bu görüntü, acıyla buğulanmakta ve parçalanmaktaydı. Dişimi sıktım ve kendimi zorlayarak ondan ayrıldım.

Kingfisher’ın yanı başında attığım o son adımları hatırlayamıyorum ama üç aydır ilk kez vardevelalardan dışarı adım attığım anda adeta bedenimin büyük bir kısmını geride bırakıyormuş gibi hissettim. Pontona ayak bastığımda vardavelaya sıkıca tutundum ve başımı gövdesine dayadım. Gövdesini okşamak için elimi uzattığımda gözlerim sıkı sıkı kapalıydı, yumuşak kıvrımlı küpeştesi serin ve sakinleştiriciydi ve son defa olmak üzere dünyadan koptum.

Arkamdan birisinin kolunu etrafıma doladığını ve “Hadi Ellen” diye seslendiğini duyunca yavaşça döndüm ve elim sessizce Kingfisher’ın gövdesinden ayrıldı. Vendée Globe yarışımız artık bitmişti.

  Sayfa 28-29

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mikail Dağlar - Şubat 28, 2013, 16:27:16
Bu kitabı okuduktan sonra bir baba olarak, bir öğretmen olarak kendimi sorgulamıştım... Günlerce etkisinden çıkamamıştım..
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Güven Birkan - Mart 01, 2013, 22:49:42
Ellen MacArthur "Avucumdaki Dünya" kitabıyla arkamdan itti ve tekne alma kararımın oluşmasında önemli bir rol oynadı.

Kitabı okurken, O'nun azminin binde birini gösteremeyen birinin "bu dünyada ben de yaşadım" demeye hakkı olamayacağını düşünmeye başladım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Mart 07, 2013, 23:23:07
Methal Yelken yarışlarında muvaffakiyetin sırrı / her zaman için nasıl oluyor da ayni dümenciler muvaffak oluyor ve bunların muvaffakiyetinin sırrı nedir ? Süali bana çok sık sorulduğu halde, bu süale cevapta daima güçlük çekerim. Adeta aciz kaldığım zamanlar da olur . Mamafih muvaffakiyetin sırrı nerede olduğunu bir kaç kelime ile anlatmak mümkün olmadığındandır ki bu sorguya kısa bir cevap vermekle insan vazifesini hakkile ifa etmediğini hissederek .....
Yazan : dr Manfred Curry
Çeviri yılı ve kitap basım tarihi 1935
Türkçeye çevrilen ilk yelkencilik yarış kitabı
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Nisan 27, 2013, 11:23:38
yeni kitaplardan yeni alıntılar ilerleyen günlerde :)

(http://i39.tinypic.com/34e5dth.jpg)   

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 08, 2013, 14:18:14
"Vakti olmak... Seçim gücü olmak... Nereye gittiğini bilmemek ama yine de gitmek; sakince, kaygısızca, kendi kendine soru sormadan."

Uzun Yol
sayfa 180
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Muhsin Çifter - Mayıs 09, 2013, 11:43:56
Alıntıları ileriki zamanlarda paylaşmak üzere birkaç kitap da ben eklemek istedim.
Yazarımız "Yaman Koray", yelken ile ilgili olmasada, her deniz sevdalısının okurken kendinden birşeyler bulabileceğini düşündüğüm kitaplarını paylaşmak isterim.

Büyük Orfoz
Ne Cennet Şey Şu Deniz
Deniz Ağacı
Gelin Taşı
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 09, 2013, 11:49:37
Paylaşımları bekliyoruz :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 15, 2013, 16:23:48
UZUN YOL – Bernard Moitessier

             İçimde gürüldeyen sertlikler gece hafifledi. Denize baktım ve bana büyük bir tehlike atlattığımı söyledi. Mucizelere çok da inanmak istemiyorum; ama hayatta mucizeler oluyor işte. Hava, birkaç gün daha gündoğusundan esen rüzgarlarla, kötü gitseydi, şimdi daha kuzeyde olur, samimi olarak kaderim olduğuna inanıp kuzeye de devam ederdim. Çevrintisiz, bir şeysiz, kolayına bir akıntı gibi akıp giden Alize’nin önüne kendimi bırakıp gidebilirdim de. Doğru yaptığımı zannedip yanlış yaparak…

             Tanrı denizi yarattı, sonra da üstünde iyi olalım diye onu maviye boyadı. Ve ben buradayım, pruvam doğuya dönük gidiyorum. Halbuki içimin derinliklerindeki bir dramla, kendimi Yıldız rotasında yol alırken bulabilirdim.

Sayfa 185

             Iskotaları doğru tarafa geçiriyorum ve rotayı körfezde demirli büyük petrol tankerine doğru çeviriyorum. Fışşt… Doğru köprü üstüne… bu, Sunday Times’taki Robert’e gönderilecek telsizin sapanla gemiye gönderilen mesajı:
sevgili Robert, Horn Burnu 5 şubat’ta dönüldü ve şimdi 18 Mart. Pasifik adalarına doğru hiçbir yere uğramadan yoluma devam ediyorum, zira denizde mutluyum ve belki de ruhumu kurtarmak için…”
             Mesajı sapanla fırlattıktan hemen sonra içime ufak da olsa bir şüphe düştü.  Acaba orada doğru anlayacaklar mıydı?
             Doğru anlamazsanız da boş verin, telaşlanmayın. Benim, teknemin yedi knot’la Ümit Burnu’nu dönmek için nasıl koşturduğunu rüzgar altındaki gökkuşağı ile civadranın üstünden seyrederken şimdi ne kadar mutlu olduğumu anlamasanız da olur…
             Ümit Burnu, suyun, rüzgarın gürültüsü, bütün yıldızların, güneşlerin, mehtapların beraber söyledikleri ezgilerle dönüldü. Bir de tekne ve insanoğlunun, denizin derinliklerinden gelen sihirli sinyalleri ve onca büyük dalgaları olan ihtiyar okyanusla mücadelesi ve aşkı ile.
             Kara uzaklaşıyor. Ve şimdi Joshua’yla benim aramda, benimle gökyüzü arasında geçen bir hikaye.  Başkalarını ilgilendirmeyen, sadece bizi, yalnız bizi ilgilendiren büyük bir aşk hikayesi…

Sayfa 189 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Mayıs 25, 2013, 03:39:52
Neredeyim tam bilemiyorum...Üzerimden adı olan bir kasırga geçmiş olmalı...Karaiplerin bu kadar gündoğusundan hayatımda bu kadar şiddetli bir hava yemedim....Günlerdir buna hazırlıklıydım...Bu depresyon bir sakatlık çıkaracaktı...Kim demişki alizeler sıkıntısız yolculuk veriyor insana...Dincim,hazırlıklıyım....capo verde benim için sorun değil...tanca dan beri buna hazırlanmıyormuyum buna ben?O ucuz şarapların ülkesinden taaaaa nerelere ayıklamadımmı ben hayatımı? Gideceğim ve başaracağım....Teknemin kıçında ayyıldızlı bayrağımla....Buralara kadar gelmişim demek...Atlantiği geçmek hiç de sorun olmadı benim için....Demekki arkadan gelen nice insanlar hiçde sorun olmadan buralara kadar kolayca geliverirler....Ne kadar kolay.....
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 25, 2013, 09:40:25
:)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Tiryaki - Mayıs 25, 2013, 15:22:55
...
Kovamda biriken suyla mutfak bezini yıkadım. Aslında yanlış bir iş... Lumbagomla sırt ağrılarım, havanın rutubetini ince değişikliklerinde beni artık rahatsız etmediklerinden beri, Atlantik'teki Pot-au-Noir'dan bu yana yıkanmayan bu mutfak bezi, bana atmosferdeki değişiklikleri haber veriyordu.


Mutfak bezi kaskatı kaldığı zaman havanın kuru ve göreceli olarak güzel olacağı, Lodos'tan gelen rüzgarların sürekli, sirüslerin dışında gökyüzünün masmavi olacağını bekleyebilirdim. Lodos rüzgarları varken bezin sertliğinin daha az olması, hemen hemen her zaman havanın daha kuru ve rüzgarın yakında batıya döneceğinin işaretiydi. Eğer bizim bez, dünyanın tüm günahlarını temizlemişcesine yumuşak ve cıvıksa, rüzgarların Yıldız'dan rutubet taşıyarak geleceğini beklemem gerekirdi.


Ama ziyanı yok; cıvıldayan kuşlu ve ağzından baloncuklar çıkaran balıklı tişörtüm de her ne kadar mutfak bezinin işe yaradığı zamanlardaki kadar olmasa da aşağı yukarı şimdi aynı işi görüyor.


Bez şimdi olabildiğince yüksekte, bocurum çarmıhlarında altı tane çamaşır mandalıyla asılı olarak keyifle çırpınıyor.


Uzak Yol, Bernard Moitessier
Sayfa 140


Bu bölüm benim favorim. Uzun zamandır paylaşmak istiyordum anca yapabildim. Benim için paha biçilmez bir bölüm...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mervan Rahmanlı - Mayıs 25, 2013, 16:34:50
Kitaplarını satan var mı ?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 25, 2013, 16:41:06
Ancak ödünç verebilirim. uzun süre ayrı kalamam hiç birinden :D
arasıra tekrar elime alıp karıştırmayı, ordan burdan okumayı seviyorum :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Mayıs 27, 2013, 00:01:30
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
...
Kovamda biriken suyla mutfak bezini yıkadım. Aslında yanlış bir iş... Lumbagomla sırt ağrılarım, havanın rutubetini ince değişikliklerinde beni artık rahatsız etmediklerinden beri, Atlantik'teki Pot-au-Noir'dan bu yana yıkanmayan bu mutfak bezi, bana atmosferdeki değişiklikleri haber veriyordu.


Mutfak bezi kaskatı kaldığı zaman havanın kuru ve göreceli olarak güzel olacağı, Lodos'tan gelen rüzgarların sürekli, sirüslerin dışında gökyüzünün masmavi olacağını bekleyebilirdim. Lodos rüzgarları varken bezin sertliğinin daha az olması, hemen hemen her zaman havanın daha kuru ve rüzgarın yakında batıya döneceğinin işaretiydi. Eğer bizim bez, dünyanın tüm günahlarını temizlemişcesine yumuşak ve cıvıksa, rüzgarların Yıldız'dan rutubet taşıyarak geleceğini beklemem gerekirdi.


Ama ziyanı yok; cıvıldayan kuşlu ve ağzından baloncuklar çıkaran balıklı tişörtüm de her ne kadar mutfak bezinin işe yaradığı zamanlardaki kadar olmasa da aşağı yukarı şimdi aynı işi görüyor.


Bez şimdi olabildiğince yüksekte, bocurum çarmıhlarında altı tane çamaşır mandalıyla asılı olarak keyifle çırpınıyor.


Uzak Yol, Bernard Moitessier
Sayfa 140


Bu bölüm benim favorim. Uzun zamandır paylaşmak istiyordum anca yapabildim. Benim için paha biçilmez bir bölüm...

Mükemmel ...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 27, 2013, 12:05:44
Hayallere Yelken Açtım – Alim sür

           Bu sabah rüzgar kademeli olarak artmaya, barometre de hızla düşmeye başladı. Akşam olduğunda 25-27 knot’a ulaşan rüzgara ve gece seyrine önlem olarak ana yelkene bir camadan attık; cenovayı da yarı yarıya küçülttük. Zaten gece yarısı rüzgar fırtınaya dönüştü. Cenovayı iyice küçülttük; mendil kadar kaldı; yine de 5-6 mil yol yapıyoruz. Zamanla dalgalar iyice büyüdü ve ara sıra teknenin üstünden aşmaya başladı. Kapkaranlık, kasvetli bulutlarla dolu bir gecede, sıkıntıyla sabahı zor ettik. Günün aydınlanmasıyla biraz içimiz rahatladıysa da gittikçe büyüyen dalgalar bizi endişelendiriyor. Okyanusta örneğin 25 knot hızla esen rüzgarda, ilk sekiz saatte dalga boyu 3 metre iken aynı hızla esen rüzgarla 24 saat sonra dalga boyu 6 metreye ulaşıyor; rüzgar devam ediyorsa 6 metreyi biraz daha geçiyor.şu anda rüzgar 35 knot esiyor

Sayfa 78

             Öğleden sonra bulunduğumuz bölgedeki suyun rengi birden kahverengiye döndü. Arada bir koyu sarı oluyor; suda bir yığın toz parçacıkları ve ponza taşları yüzüyor, çok geniş bir bölgeyi kapsayan koordinatını My Chance’nin jurnaline geçtik. Ne olduğunu bilmiyoruz ama bu durum bizi çok rahatsız etti; biran önce bu bölgeden çıkmak istiyoruz. Bir ara teknedeki iki derinlik ölçer de 60 metre derinlik gösterdi ki haritaya göre buraların derinliği 1630 metre.
              Aklımıza en kötü olasılıkla, suyun altında bir volkanik aktivite olduğu geliyor. Üstelik böyle bir durum buralarda çok olağan… önce ne yöne dümen tutacağımızı bilemedik, belki yükselmekte olan volkanik adanın tam üstüne gidiyoruz! Bu durum çok tehlikeli olabiliyor. Aniden çıkan dev hava kabarcıklarının boşluğuna düşünce deniz üzerinize kapanabilir. Birden püskürmeye başlayan duman ve zehirli gazlarla zehirlenebilirsiniz. En iyi olasılık ise kaçacağım diye yükselmeye başlayan adanın üzerine giderek karaya oturmanızdır!
               Böyle bir durumda tekneniz Nuh’un gemisi gibi adanın zirvesinde yükselirken, adaya muhtemelen sizin ve ya teknenizin adı verilecektir… İşte böyle değişik olasılıklar şu yaşadığımız ortamda kafamızdan geçiyor ve birbirimizle gergin bir şekilde şakalaşıyoruz. Bir taraftan da yüzen taşların motorun su soğutmasını tıkamaması için dua ediyoruz. Gurcataya tırmanıp elimde dürbünle uzakları gözleyerek, yüzen taşların zayıfladığı bölgeyi tespit ettim. Hattaya yönlendirmem doğrultusunda dümen tuttu.
               Hafif rüzgarda motoru stop etmeden uzun süre yol alarak bölgenin dışına çıkınca rahat bir nefes aldık. Bizden on ay sonra aynı bölgeden geçen “Maiken” yatının, ponza taşlarının su filtrelerini tıkaması sonucunda motoru durunca, bir volkanik adanın doğuşuna tanık olan mürettebatları bu olağanüstü olaya şahit olan ilk insanlar olarak tarihe geçtiler!
  http://yacht-maiken.blogspot.com/2006/08/stone-sea-and-volcano.html (http://yacht-maiken.blogspot.com/2006/08/stone-sea-and-volcano.html)

sayfa 270-271
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 28, 2013, 10:23:57
Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar

              Kadırga tersane iskelesine yaklaşmak üzereydi ki, omurgası dibe değdi. Ejderha başlı bir kolomborne topundan fırlayan güllenin sancak tarafında açtığı delikten dolan su tekneyi ağırlaştırmış ve su kesimini yükseltmişti. Fakat onun ağırlığını arttıran bir ikinci sebep ise, kah bir filinta kah bir arkebüz namlusundan fırlayıp bordasının hemen her tarafına isabet etmiş sayısız kurşundu. Ayrıca gemi, güçlükle söndürülmüşe benzeyen birkaç yangın izi de taşıyordu. Tersaneden gelen esirlerin kadırgayı halatlarla omurgası üzerinde sürüyüp iskeleye çekmeleri oldukça zaman aldı. Çingene demirciler prangaların perçinlerini kırıp forsaları çözmeye başladıkları zaman, omuzlarında ganimet sandıklarıyla gemiden atlayan leventler karaya ayak basar basmaz toprağı öpüyorlardı. Bununla birlikte toprağı en canı gönülden öpen levent, ellisine merdiven dayamış o muhteşem külhaniydi. Gel gör ki Samatya’da çıkan yangının oradaki meyhaneleri silip süpürdüğünü Malta’da öğrendiğinden bu yana Kocamustafapaşalı Arap İhsan’ın yüreği sızlamıyor da değildi. Çünkü geride sadece Fener ve Galata meyhaneleri kalıyordu. Gece yatacak çok sayıda külhan olmasına rağmen hemen hemen her bıçkınla kavgalı olduğu için yarenlik faslı Fener’de işlemezdi.

Sayfa 15

             Genç adam kendisini izleyen büyük bir kalabalıkla birlikte Yelkenci hanının yanındaki evine gitti. İçeride kendisi için kuran okunuyordu. Uzun İhsan Efendi oğlunu karşısında görünce sevince boğuldu. Karnı açtır diyerek önüne, vefatı münasebetiyle yaptırdığı helvadan çıkardı. Yeşil uyku şurubunu avludaki ceviz ağacının dibine dökmeyi ihmal etmedi. Ertesi yıl mahalledekiler, bu ağacın cevizlerinden yiyen çocukların haşaratlıktan vazgeçerek gece yarısı uyanıp zırlamadıklarını keşfedeceklerdi. Sonradan ünü bütün Kostantiniye’ye yayılacak olan bu ağaç, yiğit bir nesil yerine uykucu bir gençliğin yetişmesine sebep olacağı korkusuyla padişah fermanıyla kesilecekti.

Sayfa 51
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ömer Kutay - Mayıs 28, 2013, 18:27:36
Sevgili Nilüfer Korsaniçem.., bu güzek topik ve katkıların için çok teşekkürler...   :-*   1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Mayıs 28, 2013, 22:46:23
Hayal yolculuğuna devam! Çok yakınımda sanıyordum karaipleri....Hani 20-25 gün ya...Çabucak geçecek sandım.Öyle olmadı,önce hava kaldı,sonra da bitmez tükenmez soluganlar...Yelkenler sadece teknemin yalpalamasında şişiyor...Gitmiyoruz! Sadece güneye sürükleniyoruz.Doldrumlara kadar sürüklenmekten korkuyorum. Kim korkmaz ki? Atlantik ve pasifikte doldrumlar var...havanın,rüzgarın olmadığı...(Tabii o zamanlar motorun da olmadığı) insanların ölene kadar kırbaçlanarak doldrumdan çıkmak için kürek çektirildiği zamanları hatırlıyorum...Ürperiyorum...Forsası,kırbaçcısı,kaptanı,subayı...bilinmez bir boşlukta gelmeyecek rüzgarı beklerken açlık ve susuzluktan ölüp,ispanyolların,ingilizlerin portugalların önüne yenidünya rotasında hayalet gemi diye çıkıyorlar...2013 de bu hayalet gemiler benim önüme çıkarmı? Elbette çıkmaz diye avutuyorum kendimi....Ya Joshua Slocum un ateşlendiğinde dümenini kim tutmuştu? diye kendi kendime sorunca etrafıma biraz ürpertiyle bakıyorum...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 30, 2013, 22:33:28
Yeryüzü Güncesi - Okyanuslarda Yarışmak Müthiş Ama – Nasuh Mahruki

             Geçtiğimiz günlerde bir sabah erken bir saatte FM 104.9 - Açık Radyo’da deniz ve gezi tutkunlarının kaçırmadığı “Açık Deniz” adlı programı hazırlayan Beysun’un (Gökçin) telefonuyla uyandım. Dünyanın en önemli yat yarışlarından olan Vendee Globe’un bir etabında 20 yarış teknesinden ikisi, iki balinaya çarpmış.
             Her iki tecrübeli kaptan da teknesinin altına dalıp durumu kontrol etmiş ve biri teknenin hasarından dolayı yarışı bırakmak zorunda kalmıştı. Bu son derece zorlu ve tehlikeli yat yarışında daha önce de tekneler, uyumakta veya su yüzeyinde dinlenmekte olan balinalarla çarpışmışlar ve kesin olarak bilinmemekle birlikte belki de ölümlerine veya ağır yaralanmalarına sebep olmuşlardı.

             BALİNANIN ÖLÜMÜ

             Önümüzdeki yıl, “Ex Orient” adlı teknesiyle dünya seyahatine çıkmayı planlayan ve şu sıralar projenin parasal altyapısını çözmeye çalışan Beysun, aynı zamanda bir gün Vendee Globe’a, belki de tasarımını kendi yapacağı bir tekneyle katılmak gibi bir düş kuracak kadar da deniz tutkunu. Denizlerin gerçek sahipleri olan bu uysal devlerin, 24 saat ortalamalarında saatte 18 mile varan ve 30 – 35 mil sürate kadar çıkabilen, son teknolojinin her tür imkanıyla donatılmış muazzam tekneler tarafından bir anlamda biçildiği haberini duyunca, bir an durup Vendee Globe’a katılma düşüncesini ve benzeri yarışların yapılma gerekçelerini sorgulama ihtiyacı duymuş. Beni de bu tür etkinliklerde ehil olarak gördüğü için fikrimi almak istemişti.
Bana net bir soru sordu; “Çok istediğin bir dağa tırmanmak için iki ayının öleceğini bilsen yine de tırmanırmısın veya bir balinaya çarpacağını bile bile böyle bir yarışa katılırmısın.” Dağlara tırmanmanın ayılara zarar vermekle doğrudan bir ilintisi olmamakla veya değerlendirme dışı bırakılacak derecede az olmakla birlikte, Beysun’un benzeşim ilkesi ile bu soruyu sorduğunu ve benden etik açıdan bir cevap istediğini anladığım için, konunun doğrudan ilişki boyutuna hiç girmedim ve düşünmeden cevapladım.
               Bu sorunun cevabı elbette ki tereddütsüz bir “Hayır”dı. Ancak böyle bir durum (bir tırmanış veya yarış sonucunda ayıların veya balinaların ölümü) gerçek hayatta bir önkoşul olarak değil, ancak ve ancak olasılık dahilinde diye nitelendirilebilir ve sadece, sporcuların veya izleyicilerin de ölebileceği karmaşık olasılıklar zincirinin bir parçasıdır. Ayrıca buna ilave olarak, balinaların ölüm sebeplerinin başında ticari avlanma, ki Japonya ve Norveç çoğu kez uluslararası yasaları çiğneyerek yapıyorlar bunu, denizlerdeki kimyasal kirlilik, yasak olduğu halde gece suda bırakılan akıntı ağlarıyla yapılan açık deniz balıkçılığı ve son olarak da gemi çarpmaları geliyor. Yat yarışlarından dolayı ölen balinaların sayısının, insanların sebep olduğu diğer balina ölümlerine kıyasla, plajda koşarken yıldırım düşmesi sonucu hayatını kaybeden uzun atlamacılar kadar seyrek olduğunu düşünüyorum. Yine de bu çok ilginç ikilem üzerinde düşünmek ve kendi değer yargılarımı beklemediğim bir soru üzerine bir kez daha sorgulamak benim için çok faydalı oldu.
             
            İNSANIN DOĞA ÇELİŞKİSİ
             
            Geçtiğimiz yıllarda Arktik buzulları arasında sıkışan iki balinayı kurtarmak için seferber olan ve yüzbinlerce dolar harcayan insanoğlu bir yanda, başka koşullarda ve başka beklentilerle balinaları sorumsuzca, yoketmecesine katleden, bütün uluslararası kuralları hiçe sayarak avlayan insanoğlu öte yanda. Buna bir de Güney Kutbuna ulaşmak için 52 köpekle başladığı ekspedisyonu, onlar için yiyecek taşımadığı ve o koşullarda taşıyamacağı için, köpekleri diğer köpeklerle besleyen ve 11 köpekle bitiren Amundsen’in düşünce yapısını ve tutumunu bir yana, Amundsen’le girdiği yarışı kaybeden ve kızakları kendileri çekme kararı yüzünden beşi de hayatını kaybeden Scott’un ekibini diğer yana koyunca, ikilem bir anda daha da karmaşık hale dönüyor.
             Balinalar, Atlantik, Pasifik ve Hint okyanuslarında suyun ısısına bağlı olarak hareket ediyorlar. Günümüz teknolojisiyle balinaların sayısı bile tam olarak kestirilemezken yerlerini her an bilmek mümkün değil. Öte yandan yelken teknolojisinin ve denizciliğin bir ölçüde bu tür yarışlar sayesinde, bir diğer deyişle tekne donanımının en zor şartlarda birebir sınandığı ve eksiklerinin görülerek yeni ve daha mükemmel modellerin geliştirildiği organizasyonlar sayesinde, hep daha ileriye doğru gittiğini söylemek çok da yanlış olmaz. Büyük yat yarışlarına, her biri birer mühendislik harikası olan yepyeni tasarımlarıyla katılan sektörün iddialı isimleri, fikirleri çalınmasın diye tekne suya inene kadar, salmalarını, yelken sistemlerini yada varsa tekne donanımıyla ilgili deneme safhasındaki yeni fikirlerini birbirlerinden devlet sırrı gibi saklıyorlar.

Sayfa 207 – 208 - 209
Başlık: Altını Çizdiklerim...
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 31, 2013, 09:24:37
Bir teknenin canlı bir varlık olduğunu bilmeyenler, ne tekneden ne de denizden anlarlar!

---------

Denizcilerin zevkleri çocuklarınki kadar basit…

---------

Desteyi kader karıştırır ama oyunu biz oynarız.

---------

Ümit burnunu dönerken bile bir teknede yapacak çok bir şey yok. Horn için bile öyle. Ama büyük bir burnun sularında, ‘hissedecek, koklayacak’ çok şey oluyor.


Uzun Yol’dan…
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Mayıs 31, 2013, 23:13:05
Rüzgarsız ve bomboş dalgaların salladığı teknemde içmeden sarhoş oldum....Sanki hafiften de deniz mi tuttu ne? Havuzluktayım,içeriye inip savrulan eşyaları (kitaplar,tuvaletin içi,kamaralara yığdığım eşyalar ve lavabonun içi) toplamak için içeri inesim hiç yok...Arada motoru çalıştırmam lazım ama aşağı inersem kötü olacağım...Biraz su içmek için ya da bir şeyler yemek için aşağı inmem gerek ama inmeye korkuyorum...İnsem bile çabucak çıkıyorum.Yemek için tek yaptığım şey tek bardak için hazırlanmış çorbalar...Rüzgâr....azıcık rüzgâr olsa herşey düzelecek...Yelkenleri çoktan kapattım...Hava yokken onların dalgalarla kırbaç gibi şaklaması sanki içimden bir parça alıp gidiyor...Onlara çok ihtiyacım var...Hırpalanmasına izin veremem...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Mayıs 31, 2013, 23:28:27
Bir kaç sene evvel arkadaşlarımla marinada konuştuklarım aklıma geldi...-Atlantiği geçmek nedir ki? Bir tahta parçasını Cebelitarık tan bırak,Atlantiği geçer! demiştim...İyi b...k yemişim...geçemiyorum işte...Hem de tam sezonunda...Güneş enerjisi panelini bile neyse ne diye takmıştım...Neyse ki şimdi işime yarayacak kadar enerjiyi yaratıyor...Buzdolabı benim için önemli...Dört gündür içim dışıma çıktı...Pazarlarda 10 tl ye satılan tüp üzeri tost makinasında habire ekmek kızartıp yiyorum ki midemin suyunu alsın...Kusmaktan bıktım...Bunu eskiden çalıştığımız gemilerde yapardık...O zamanda işe yaramamıştı...şimdi de işe yaramıyor ama yapmaya devam ediyorum.Yaparken de diyabetik olduğum aklıma geldi...Arada kan şekerimi ölçüyorum...Şekerim yerlerde sürünüyor(55-65)...Bu iyi bi şey....Sırf bunun keyfiyle bir kaç gün daha giderim diye düşünürken denizin üstü birden pırpırlanıyor...Aklıma hemen barometre geliyor ama aşağı inip ona hiç bakmadığımı düşünüyorum...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Mayıs 31, 2013, 23:55:58
Kamaraya inip barometreye hala bakmadım...Fakat rüzgâr göstergem uçuyor...15-19-25 knotlar...Allaaaah yırttık galiba! Sancak kıç omuzluktan iyi bir hava var...

Cenova ve ana yelkeni açıyorum( Benim teknede yelken açma sırası öyledir) Yalpalandığım dalgalar biraz daha büyüdü ama artık eskisinden daha az yalpalanıyorum...Birazdan ana yelkeni kapatmam gerektiğine karar verdim...%130 luk cenova  ana yelkenin saçağında kalıyordu...Aslında sonra cevovayı da ufaltmaya karar verdim...Rüzgar çok koydu...35-38 knotlar iyi bişey değil bence...Cenovayı daha da ufalttım. Fakat hiç midem bulanmıyor...Tekne çok stabil,iskele karnının üzerine yattı...gidiyor...4,5-5 gidiyoruz...En sevdiğim kısma geldim...GPS ten koordinat aldım haritama yerleştirdim. Gitmek istediğim rotayı günlerdir bekleyen Kâmil e yani otopilota verdim...Hava karardı ama rüzgar dinmedi...Tüm gece aynı şiddette rüzgarla seyre devam ettim...Sabah arkamızdan gün ağarırken gündüz gözüyle aştığımız dalgaları görünce çok şaşırdım...Canıma okuyan soluganlardan daha büyük ve daha uzun dalgalar vardı...ama rüzgar bizi sallanmaktan kurtarıyordu...Ayrıca sabah vakti rüzgar biraz düşmüştü...18-20knotlarda seyir yapıyorduk...Ben heyecanla belki güverteye uçan balık düşmüştür diye bakındım ama güverte temizdi...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Haziran 12, 2013, 15:53:36
Sadun BORO -
PUPA YELKEN / KISMET'İN DÜNYA SEYAHATİ
2013 6.BASKI

Boro'ların, o yıllarda kendi seslerini bir teybe alarak oluşturduğu kayıtların bulunduğu CD.
CD HEDİYELİ..

 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mervan Rahmanlı - Haziran 12, 2013, 16:36:35
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Kamaraya inip barometreye hala bakmadım...Fakat rüzgâr göstergem uçuyor...15-19-25 knotlar...Allaaaah yırttık galiba! Sancak kıç omuzluktan iyi bir hava var...

Cenova ve ana yelkeni açıyorum( Benim teknede yelken açma sırası öyledir) Yalpalandığım dalgalar biraz daha büyüdü ama artık eskisinden daha az yalpalanıyorum...Birazdan ana yelkeni kapatmam gerektiğine karar verdim...%130 luk cenova  ana yelkenin saçağında kalıyordu...Aslında sonra cevovayı da ufaltmaya karar verdim...Rüzgar çok koydu...35-38 knotlar iyi bişey değil bence...Cenovayı daha da ufalttım. Fakat hiç midem bulanmıyor...Tekne çok stabil,iskele karnının üzerine yattı...gidiyor...4,5-5 gidiyoruz...En sevdiğim kısma geldim...GPS ten koordinat aldım haritama yerleştirdim. Gitmek istediğim rotayı günlerdir bekleyen Kâmil e yani otopilota verdim...Hava karardı ama rüzgar dinmedi...Tüm gece aynı şiddette rüzgarla seyre devam ettim...Sabah arkamızdan gün ağarırken gündüz gözüyle aştığımız dalgaları görünce çok şaşırdım...Canıma okuyan soluganlardan daha büyük ve daha uzun dalgalar vardı...ama rüzgar bizi sallanmaktan kurtarıyordu...Ayrıca sabah vakti rüzgar biraz düşmüştü...18-20knotlarda seyir yapıyorduk...Ben heyecanla belki güverteye uçan balık düşmüştür diye bakındım ama güverte temizdi...
Bu hangi kitap ?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Haziran 18, 2013, 03:02:15
Kaan Erdem in ön ayak ettiği güneş paneli donatma işine iyiki girişmişim...Buraları öööle karacasöğüte ya da göçek e benzemiyor... Önceleri koylarda sadece nöbetleşe akü şarjı yapıyordum...Fakat burası karacasöğüt değil...Elektriğe çok ama çok ihtiyacım var...Elektrik çok kıymetli şu anda...Müzik için bile cd-çalar ı açmayı düşünüyorum...Telsizi açık tutmaya dervam ediyorum ama...Çünkü biliyorum ki dinleme yaparken telsiz birşey harcamaz...Telsiz sadece mandala basıp gönderme yaparken elektriğe yüklenir...Bu enerjiyi salt Kâmil için kullanıyorum...Oto-pilot için yani...Benim gibi dümen tutmayı sevmeyen biri için kâmil biçilmiş kaftan...Yine de gece vakti güneş paneli işe yaramadığı için aküleri zorlamamak için bir-iki saat elde dümen tutuyorum...Çünkü en istemediğim şeylerden biri oto-pilot ekranından -LOW BATTERY ikazı...Bu güne kadar bu ikazı, uyguladığım sistem sayesinde görmedim...Umarım bundan sonra da görmem... Bir başka hassas olduğum şeyde su! Tanklarımı normal çeşme suyu ile değil,getirttiğim damacana sular ile doldurdum... Hani doldrumlara falan denk gelirim diye...Zaten 10 damacana su tankları doldurur ama zaten tanklar doluydu...Mutfak,duş ve banyo musluklarını açıp tankları hidrofor tırrrr,tırrrrr diye bağırıncaya kadar boşalttım...Tabiiki 10 değil 15 damacana su aldım...Yani 19*15=285 litre su ile yola çıktım...Benim asıl gayem kullanma suyumunda içilebilir nitelikte olmasıydı...Gerçi bulaşık ve lavabo için bir de ayaklı deniz suyu pompam var. Fakat doğrusunu isterseniz o pompanın denizsuyu vanasını bile açmadım...Hatta bazen temiz su için hidrofor çalıştıkça ve elektrik gittikçe içimden de birşeyler gidiyor ama sorun yok!Çünkü temiz suyumu çok idareli kullanıyorum...Yine de temizlik için denizsuyu musluğumun olduğunu bilmek oldukça rahatlatıcı...Öte yandan rüzgar çok değişken değil...Bu mevsim için yıllardır söylenen,yazıp çizilenler doğru galiba...Fakat dalgalar için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim...Hiç de öyle trakya kıyılarında saçakaltı dümdüz denizde yelken yapmaya hiç ama hiç benzemiyor...Böyle dalgaları sadece gemicilik yaptığım Karadenizde görmüştüm...ufak ufak tepelerin arasında gezmeye benziyor...Kâh bir tepenin tepesinde....Kâh tepelerin yamaçları ve diplerinde geziyorsunuz...Bunlar önceki gece esen havanın soluganları olmalı...Neyseki ters taraftan gelmiyor...Kıçımızdan geliyor...Neyseki tam pupadan değil,sancak kıç omuzluktan! Yoksa Allah esirgesin bizim Kâmil (oto-pilot), pupadan gelen bu havayı karşılayamaz,hele ki bu havada!
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Haziran 18, 2013, 03:19:38
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


Bu hangi kitap ?

Bu bir kitap değil Mervan korsanım...

Bu bir kurgu...Hayal ve ruyanın bir adım ötesi...

Sanki gidiyormuş gibi yapıyorum...Sanki okyanus aşıyormuş ya da okyanus aşmaya hazırlanıyormuşum gibi yazıyorum.

Ne gam? Ben zaten yelkenli alıyormuşum gibi de hayal etmiştim...Mavi yolculuk yapıyor gibi de hayal etmiştim...

Yelkenliyi hayal ede ede aldım...Elimde harita Mavi yolculuğu hayal ede ede onu da birkaç kere yaptım...

Şimdi de uzak rotalar hayal ediyorum. Bu yazdıklarım birşey değil...

Asıl hayalim Maldivlerin en kuzeyindeki Uleguma adasında sessiz sedasız bir hayat yaşamak...

Kimbilir bana bu keyfi veren Allah ım, belki bir gün bana oraları da nasib eder...

Hem etmezse de hayaller ne güne duruyor?  ;)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: İlke Nahi - Haziran 19, 2013, 11:40:57
Kalemin kuvvetliymiş Kadir Korsan... Tebrikler.

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Rüzgarsız ve bomboş dalgaların salladığı teknemde içmeden sarhoş oldum....

Kitabın adını rakı şişesinde kaptan olmak diye koyarsan uyumlu olur...  :D
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Haziran 28, 2013, 00:52:30


Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Kitabın adını rakı şişesinde kaptan olmak diye koyarsan uyumlu olur...  :D

İyi fikir...Bundan hiç gocunmam...

Kimi insanlar vardır benim gibi uzak yerlerin hayalleriyle yaşar...ve bu hayallerle yaşarken de etrafındaki insanların ona ne isim taktıklarının onun için bir önemi olmaz...Ve bu insanlar fırtına koptuğunda şiddetli rüzgar altında sen iskelene yanaşırken sen onlara ne isim takarsan tak iskelede sana palamar atan insanlardır...

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Temmuz 05, 2013, 01:29:28
Nasıl ki kapalıçarşıda yumruk mezesi ile ben neyim,nasılım,kimim? Rakı şişesinde balık olmak isteyen insanlar yokmudur? 

En başta Orhan veli....O rakı şişesinde balık olmak isteyen şairdir...Eh bu kadar sallantının içinde o nun bu düşünceleri yadsınamaz...
teranesi aranmaz ise de ..Yalovada da kimsin?nesin? teranesi aranmamalı..
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kadir Kurtbayram - Temmuz 05, 2013, 01:53:27
İstikametimin doğru olduğuna o kadar eminim ki...Eskiden insanlar zaman zaman sekstant ile oldukça zor (aslında zor değil) olduğunu düşündükleri seyirler yaparmış.....Ben öyle değilim...Tamam,ardı arkası gelmez dalgalar ile seyir yapmaya çalışıyorum ama sadece bir tek düğmeye basıyorum...ve o düğme benim atlantikteki biricik yerimi gösteriyor...Ben de o düğmeden aldığım koordinatları haritaya işliyorum...Bazen şunu düşünmüyor değilim;cebelitarıktan bir yüzen tahtayı oradan bıraksalar...o da atlantiği geçer lafı kulaklarımda çınlıyor...Sahi gerçekten geçer mi? Sahi bu denizi geçmek o kadarda kolay mı? O zaman tüm bu yaşadığım korkular,bu kadar önemsizmi?O zaman neden bu kadar sıkıntı? O zaman neden bu kadar bekleyiş...Günlerdir bu kadar çabalamanın amacı ne?Neden bu 21 günlük sıkıntı...Neden iki saatte bir uyanıyorum...Neden hiç uyanamayacakmış gibiyim? Tüm sorularımın cevapları için sadece ufak bir fırtına gerekiyormuş...Bu sıkıntılı hayat böyle işte...bir fırtına olması gerek...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Yavuz Daruga - Temmuz 05, 2013, 12:21:06
 1w5ey8 1w5ey8
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mahir B. Aşut - Temmuz 08, 2013, 16:00:32
Ya o değilde, ben bu konuyu nasıl kaçırmışım? Ne güzel yazılar, alıntılar var, hele Kadir korsanımın kurguları çok güzel. Roman olur...

Nilüfer'in konunun başlarında Çetin Kent'ten alıntıladığı "Deniz"le ilgili şu cümleyi de çok sevdim: "Hepimizin annesi o, hiçbirimiz yokken o vardı..."
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Temmuz 11, 2013, 00:44:54
Nerede benim Caddebostan'ım

Bir gün adadan caddebostana yalnız dönüyordum. Artık dayanamadım, yarı yoldan Caddebostan'a döndüm.
Yıllarca Kısmet'i demirlediğim vapur iskelesinin önündeki yer, şimdi, plaj niyetine yapılmış ay şeklindeki bir mendireğin ağzında kalmış. Gene orada demirledim.
Güvertede oturup kahvemi içerken, boş gözlerle etrafı tanımaya alıştım. Birka eski ev, yalı, işte yarım asırlık ömürümün geçtiği Caddebostan'dan bugün tanıyabildiğim birkaç yer. Kendimi sanki ilk defa geldiğim yabancı bir muhitte hissettim.
Gözümün önünden elli yıllık bir film geçti... Kısa pantalonla gelmiştim buralara, ilk aldığımız sandalın peşinden... Sonra Bobstil, Dilnişin, Harem ve en son Kısmet, hep bu sularda demirlemişti.
Nerede o kardeşten yakın eski dostlar, Hadi Kaptan, Feyyaz, Babalık Hüseyin ve daha birçokları. Hepsi çoktan terk-i Dünya etmiş... Neydi aceleleri!.. Hani nerede Caddebostan deyince, akla gelen meyhaneci Vasil, Takfor, iskele memuru Ferit ağbi...
Nerede o burunda, çamların içindeki meşhur Caddebostan gazinosu... Nasıl acımadan o asırlık çam korusu kökünden kesilip yok edildi!...
Hani o koylar. Çiftehavuz, Caddebostan, Kumru Yuvası... Şimdi o koyların yerinde, Moda'dan başlayıp ta Maltepe'ye kadar bir beton rıhtım ve önünde kayalardan oluşan bir "Utanç Duvarı" .
Hele o su. Bugün bir karış altı bile gözükmeyen şu demirlediğim aynı yerde, dipte dolaşan iki üç kiloluk kırlangıç balıklarını görür, beğendiğimizin ağzına zokayı verirdik. Daha Çanakkale'den girince suyun rengi bulandı, kokusu değişti.
Ya o ıstakozlar. Kuyruğu gaz tenekesine sığmaz top çekerler...
Hani o kuş kafesi gibi oymalı eski köşkler, bahçeler, yalılar. Kayışdağının tepesine kadar apartman, apartman...
Ya önümdeki sahil yolunda akıp giden otobüs, araba seli...
Boş gözlerle bakıyorum.
Tanımadığım bir yerdeyim.
Tanımadığım insanlar arasındayı .
Nasıl bu koca şehir, böyle kısa bir zaman içinde insanıyla, toprağıyla, deniziyle bu kadar değişebilir?...



Sayfa 22
Kısmet'in Dümen Suyunda
Sadun BORO

Kısmet'in Karadeniz ve Akdeniz Türkiye Sahilleri
İyon Denizi
Kuzey ve Güney Ege Adaları
Adriyatik Gezilerinin Anıları


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Eylül 23, 2013, 10:35:16
bu konuyu ihmal etmişim. okunmuş sıra bekleyen kitaplar da var üstelik.
sondan başa doğru başlayalım :)

İskeleye Yanaşan... Orhan Berent-Murat Koraltürk

          Bir diğer görkemli balık da İstanbul henüz bir şehir devleti olan "Bizantion" iken kentin simgesi olan ton balıklarıdır. MS 79 yılında 37 ciltlik bir doğabilimi tarihi yazan ünlü Plinius bu konuda şunları yazmaktadır:
          'İlkbaharda ton balıkları kalabalık topluluklar halinde hareket ederler; Akdeniz'den gelip Karadeniz'e çıkarlar. Avrupa ile Asya'yı ayıran ve Marmara ile Karadeniz'i birleştiren Boğaziçi'nin Asya kıyılarında Khalkedon (eski dönemlerin Kadıköy'ü) yakınlarında göz kamaştırıcı beyazlıktaki kayaların parlaklığı ton balığı sürüsünü sersemletir. ve korkuyla Khalkedon'un karşı kıyısındaki Bizantion Burnu'na doğru atılırlar. bu balıkların normal yollarından zoraki bir şekilde böylece sapmaları Bizantion Burnu yakınlarında onların avlanmalarını çok kolaylaştırır ve bol miktarda yakalanırlar. Ton balıklarının bu bol avlanmaları nedeniyle bu buruna Altın Boynuz veya Bolluk Boynuzu ismi verilir.' 
          Bizantion'da bol miktarda yakalanan ton balıklarının büyük bölümü tahta fıçılarda tuzlanıp başka kentlere satılır ve Bizantion'un en büyük gelir kaynaklarından biri olurdu. bunun için şehir halkı bastırdıkları paraların ön yüzüne ton balığı resmi koydurmuşlardı.

sayfa 83

Boğaziçi'ne has kadim bir meslek var idi...

          Kandilli Yedekçiler İskelesi : Boğaz'da akıntıya kapılan veya akıntıya karşı ilerleyemeyen kayıklara ve teknelere özel halatlarla yardım edip kurtarma görevini yapanlara "yedekçiler" denilmekteydi.
          Bir Bostancı teşkilatı olan yedekçiler, Boğaziçi'nin önemli akıntı noktalarında yılın her gün ve saatinde nöbet tutardı. onların görev yaptığı bu akıntı noktalarına yedekçiler iskelesi denirdi. Yedekçiler İskelelerinden biri de Kandilli de 19. yüzyıl başlarında inşa edilmiş olan tarihi Edip Efendi Yalısı'nın önü idi. Yedekçiler İskelesinin olduğu mevkiler asla yalılar tarafından kapatılamazdı ve kamuya açık olarak mevcudiyetlerinin yalı sahipleri tarafından korunması zorunluluğu bulunmaktaydı.
          Kandilli Yedekçiler İskelesi Osmanlı döneminden kalan bu geleneği sürdüren tek yedekçi iskelesidir.

sayfa 101

          Bizanslılar, buraya inek ya da öküz anlamına gelen "bous" ve yol, geçit anlamlarına gelen "poros" adlarının birleştirilmesiyle türetilmiş "bosporos" adını vermişlerdir. İsmin kökeni Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus'un, nehirler tanrısı İnahos'un kızı İo isimli güzele aşık olması üzerine, eşi Hera'dan gizlice onunla birlikte olmaya başlaması ve Hera'ya yakalanmamak için kendini bir buluta, İo'yu ise bir ineğe çevirmesiyle devam eden hikayeye dayandırılır. Zeus'a inanmayan Hera, ineği hediye olarak eşinden ister, Argos Ponoptis adlı canavarın gözetimine bırakır; ancak Zeus, Hermes'i yollayıp Argos'u öldürtür. bunun üzerine Hera, ineğe dönüşmüş İo'yu sürekli rahatsız etmesi için ona bir sinek musallat eder, sinekten kurtulmak için var gücüyle koşan İo Boğaz'a geldiğinde kendini Boğaz'ın sularına bırakır ve bu engeli yüzerek geçer. kıyıya çıktığı yerde Keroessa adında bir kız çocuğu doğurur ve bu kız büyüdüğünde denizler tanrısı Poseidon ile evlenerek Byzas adında bir oğlan dünyaya getir. bu çocuk doğduğu yerde kendi adını verdiği Byzantion kentini kurar.
        Bu mitolojik öykü İstanbul şehri ve Boğaziçi'nin ilk isimlerinin kökenini hazırlar.

sayfa 117
 
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Erim - Eylül 23, 2013, 11:06:25
Bu tanrılarda da ne fanteziler var?  !*.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Kasım 23, 2013, 15:07:34
Deniz Çingenesi – Eralp Akkoyunlu

           Yıllar önce Sadun, Amerika’dan gelirken ona bir GPS getirmemi istemişti ama pek kullanmamış. Beraber Pasifik’te gezmek için Panama’ya geldiğinde ilk sorduğu sekstant oldu. Yosun’un sekstantını çıkardım. “Almanak?” Gösterdiğim almanağı beğenmedi. Son zamanlarda sekstant kullanmaya üşeniyordum. Her yıl telefon rehberi kalınlığında almanak almaktansa 5 yılı birden gösteren bir almanak almıştım. Her yıl için ufak düzeltmeler gerektiriyordu.
           Sadun bunu yetersiz buldu. “Yolunu nasıl bulacaksın?” “GPS’le!” “Ya bozulursa?” “İki tane var!” “Cereyan olmazsa ne yaparsın?” “Bir de el GPS’i var. Pilli!” Sonunda “Ben ömrümde sekstantsız açık denize çıkmadım!” dedi.
           Almanak her yerde kolay bulunan bir şey değil. Bereket Panama’daydık. Kanalı geçmek için bekleyen bir sürü demirli gemi vardı. Tanıdığım bir kanal pilotu, “Merak etme ben bir gemiden alırım. Zaten artık hiç sekstant kullanmıyorlar” dedi, sorunu çözdük.
           Galapagoslar’a gitmek için yola çıktığımızda her gün öğlende konumumuzu tespit ediyorduk. Saat 12’de Sadun sekstantı alıp güverteye çıkınca, ben çaktırmadan kaptan kulübesinde GPS’e bakıp haritaya işareti koyuyordum. Sadun elinde yıllık, kağıt, kalem, on dakika uğraşıp içeri girince benim işaretimi buluyordu. Bunu ilk üç gün tekrarladık. Sonunda Sadun pes etti, sekstant bir daha kutusundan çıkmadı.

Sayfa 93

not : en sevdiğim kitaplarım uzunca bir süredir arkadaşımdaydı. dün kavuşup sarılıp okuyup hasret giderdim. size de bu sayfa düştü  :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Şubat 01, 2014, 16:19:26
Nilüfer Korsaniçe,
Baştan sona okudum topic altında yazılanları. ( Bu arada Türkçe yazarken, birden bire "topic" demeye illet oluyorum, neyse, geçelim). Bileydim, bu "topic"in altına yazardım kimi şeyleri.
Ellerinize sağlık; küçük bir katkı;
Samuel Taylor Coleridge; Kadim Denizcinin Ezgisi(1798)  ( E yayınları,2009)
(....)

Esti güzelim esinti, uçuştu beyazdan köpükleri,
Gemi izledi serbestçe izi;
Biz ilktik herhalde kürekleyen
Bu sakin sessiz denizi.

Durdu birden esinti, sarktı gemi yelkenleri,
Keder vericiydi-çok ama çok keder verici
Ve konuşmaya başladık bozmak için sadece
Bu sakin denizin sessizliğini!

Sıcak ve Bakır Renkli bir gökte,
kanlı Güneş, öğle vakti,
Tırmandı yelken direğinin tam tepesine,
Ayın cüssesine eşitti.

Gün günü takip etti, gün günü,
Saplanıp kaldık, ne bir kıpırtı ne bir esinti;
hareketsizlik boyanmış bir okyanus üzerinde
Boyanmış bir gemi resmi gibi

Su, su, her yer su,
Ama bütün tahtalar kurudu;
Su, su, her yer su,
Lakin yok içecek bir damla dahi,

Bunu da mı görecektim ey Yarabbi!
Denizin ta kendisi bile çürüdü!
Evet, balçık gibi olmuş suların üstünde
Balçık gibi şeyler sürünerek yürüdü.

Çevresinde,civarında, makara ve oltanın,
Ölümcül ateşle dans etti;
Su tıpkı cadının yağları gibi,
Yandı yeşil ve beyaz ve mavi
(....)




Bertrand Russel'e göre, Romantik çağın ilk iyi eseridir küçücük bir bölüm aldığım bu upuzun şiir. Gerçeklik dışı güzellikleri, dehşeti ve bir hata üzerine gemiye düşen laneti anlatır. Bu güne kadar okumamış olan Korsan varsa, öneririm.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Şubat 06, 2014, 17:50:55
           Dünya Gerçekten Yuvarlakmış – Tanıl TUNCEL

           Gece vardiyaları düşünceleri davet ediyor, düşünmek için o kadar çok vaktim var ki. Gökte dolunay tepsi gibi, yolumuzu aydınlatıyor, gökyüzü pırıl pırıl, Kuzey yarımküredeki Kutup yıldızı gibi Güney yarımkürede de denizcilerin yollarını bulmalarında yardımcı olan ‘Southern Cross’ (Güney Haçı) ve sayısız yıldız, bir büyü gibi sarıyor beni, bir sonsuzluğun içindeyim. Kainatta bir nokta olmak etrafımızdaki güçlerin büyüklüğünü hissetmek, muazzam bir his.
            Teypte Müzeyyen Senar ‘Bir dost bulamadım, gün akşam oldu’ diyor. Sakalla kaplı yanağıma iki damla gözyaşı düşüyor, özlüyorum, bir dost, yorgun başımı dayayacak bir göğüs özlüyorum, bu anlatılamaz güzelliği paylaşacak bir kadın özlüyorum. İçime melankoli çöküyor.

Sayfa 61

             Kelebek’i kendi haline bırakıp bütün gece içerde saklandık, başka yapacak bir şey yok.dalgalar her yönden vahşi köpekler gibi saldırıyor, Kelebek camadanın camadanına vurulmuş, mendil kadar cenova ile 6 knot üzerinde sürat yapıyor, bu sürat hala çok fazla, yavaşlatmak istiyorum ama yelkeni bundan fazla küçültemem ve yelkensiz tekne de tamamen dağılır heralde. Yapılacak son şey, kıçımızdan denize halatla deniz demiri bırakmak; ama gelen rapora göre hava her an sakinleyebilir, biraz daha dayanıyorum. Kelebek bir dalgadan atlayıp önündeki dalgaya vurunca, bütün tekne sallanıyor. Direğin oynaması bayağı korkutuyor. Cenovada iki sökük peyda oldu, ama sonunda Madagaskar’ın gölgesine girdik, rüzgar ve deniz aniden sakinleşti. Namussuzlar, sanki bize kan kusturanlar onlar değil.

Sayfa 268
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ersin Böke - Şubat 06, 2014, 22:44:06
Nilüfer korsanım sizde deniz ve denizcilik üzerine yazılmış inanılmaz bir dökümasyon var. Anladığım kadarı ile sizde yazmayı seviyorsunuz ya da böyle bir planınız var hatırladığım kadarı ile ..

Bir fikrim var bununla ilgili haddim olmayarak. Bir iki yıl önce çok satan bir kitap vardı ' tanrı ile konuşmak ' diye sonra serisi de çıktı hatırladığım kadarı ile. Formatı şöyleydi galiba; Tanrı nın varlığına inanmayan yazar sorular soruyor ve Tanrıdan yanıtlar alıyordu. Her cevap onu Tanrı ya daha çok yaklaştırıyordu.

Siz de denizi hiç sevmeyen biri olsanız ve böyle sorular sorsanız ve bu alıntılar yaptığınız yazarların yazdıkları da size verilen cevaplar olsa ve sonunda denize aşık bir insana dönüşseniz...

Bir fikir. Naçisane hoş olur diye düşünüp haddim olmayarak paylaştım

İyi akşamlar...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 04, 2014, 13:14:06
Denizden Gelen Adam – Yaşanmış Deniz Hikayeleri – Turgay Noyan

       Kısa zamanda yeni bir dalga almamalarına rağmen içerdeki suyun arttığını fark etti ve aynı anda kızına seslendi;
“hemen içeriye gir! Çakı, kibrit ve paraları al. Batıyoruz. Motor havalandırmalarından içeriye su girmeye başladı.”
       Sonra VHF’in mikrofonunu eline aldı.
“Mayday… mayday… mayday…”

       Erciyas Sipahi yatının ilk yapıldığında benzinli makineleri vardı ve benzin tehlikesine karşı teknenin bordasına pek sık aralıklarla havalandırma delikleri açılmıştı. Sonradan dizel makine koymuşlardı ama Erciyas, motor bölmesinin havalandırmasına faydası olur diye bordadaki bu delikleri kapattırmamıştı. Şimdi tekneye bu deliklerden oluk gibi su giriyordu.
       Ebru kamaraya daldı. Ve aynı anda büyük bir patlama duyuldu. Elektrik düğmesini açtığı anda teknenin tüm sigortaları atmıştı. Artık teknede elektrik de yoktu. Yani sintine pompaları da durmuştu. Ancak dizel motor henüz pes etmemişti.

Sayfa 58



Not: Yazar, hikayenin sonunda Erciyas Sipahi için “siz bu satırları okurken bile yelkenli yatıyla bir yerlere gidiyor olabilir” diye yazmış ancak benim de tanıma şansı bulduğum Erciyas Abiyi geçen yıl mayıs ayında kaybettik.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 08, 2014, 13:33:40
          Denizin Kanatlı Perileri – Yelkenliler – Yücel Köyağasıoğlu

          Anders Franzen adındaki meraklı bir İsveçli, kendini Vasa’yı bulmaya adar. Yıllarca küçük bir sandalda, elinde ortası boş bir iskandili sallayarak tüm Stockholm Limanı’nın dibini araştırır. Sonunda bir gün iskandilinin ortasındaki deliğe eski bir tahta parçası takılır. İşte bu Aradığı şeydir. Yanılmaz ve biraz daha araştırınca görülür ki Vasa aşağıda boylu boyunca yatıyor. İşin ilginç tarafı, 32 metre dipteki çamurun içinde yatan geminin tam üstünden yıllarca tüm gemi trafiği geçiyormuş da kimsenin haberi olmamış. Böylelikle, bulunan gemi olağanüstü bir kurtarma operasyonu ile batışından tam 333 yıl sonra, 1961’de gün ışığına tekrar kavuşur.

          Vasa’nın içine dolmuş olan çamur adeta çay kaşığı ile boşaltılarak elendi ve son derece ilginç buluntulara rastlanıldı. Önceleri özel bir yüzer gemide sergilenen geminin, hava ile temasında bozulmaması için 17 yıl süreyle sprey şeklinde püskürtülen PEG 1500’ün ahşaba emdirilmesinin ardından, 9 yıl boyunca kurutmaya tabi tutulmuştur.

Sayfa 35
 

Vasa ziyaretimin yazı ve fotoğrafları ilgilenenler için aşağıdadır.

http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=13035.msg186008#msg186008 (http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=13035.msg186008#msg186008)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Meltem Anay - Mart 08, 2014, 18:28:44
Vasa'nın hikayesi cok etkileyici, gezi notları da, elinize sağlık Nilüfer Korsan...
Yeniden yapım degil de geminin kendisinin korunabilmiş olması büyük şans, harcanan emek de takdir edilesi. Görmeyi çok isterim...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Necip Bulut - Mart 15, 2014, 20:14:13
Puzzle bitti mi?  :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mart 17, 2014, 09:44:11
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Puzzle bitti mi?  :)

hah haa bitti bitti :D
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 08, 2014, 11:24:18
Denizden Gelen Kadın – Yaşanmış Deniz Hikayeleri 2 - Turgay Noyan

         Seyhun Binzet, “Allah kahretsin, sonunda balonu patlattık” diye bağırdıktan sonra başa doğru hamle yaptı. Yelken tam olarak ikiye ayrılmadığı için tekne yattığı yerden doğrulamamıştı.
         Seyhun, teknenin yattığı taraftan yarı beline kadar suyun içinde bata çıka başüstüne ulaştı. Bir yandan da “şunu indirelim hemen yedek balonu basarız” diye bağırıyordu. Tam yelkeni toplamaya başlamışlardı ki, yeniden gelen bir sağanak rüzgarla dolan yırtık balon, tekneyi bir kez daha yana doğru bastırdı. Aynı anda da balonu tutan gönder bir kürdan gibi ortasından ayrılıp ikiye katlanıverdi.
          Seyhun aklından “bunun da yedeği var” diye geçiriyordu ki, “çaaat” diye başka bir ses duydu. Aynı anda da usta denizcinin yanı başında, denizin derinliklerinden büyük bir beyaz kütle suyun üstüne fırladı. Yüreği ağzına gelmişti. “acaba köpek balığı mı?” diye düşünmesine fırsat kalmadan dümencinin isyanıyla kendine geldi.
          Gürhan bir yandan dümeni sağa sola çeviriyor, bir yandan da, “Dümen… Dümen… Tekne dümen dinlemiyor, sanki pala koptu gitti” diye bağırıyordu.
           Teknede büyük bir sessizlik oldu. Hepsi birden yanlarından akıp giden beyazlığın teknenin dümen palası olduğunu anlamışlardı…

Sayfa 29
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Vural Perk - Mayıs 08, 2014, 13:44:42
Sonrasında SG geldi ama çekemedi. İki defa halat attı ikiside koptu.

Sonrasını sen yaz...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 08, 2014, 13:46:59
ben okuduğum kitaplardan bu kadar alıntı yapıyorum.
merak edenler kitaptan okuyacak :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Vural Perk - Mayıs 08, 2014, 14:02:45
Peki..
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Erol Yapıcı - Mayıs 09, 2014, 00:24:59
Korza... mıydı o? :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 14, 2014, 11:18:09
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Korza... mıydı o? :)

sorunu yeni gördüm :)
evet anlatılan olay Korza Teknesinde geçiyor
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Mayıs 31, 2014, 15:55:01
        Uzun Yol - Bernard Moitessier

         Tanrı denizi yarattı, sonra da üstünde iyi olalım diye onu maviye boyadı. ve ben buradayım, pruvam doğuya dönük gidiyorum.

(sayfa 185)

         ... Şimdi hatırlayamıyorum ama birisi: "bir adam için iki büyük felaket vardır: 
Birisi hayalini gerçekleştirememek... öbürü de gerçekleştirmek" demişti

(sayfa 188)

         ben burada, bu uçsuz bucaksız Güney Okyanus çölünde, insanın hem atom kadar küçük, hem de Tanrı gibi büyük olduğunu bütünüyle hissettim.
         Bazı sabahlar, güneş doğarken güverteye çıktığımda, güç ve güzellik dolu ama bazen de öldürmeye yeltenen bu muazzam denizin köpüklerinin üzerinde, göğün ağarmasını seyrederken yaşam sevincimi yüksek sesle haykırdığım çok olur. bütün varlığımla o anı yaşarım. yaşamak demek budur. denize bakarak daha da uzaklara gitmek gerekir belki de.

(sayfa 191)

not: bu kitaptan daha önce başka alıntılar paylaştım ama şimdi tekrar elime almış göz atarken bunları da paylaşmak istedim :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ersin Böke - Mayıs 31, 2014, 17:54:48
İnanılmaz bir kitap ... Okuyup okuyup tüm kış gaza gelip yelken yapmışlığım bundandır..
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Büyükbalcı - Ağustos 26, 2014, 03:37:54
Zeyvik mahallenas romanı
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Büyükbalcı - Ağustos 26, 2014, 03:45:53
Olmadı mahellanas gecidinden geçmez yelkenli boynuz denen civardan dolaşan Bizanslılar kim?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Ağustos 26, 2014, 09:42:28
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Zeyvik mahallenas romanı

bu romanı bulamadım. bu topikte yapıldığı gibi içinden bölüm paylaşıp katkı sağlayabilir misiniz?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cemalettin Özen - Ağustos 26, 2014, 12:26:28
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
   

 

         ... Şimdi hatırlayamıyorum ama birisi: "bir adam için iki büyük felaket vardır: 
Birisi hayalini gerçekleştirememek... öbürü de gerçekleştirmek" demişti




Bu benim başıma geldi.

Ps: Söz Oscar Wilde'a ait.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Ağustos 26, 2014, 12:47:07
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
   

 

         ... Şimdi hatırlayamıyorum ama birisi: "bir adam için iki büyük felaket vardır: 
Birisi hayalini gerçekleştirememek... öbürü de gerçekleştirmek" demişti




Bu benim başıma geldi.

Ps: Söz Oscar Wilde'a ait.

Hayat nasıl gidiyor?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cemalettin Özen - Ağustos 26, 2014, 20:29:29
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
   

 

         ... Şimdi hatırlayamıyorum ama birisi: "bir adam için iki büyük felaket vardır: 
Birisi hayalini gerçekleştirememek... öbürü de gerçekleştirmek" demişti




Bu benim başıma geldi.

Ps: Söz Oscar Wilde'a ait.

Hayat nasıl gidiyor?

Bülent kardeşim rutin ve sıkıcı...
Başlık: Tania Aebi - Tek Başıma
Gönderen: Mehmet Atay - Ekim 09, 2014, 09:21:36
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
            Ofis de sabah 08:30 da oturduğum şu an üstü darmadağın ve her biri yeni bir iş anlamına gelen dosya, kağıt vs.yi elimle iteleyip önümde bir kitaplık yer açtığımda saatin 16:00 yı göstermekte olduğunu dehşetle fark ettim.
             Elimi çantama atıp, arkadaşımda olduğundan uzun süredir ayrı olduğum artık sayfaları sararmış ve günlerdir de çantamda benimle dolaşan ağır kitabımı önüme açtım. Zaten dergi, gazete, tango ayakkabısı ve bi de bu kitap için taşıyorum o bavul kıvamındaki kadın çantasını. Varsın bu ağırlık yapsın…
             Bu kez rastgele bir sayfa açmak yerine en başından başladım okumaya, Tania Aebi’nin “Tek Başına” macerasının birinci bölümünü… 

“23 ekim 1987, yeni bir şafak – Atlas Okyanus’unun kuzeyinde, tek başıma izlediğim otuz yedincisi- Etrafımda kabaran dalgalar akan bir dağı andırıyor ve gerçekten korkuyorum. Güneydoğudan kuzeydoğuya dönen rüzgar ve dalgalar dünden beri giderek artıyordu. Varuna gece boyunca sayısız kere direği denize değecek kadar yalpaya düşmüş ve ne uyuyabilmiş ne de bir lokma yemek yiyebilmiştim, tek düşünebildiğim hayatta kalabilmekti. Şimdiyse gördüğüm en büyük dalgalarla -8 ya da 9 metre kadar- boğuşuyordum. Neredeyse kış gelmişti ve şansımı zorlamıştım. Hava daha da sertleşecekti.”

              Bölüm bittiğinde o evine kavuşacağı milleri sayıyordu bense ağlıyordum. Nasıl bir palamar bağlamıştı beni bu şehre, bu masaya?
              100 metre ilerimde körfez başlıyordu. Ucu okyanusa açılıyordu…
Ve ben birazdan buradan kalkıp gitmeliydim ama 100 metre güneye körfeze, denize oradan okyanusa değil bu kentin içlerine, göbeğine bir bankanın duvarında bir metal makinenin önünde sıraya girmeliydim.

“ aklım karmakarışıktı, içinde olduğum fırtınadan çok eve dönüşün ve yeni başlangıcın baskısı yüzünden. Otuz ay ve 27.000 mil boyunca gelecek hiçbir zaman belirsiz olmamıştı. Hedefim her gün belliydi –batıya ilerlemek, eve dönmek…”

              Bari bir balık olarak gelseydim dünyaya… üzeri puantiyeli fosfor sarı renkli alık bir balık….

Nilüfer
(italik yerler kitaptandır, diğer yerler benim klavyemden)

Nilüfer Hanım'a bu yazıyı yazdıran bu kitap, benim denizcilikte ne çok etkilendiğim kitaplardan biri oldu.
Herşeyden önce, düz bir gezi yazısı değil; yani şu gün buradan buraya gittim, bunu yaptım değil. Bu yolculuğa çıkma sebebini ve manevi sorgulamalarını da paylaştığı, geri dönüşlerle hayatından ve ailesinden kesitler verdiği bir kitap. Anlatımı da çevirisi de çok başarılı.

Beni en çok etkileyen tarafı ise, hiç bir şey bilmeyen bu yaştaki bir kız, New York'tan kendini okyanusa atıp dünyayı dolaşması oldu. Rahmetli Şenol'un teknesinin transferine katılma sebebim de budur. Dedim ki: "yahu bu kız bunu yaptıysa, ben Aali gibi, Can Buluman gibi, tecrübelilerle Akdeniz'i mi geçemeyeceğim.

İçinde, "acaba yapabilir miyim" sorusu taşıyan bir çok forum üyesine bu kitabı tavsiye ederim.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Ekim 09, 2014, 09:43:41
Matay Korsan,
Bu eski sayfaları karıştırma huyunuzu seviyorum. Nilüfer amma güzel yazmış.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mehmet Atay - Ekim 09, 2014, 09:56:26
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Matay Korsan,
Bu eski sayfaları karıştırma huyunuzu seviyorum. Nilüfer amma güzel yazmış.

Teşekkür ederim.
Hem kaybımı kapatmaya çalışıyorum, hem de unuttuklarımı.
Aslında durup, herşeyi baştan yeniden okusak; içeride gömülmüş gitmiş ne yazılar, ne fikirler, ne notlar var.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ahmet Bakır - Ekim 09, 2014, 13:16:13
Teşekkürler Nilüfer Korsanım, bir hazine topik daha keşfettim !!   :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Ekim 26, 2014, 09:59:10
Nilüfer yeni kızının sarhoşluğu ile yaşayadursun, sayfasını boş bırakmayalım, omuz atalım.

Mehmet Günsür... Hayır o değil, diğeri... Ölen. Gencecik yaşta. Nefis öyküler bırakarak bize, işte O. Karar vermiş kendine yazdığı öyküleri, yollamış Sait Faik öykü yarışmasına, 2003'te alıvermiş. Ferit Edgü'nin dediği gibi, Sait Faik'in adına en yaraşır öykülerle.

Elimizde pek az kalan -ne yazık- öykülerinde illa denize, yelkene, rüzgara getirir sözü.

Caique adlı öyküsü muazzamdır. Gerçi ben en çok Hırça Mapası adlı öyküsünü severim ya, ama buraya bu öykü yaraşır;

Kaş kanalını geçerken gün doğmaya başladı. Öğleden önce demirlemek istiyordum diye başlar öykü. Yazar, bir teknenin kaptanıdır.Belçikalı adam ve bir kızını ağırlamaktadır Caique'da. ( Kayık sözcüğünün Arapça'dan Fransızca'ya, tabii Türkçe'ye de geçtiğini bu öyküden öğrendiydim)

Kahve ve sigara içerken iki yolculu turlarda çıkabilecek sorunları düşünüyorum.Alışveriş listesinde-ve şimdi dolaplarda çok fazla içki var. Adam taksiden inerken aksi bir sarhoşluk sezmiştim. Birbirleriyle hiç konuşmamışlardı

(....)

Dümeni kilitleyip aşağıya iniyorum. Bir kahve daha. Salondaki masanın üstü karışık; iki fotoğraf makinesi, sigara paketleri(...)

Son derece yalın ama hiç de sığ olmayan  bir dille bizi Caique'ğın içine taşır Mehmet Günsür. Neredeyse, -belki de biz kaptanızdır- birazdan olup bitecek her şeyi bilir gibiyizdir.

Üçağızlar'ın karşısındaki dar boğazdan geçip Geyikova Adası'nı sancağıma aldım. On dakika sonra 'Kale restoran& pansiyon'un önüne demirledim. Büyük Salih'in yeri. Çocuklar botla gelip tekneyi iskeleye bağladılar

(...)
Adamın güverteye çıktığını gördüm. Etrafına bakındı. 'Botu da al gel' diye bağırdım. İriyarı, bıyıklı, beyaz, çok kısa saçlı, sert suratlı bir adam. Belçikalı. Hiç de acemi olmayan bir telaşla bota bindi, koltuk ipinden çekerek iskeleye yanaştı, bağladı.

'Nereden buldun burayı skipper? Dünya'da böyle yerler kaldı mı?é diye bağırarak botta indi. (...) Heyecanlı görünüyordu. Masaya oturmadı. Salih'ten bira istedi.


(...)

Mehmet Günsür, böyle gördüğünü anlatan betimlemerle günü anlatır. Öykünün karakterleri, ertesi gün Shenandoah yelkenlisini görmeye gitmeye karar verirler.

Daha önce Belçikalının eski aşk ve evliliklerini, kızlarını dinlemiş olan kaptan bir kağıda şu şiiri yazarak ona vermeye karar verir;

Sağduyum
Toprağa verilişin
Seni üçüncü kez gördüm orada
Kar yağıyordu
Bense tabutun ardında
taşıyıcalarla çekişiyordum bahşişleri yüzünden
Bu acunda iki şey sevdin
Bir papağanla
ekselansın pembe tırnaklarını
Yoktur Umut
Ve çalışmak gerekir
Kapalı yaşamlar daha yoğundur
O gizli dokular


Hiç bir şeye sığınmadan yaşayabilmenin güçlüğünü ve doğruluğunu düşünerek bunları yazan kaptan, yineler ; Yoktur umut ve çalışmak gerekir.

Bir estetik cerrah olan müşterisine verince bu şiiri Belçikalı çıkışır;

Ben hayatım boyunca zengin kadınların memelerini mi düzelttim sanıyorsun
(...)
- Nereden bileyim senin hayatını?
- Ben çok kol bacak diktim biliyor musun,
diye anlatmaya başlar Belçikalı. Gerilla kamplarında yaptığı ameliyatları ve aşklarını anlatır. Anlaşılan o ki hayli içer ve iyiden iyiye sarhoş olur. Çıkışır, bir köye yerleşmeye gelmiş, kentin gününden  kopmuş Kaptan'a;

"Kara öfke, Grekçe 'melaine kole'. Siz şimdi melankoli diyorsunuz. İsitisnai kişilik. Büyük insanların, büyük akılların ulaşabileceği bir durum(...)Cahilsin. Bunları anlayabilmen mümkün değil. Sen balık isimleri say. Kayaları topukları ezberle.(...) kaybetmeye alışmışsın.Kaybetmeyi kabul etmişsin. Korkmaktan korkuyorsun.Otları haşlayıp ye. Rüzgarı kolla. Jenaratörün platinlerini tamir et. Rota çiz. harita okumaya çalış. Peki senin rotan var mı? Bana, kaybetmeyi öğretemediler. Öğrenmedim, kabul etmedim. Kaybettiğim her şey, herkesin kaybettiği her şey,benim varlığımın kaybı. Senin o aptal köyde oturup saçma sapan inzıvanı yaşaman da benim varlığımın kaybı, anlıyor musun! Sen git denize işe. Ilık, karanlık denizde yüz. Suyun içine kus.Ananın rahmindeki ıslak, ılık, mutlu ve aptal aylarını özle. Sabahları ipleri topla. Aman çok düzgün topla. Denizcilik geleneğini kolla.(...) Kıza bak, içini çek, konuşma.(...) Mutlu aptal!"


"Lodos pupadan saatte on yedi  mil esiyor. Kızla birlikte ana yelkeni ve cenovayı açıp ayı bacağı yaptık. Kuzeye Shenandoah'ı görmeye gidiyoruz.(...) Çatal Adalar'ı görünce O'nu gördük. Yirmişer metrelik üç direği ile bütün yelkenlerini açmış bize doğru orsa  geliyordu.(...) Shenandoah'ın rüzgar altına doğru dümen kırdım. (...) Denizciliğin yaşayan efsanesi.(...) Adam güverteye çıktı. Dürbünü alıp güneye doğru inen Shenandoah'a baktı.
'Bizim kayı daha iyi. Bunu yapmak için koca bir maun ormanını kesmişlerdir'"


Mehmet Günsür, her bir öyküsünde, bize kayığın/yaşamın içindeki insanı  anlatır.

(Mehmet Günsür; İçeriye Bakan Kim, Can yayınları)

Şarj bitiyor diye ön izleme yapamadan yolluyorum. Kahvaltı hazırlamam lazım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Ahmet Solmaz - Ekim 26, 2014, 10:18:31
Sabah iyi geldi Bülent cim.. Teşekkürler..
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Sanem Çırak - Ekim 26, 2014, 11:45:34
Hemen aramaya başlıyorum kitabı...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Ekim 26, 2014, 12:54:30
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Hemen aramaya başlıyorum kitabı...

Bulamazsanız haber verin. Ödünç yollarım. Okur, gönderirsiniz geri.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Sanem Çırak - Ekim 26, 2014, 18:02:43
İçtenliğiniz için teşekkürler Bülent Korsanım, varolasınız. O kadar çok kütüphaneye üyeyim ki, onlarda bulamazsam alın derim alırlar, herkese faydaları olur...
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Büyükbalcı - Ekim 28, 2014, 23:18:16
Vışkı dö gama falan gibi bişiiyler dediler. Koca köprüsü var terbo nehrimidir nedir macellan ı hiç tanımıyorlar. Sorduk.. fago söylüyorlar mış. Tutturdum tabi ben mac mac diye. Meyerse o İspanyol hayini imiş unutulan adı mahallenas
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Noyan Bakır - Ekim 29, 2014, 09:30:09
Cem kardeş zahmet edip yazıyorsunuz ama ben yazdıklarınızı hiç anlamıyorum.
Benim gibi en safların bile anlayacağı şekilde yazsanız olmaz mı?
Sevgiler
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Erol Yapıcı - Ekim 29, 2014, 10:38:41
Yazı şişede durduğu gibi durmuyor galiba.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Büyükbalcı - Ekim 30, 2014, 00:44:35
Bu denize tutkun insanlar var ya, onların türküsü kerimoğlu var hani.  Onun gibi. İşte bu ülkenin insanlarıda denizcilere ağıt yakıyorlar.. fago derlermiş türküye.. sorduk kim var sizden denizci? Vışkı dö gamma dediler. Tersane nin olduğu yerde terbo deresinin olduğu yer. oralara da baktık tersaneyi göremedim fakat gamma içün koca köprü var. Adına yapmışlar işte. Benim favori mde


Yani bu fago güzel bir türkü.   Tersanelerin oldugu yer terbo mu tebro mu deresi oyle bir yer. Tam orda koca koprü var ismi işte vışkı dö gamma.  Gördüm gözlerimle.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Büyükbalcı - Ekim 30, 2014, 00:49:21
Tekrar değişik olmuş, şu mac mac dediğimizde bu küçük ve güzel ülkenin sırlarını candüşmanı ispanyaya satan vatan hayini mahallenas. Açık oldumu sevgili Noyan abi?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Ekim 30, 2014, 10:57:52
Eksik kitapları olanlara ve yeni kitap almak için sabırsızlanan korsanlara duyuru :)

Basın Duyurusu 24 Ekim 2014
Kitap Mevsimi Başlıyor

İstanbul Kitap Fuarı 8 Kasım Cumartesi günü 33. kez kapılarını TÜYAP
Fuar ve Kongre Merkezi’nde açmaya hazırlanıyor

Kuruluşumuz TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 8-16 Kasım 2014 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Büyükçekmece’de kapılarını açacak.

Türkiye ve yurt dışından 850 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’nda söyleşi, panel, çocuk etkinlikleri ve dinletilerle birlikte 270 etkinlik gerçekleştirilecek.

Sinemamızın Yüzyılı ve Atilla Dorsay

33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, Türk Sinemasının yüzüncü yılını “Sinemamızın 100 Yılı” temasıyla selamlıyor. Onur yazarının Atilla Dorsay olduğu fuar, kitapseverleri sinemanın uzun yolculuğuna söyleşiler, paneller, müzik dinletileri ve sergilerle tanıklık etmeye davet ediyor.

Fuar süresince oyuncu, yönetmen ve yazarların katılımıyla Atilla Dorsay’ın sinema eleştirmenliği, yazarlığı ve yaşamı üzerine söyleşiler gerçekleştirilecektir. Sinema teması kapsamında 50 etkinlik düzenlenecektir.

TÜYAP tarafından düzenlenen tasarımını Sadık Karamustafa’nın gerçekleştirdiği “Renkli Sinemaskop Bir Hayat: Atilla Dorsay” sergisinde Onur Yazarı Atilla Dorsay‘ın yaşamı, sinema yolculuğu, çalışmaları ve eserlerinden tadımlık bir seçki okurları karşılayacak.

Onur Konuğu Macaristan: Bir Bahçeden Bir Bahçe’ye…

“Ama bilirim
Gün olacak bilirim
Senden bize, bizden sana, misafir gidilecek
Bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi” Nazım Hikmet (Macar Toprağı Şiirinden)

İstanbul Kitap Fuarı bu yıl çok yakın bir misafiri, Macaristan’ı konuk ediyor. Nazım Hikmet’in şiirine referansla mottosunu “Bir Bahçeden Bir Bahçeye” olarak belirleyen Onur Konuğu Macaristan, 8-11 Kasım 2014 tarihleri arasında açık olacak Uluslararası Salon’da (1. Hol) Macar kültürünü Türkiye’den kitapseverlerle buluşturacak bir program hazırladı. Aralarında Modern Macar Edebiyatı’nın çok değerli yazarları Péter Esterházy, László Darvas, Dóra Csányi, Katalin Szegedi, Péter Zilahy, Tóth Krisztina, Spiró György, Mihály Hoppál, Timur Davletov, Fodor Pál, Dávid Géza ve Zsofia Mautner bulunuyor.

Onur ülke Macaristan pavilyonunun açılışı Kültür İşlerinden Sorumlu Macaristan İnsan Kaynakları Bakanı Sayın Dr. Zoltán Balog tarafından 8 Kasım 2014 Cumartesi günü yapılacaktır. Açılış sonrasında Macar müzik grubu Cimbaliband ziyaretçileri Orta ve Doğu Avrupa ezgileriyle buluşturacak.

Macaristan’ın da yer alacağı Uluslararası Salon bu yıl 8-11 Kasım tarihleri arasında 35 ülkeden 91 yayınevini ağırlayacak.

Gabriel Garcia Marquez TÜYAP’ta

Kolombiya Büyükelçiliği’nin düzenlediği anma etkinlikleri kapsamında Marquez okurlarını TÜYAP’ta selamlayacak. Anma etkinliği 15 Kasım 2014 Cumartesi günü Gabriel Garcia Marquez’in Hayatı, Eserleri ve Türk Halkının Marquez Edebiyatına Bakışı, yazar tarafından kurulan Ibero-American New Journalism Vakfı Genel Müdürü Jaime Abello ve Türkiye’den yazar Seçkin Selvi’nin katılımıyla gerçekleştirilecek.

Fuarın Uluslararası Konukları

İstanbul Kitap Fuarı, dokuz gün süresince yurt dışından değerli yazarları konuk edecek. Sinema teması kapsamında senarist ve yazar Petros Markaris, Polonyalı yazar Janusz Glowacki, eleştirmen ve sinema tarihçisi Philip Kemp; gerilim romanlarının çok satan yazarı Tess Geritsen, Gleen Meade, çevirmen ve yazar Maureen Freely fuarın konukları arasında. Tüm etkinliklerde yurt dışından 40 yazar fuar süresince Tüyap’ta olacak.

Fuarın Yenilikleri: Müzik ve Yemek

Bu sene temanın sinemaya adanması nedeniyle fuar koridorlarında tanıdık melodiler yankılanacak. Fuayede yer alacak dinletiler 8 Kasım Cumartesi, 11 Kasım Salı ve 15 Kasım Cumartesi günlerinde kitapseverleri Unutulmaz Türk filmleri Müzikleri ile karşılayacak.

İstanbul Kitap Fuarı’nın bir diğer yeniliği ise 8-11 Kasım 2014 tarihleri arasında Uluslararası Salon kapsamında açık olacak “Mutfak” . Sevilerek takip edilen yemek yazarlarının interaktif yemek sunacakları ve söyleşecekleri Mutfak, Macaristan’ın ünlü yemek blogu yazarı ve programcısı Zsofia Mautner’i de ağırlayacak. Mautner, Türk okurlara lezzetli Macar yemeklerinin gizli tariflerini verecek.

Çocuk Etkinlikleri

TÜYAP, genç okurlarına bu yıl da dolu bir program hazırladı. Özellikle hafta içi günlerde farklı yaş grupları için yazarların katılımıyla söyleşi, okuma ve atölye çalışmaları gibi 57 etkinlik düzenlendi.

Fuar Saatleri Değişti

33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı hafta içi günlerde 10.00-19.00, haftasonu ise 10.00-20.00 saatlerinde ziyaret edilebilir. Öğrenci, öğretmen, emekli ve engellilere girişin ücretsiz olduğu fuarın giriş bedeli 5TL’dir.

33. İstanbul Kitap Fuarı, 24. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı-ARTİST 2014 ile eş zamanlı gerçekleştirilecektir.
Saygılarımızla,
TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş.

Cemran ÖDER

Kültür Fuarları Kurumsal İletişim Müdürü
T: 0212 867 12 54 cemranoder@tuyap.com.tr

Çağdaş D. Güler
Kültür Fuarları Kurumsal İletişim Sorumlusu
Tel:0212 867 12 56 cagdasguler@tuyap.com.tr

www.istanbulkitapfuari.com (http://www.istanbulkitapfuari.com) www.twitter.com/kitapfuari (http://www.twitter.com/kitapfuari) www.facebook.com/istanbulkitapfuari (http://www.facebook.com/istanbulkitapfuari) www.instagram.com/kitapfuari (http://www.instagram.com/kitapfuari)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Noyan Bakır - Ekim 30, 2014, 11:50:06
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Tekrar değişik olmuş, şu mac mac dediğimizde bu küçük ve güzel ülkenin sırlarını candüşmanı ispanyaya satan vatan hayini mahallenas. Açık oldumu sevgili Noyan abi?

Bende anlama sıkıntısı var Cem korsan.
Sen devam et. Beni boşver. Anlayan çok sanırım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cenk Gürsel - Ekim 30, 2014, 12:58:17
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Tekrar değişik olmuş, şu mac mac dediğimizde bu küçük ve güzel ülkenin sırlarını candüşmanı ispanyaya satan vatan hayini mahallenas. Açık oldumu sevgili Noyan abi?

Bende anlama sıkıntısı var Cem korsan.
Sen devam et. Beni boşver. Anlayan çok sanırım.

Noyan Abi,

Bende anlamiyorum Cem korsanin yazdiklarini coktan bosvermistim zaten.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Ekim 30, 2014, 23:49:02
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Tekrar değişik olmuş, şu mac mac dediğimizde bu küçük ve güzel ülkenin sırlarını candüşmanı ispanyaya satan vatan hayini mahallenas. Açık oldumu sevgili Noyan abi?

Bende anlama sıkıntısı var Cem korsan.
Sen devam et. Beni boşver. Anlayan çok sanırım.

Noyan Abi,

Bende anlamiyorum Cem korsanin yazdiklarini coktan bosvermistim zaten.

Ben de anlamaktan vazgeçtim Noyan abi. Yetemiyorum... Ama benim "de" ayrı.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Şubat 26, 2015, 09:48:51
HATIRLATMA !

Yeni bir kitap fuarı açılıyor ..

Fuar Açılımı   CNR Kitap Fuarı
Fuar Tarihi   27 Şubat - 08 Mart 2015
Yer   CNR Expo, İstanbul
Organizatör   Pozitif Fuarcılık A.Ş.
Düzenleyen   Basın Yayın Birliği
Sergi Alanı   30.000 m²
Hedeflenen Katılımcı Sayısı   250 yayınevi, 600 marka
Ziyaret Saatleri   10:00 - 20:00
    
Telefon   +90 212 465 74 74
Faks   +90 212 465 74 76 / 77
E-posta   info@cnrkitapfuari.com

Yayınevleri

Çocuk Kitapları Yayıncıları

Sivil Toplum Kuruluşları

Basın-Yayın Dağıtım Kurumları

Üniversiteler & Dershaneler

Vakıflar, Dernekler & Birlikler

Araştırma & Kültür Merkezleri

Gazete & Dergi Yayın Grupları

Yayınevi ve Yazar Telif Ajansları
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Barış Sipahioğlu - Şubat 27, 2015, 00:16:47
THE KON-TIKI EXPEDITION

(http://i.hizliresim.com/N5DLn5.jpg) (http://hizliresim.com/N5DLn5)

(http://i.hizliresim.com/kj6M9A.jpg) (http://hizliresim.com/kj6M9A)

(http://i.hizliresim.com/pRn5bm.jpg) (http://hizliresim.com/pRn5bm)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: İbrahim Sofu - Şubat 27, 2015, 23:43:40
İa Orana - Akın'ın Seyir Defteri. Birol'un Resim Defteri.

Akın Öngör - Birol Kutadgu.

St. Barth-Tahiti, Atlantik'ten Pasifik'e 80 günlük bir devrialem...

Bu kitap bir seyahatnamedir. Amacım tutkun olduğum açık denizleri ve oralarda yaşanılan güzellikleri aktararak okuyucuları açık denizlere özendirmek, yüreklendirmektir.

Arkadaşım Ressam Birol Kutadgu ile seksen gün denizlerde yelken yaparken yalnız değildik; böyle bir iddiamız da yoktu. 40 metre boyunda şahane bir yelkenli yat olan "Vaimiti"nin altı kişilik ekibi ile beraber okyanusları geçtik.

Gördüklerimizi, yaşadıklarımızı ve algıladıklarımızı aktarmak istedik. Yıllar önce Ankara'da bir üniversite öğrencisiyken okuduğum Sadun Boro'nun kitapları beni nasıl özendirdi ise "ia orana"da gençleri öyle yüreklendirir... Okyanuslara yönlendirir umuduyla...
Maururu
Maori dilinde "Teşekkürler"



Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Cem Büyükbalcı - Haziran 16, 2015, 01:26:10
Yani şimdi Polenezköy peruya yakınmı? Yok Şili miydi?
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Atilla Şayan - Haziran 16, 2015, 02:56:28
'Deniz affetmez evet. Ama kalleşlik de etmez'

Uzun Yol'dan... - Bernard Moitessier
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Kasım 28, 2015, 09:02:55
Geçmiş sayfalara bakıp tarayamadım, üşendim, o nedenle zaten tanıtılmış/söz edilmişti derseniz, ne yapalım, ikinci kez olsun:

" Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, Bana bir tekne ver."

"... Peki tekneyi niçin istiyorsun,anlat bakalım,diye sormuş, temizlikçi kadının koltuğuyla yaşadığı boğuşmanın ardından azıcık da olsa rahat eden kral, Bilinmeyen adayı bulmak için, diye cevaplamış adam, Ne bilinmeyen adası, diye sormuş kral kahkahasını bastırarak,(...) ,Bilinmeyen ada demiş adam, Saçma, bilinmeyen ada kalmadı artık, Bilinmeyen ada kalmadığını nereden biliyorsun,kral efendi, Haritada bütün adalar var, Haritada sadece bilinen adalar var, Peki bulmak istediğin bu bilinmeyen ada neyin nesi, Bunun cevabını bilseydim ada zaten bilinmeyen olmaktan çıkardı,"

"O zaman denize açılabileceğim bir tekne ver bana(....) benim saygı duyacağım ve bana saygı duyacak bir tekne ver bana"

"denizci gibi konuşuyorsun ama denizci değilsin(demiş liman reisi), Konuşmam denizcilerinki gibiyse ben de denizci sayılırım.(demiş adam)"

"Yelkenler teknelerin adaleleridir,bunu anlamak için, biraz çaba gösterdiklerinde nasıl da şiştiklerini görmek yeterlidir,(...) devamlı olarak kullanılmadıkları takdirde gevşerler, güçten düşerler"

"Ben hep denizciliğin iki ustadan öğrenebileceğini düşünmüşümdür, birincisi deniz, ikincisiyse tekne, Peki ya gökyüzü, gökyüzünü unuttun,Evet, tabii, bir de gökyüzü,Rüzgarlar,Bulutlar,Gökyüzü,Evet, gökyüzü"

"denize açılmak isteyen hazırlığını karada tamamlar"

Jose Saramago, Bilinmeyen Adanın Öyküsü, Kırmızıkedi yayınları.

"

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nilüfer Özdemir - Kasım 30, 2015, 15:39:15
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Jose Saramago, Bilinmeyen Adanın Öyküsü, Kırmızıkedi yayınları.


geçmiş sayfalarda bu kitaptan alıntı yok. hemen sipariş ettim kitabı :)
katkı için teşekkürler :-*
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Aralık 01, 2015, 07:48:39
Rica ederim şekercim.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Meltem Anay - Eylül 14, 2016, 12:24:11
 “1092 yıl  sonra, adına Konstantini’ye derler Tarakkası Meşhur bir kent vardı… "

(https://s21.postimg.org/sm0oo56z7/image.jpg) (http://postimg.cc//image/sm0oo56z7/)

Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın bir kitabı, okumuş olanlar vardır, forumda da yazılmıştı. Çok sevdiğim bir kitaptır benim de. İlban Ertem Puslu Kıtalar Atlası’nı resimli roman olarak hazırlamış, bu hali de başka bir güzel olmuş. Haberi olmayanlar varsa diye yazmak istedim. Birkaç da görsel ekledim (bilemedim şimdi telifsel bir durum yarattım mı, yaratmadım mı?)  8)

Nilüfer Korsan kitaptan şu alıntıyı yapmış;

“              Kadırga tersane iskelesine yaklaşmak üzereydi ki, omurgası dibe değdi. Ejderha başlı bir kolomborne topundan fırlayan güllenin sancak tarafında açtığı delikten dolan su tekneyi ağırlaştırmış ve su kesimini yükseltmişti. Fakat onun ağırlığını arttıran bir ikinci sebep ise, kah bir filinta kah bir arkebüz namlusundan fırlayıp bordasının hemen her tarafına isabet etmiş sayısız kurşundu. Ayrıca gemi, güçlükle söndürülmüşe benzeyen birkaç yangın izi de taşıyordu. Tersaneden gelen esirlerin kadırgayı halatlarla omurgası üzerinde sürüyüp iskeleye çekmeleri oldukça zaman aldı. Çingene demirciler prangaların perçinlerini kırıp forsaları çözmeye başladıkları zaman, omuzlarında ganimet sandıklarıyla gemiden atlayan leventler karaya ayak basar basmaz toprağı öpüyorlardı. Bununla birlikte toprağı en canı gönülden öpen levent, ellisine merdiven dayamış o muhteşem külhaniydi. Gel gör ki Samatya’da çıkan yangının oradaki meyhaneleri silip süpürdüğünü Malta’da öğrendiğinden bu yana Kocamustafapaşalı Arap İhsan’ın yüreği sızlamıyor da değildi. Çünkü geride sadece Fener ve Galata meyhaneleri kalıyordu. Gece yatacak çok sayıda külhan olmasına rağmen hemen hemen her bıçkınla kavgalı olduğu için yarenlik faslı Fener’de işlemezdi.”
Sayfa 15

http://gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=9052.msg231622#msg231622 (http://gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=9052.msg231622#msg231622)

Aşağıdakiler de resimli roman versiyonundan;

(https://s12.postimg.org/bx3z49o89/image.jpg) (http://postimg.cc//image/bx3z49o89/)

(https://s12.postimg.org/sywt6d33d/image.jpg) (http://postimg.cc//image/sywt6d33d/)

Aşağıda öylesine seçilmiş denizli-denizsiz birkaaaç sayfa var;

(https://s15.postimg.org/pa552wdw7/image.jpg) (http://postimg.cc//image/pa552wdw7/)

(https://s15.postimg.org/9d6d66lhz/image.jpg) (http://postimg.cc//image/9d6d66lhz/)

(https://s15.postimg.org/joipyud7b/image.jpg) (http://postimg.cc//image/joipyud7b/)

(https://s15.postimg.org/jpsns9f13/image.jpg) (http://postimg.cc//image/jpsns9f13/)

(https://s15.postimg.org/kgldy1hef/image.jpg) (http://postimg.cc//image/kgldy1hef/)

(https://s15.postimg.org/vu7x98rx3/image.jpg) (http://postimg.cc//image/vu7x98rx3/)

(https://s15.postimg.org/e5g6hmg5z/image.jpg) (http://postimg.cc//image/e5g6hmg5z/)

(https://s15.postimg.org/tsc18qjbr/image.jpg) (http://postimg.cc//image/tsc18qjbr/)

“Uslu” Kıtalar Atlası diye ararsanız, bulamazsınız  ?^#Fl “PUSLU” olacak…

(https://s17.postimg.org/gpo4jlywb/image.jpg) (http://postimg.cc//image/gpo4jlywb/)

…………………………..

E bu da İhsan Oktay Anar’ın Amat’ını hatırlatmak için son not olsun (gene Nilüfer Korsan başlatmış);

http://gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=9705.msg128182#msg128182 (http://gezginkorsan.org/forum/index.php?topic=9705.msg128182#msg128182)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Bülent Büyükdağ - Eylül 14, 2016, 12:32:43
Deniz Mecmuası Yaman Koray 'i animsatiyor bu sayısında ve ne yalan hiç okumadım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mücahit Karabaş - Ekim 17, 2016, 20:43:10
Bu başlığa ne zamandır bir şeyler yazmak istiyordum. Geçenlerde Hulusi Gülen Korsanımızın deniz ve denizcilikle ilgili kitaplardan oluşan zengin kütüphanesini ve özenle hazırladığı kitap listesini görünce aklıma bu başlık geldi.  Ben de bir şeyler eklemek istedim. Nilüfer Korsana da geç de olsa teşekkürler.

Bodrum'lu sünger avcısı Mehmet Baş’ın otobiyografisi.

Derin Maviye Adanmış Bir Ömür.  Aksona Mehmet-  Naviga Yayınları 2015

Sayfa 23

Dalgıç teknelerinde su tankı, yandan ağız açılıp içerisi de çimento ile sıvanmış, ağzına tahta kapak ile güvertede bir yere sağlamca konulmuş 200 litrelik bir varil. Tatlı suyumuz bundan ibaret. Bu su sadece içmek için kullanılıyor. Başka amaçla kesinlikle kullanılamaz! Sabahları herkes kalkınca elini yüzünü deniz suyuyla yıkar, ya da denize girer. Teknede tuvalet yok. Kıç tarafta babalara tutunup denize yapılıyor. Taharet de deniz suyu ile alınıyor. “ Kıçına tuzlu su değmesin bir kere, bir daha iflah olmazsın “ dedikleri laf, zannediyorum ki buradan geliyor.
Bulaşıklar da “askelle” dediğimiz bir tür süngerle yıkanıyor…
Dilek Boğazı’ndan direkt İpsilli’ye( Doğanbey) geçiyoruz, oradan Sığacık’a doğru birkaç gün çalıştık ve Kokar Limanı’na geçtik. Kokar’dan Alaçatı’ya doğru kıyı kıyı çalışıp güzel süngerler aldık. Herkesin apoşu belli, sünger çuvallarımız da işaretlenip belirlendi. Çünkü herkes çıkardığı süngerden pay alacak. Yani her dalgıç ne kadar çalışıyorsa o kadar kazanacak! O nedenle kimsenin süngerinin kimseninkine karışmaması lazım! Sünger çuvalları dolduğunda müsait bir yerde sünger kurumu yapılır. Çuvallar ayrı ayrı açılıp serilir, kurutulduktan sonra tartılır ve kaptan tarafından deftere yazılır. Kurutulup tartılan süngerler bir yere yığılır ve deniz suyu ile hafifçe tavlanır. Sonra da Antalya çuvalı dediğimiz keten çuvallara çok sıkı bir şekilde ayak ile depilir. Bu çok zor, çok meşakkatli bir iştir. Herkesin yapabileceği bir iş olmadığından bunu ekseriyetle kaptanlar veya ustalaşmış insanlar yapıyorlar. Günlerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bütün gün deniz üzerindeyiz. Bir yandan biz acemiler süngercilik ve denizcilikle ilgili terimleri, örf ve adeti de ufak ufak öğreniyoruz. Bir de Çeşme Limanı’na bir an önce gidip, mektubumuz filan var mı diye merak ediyoruz. Adres olarak hep uğrayacağımız limanları veriyoruz. Mektuplar liman başkanlığı eli ile geliyor…

Teknede yapılmaması gerekenler var. Islık çalmak uğursuzluk sayılıyor. İskele tarafından tuvaletimizi yapmak büyük ayıp ve uğursuzluk… Neden diye sorduğumuzda, “Çünkü ekmek paramızı kazandığımız süngeri oradan tekneye çıkartıyoruz, bizim gelenek ve göreneğimizde ekmek yediğimiz sofraya edilmez!” diyor kaptanımız. (1968)


Sayfa 111



Bir akşam dalış sonrası liman içerisinde kalenin önünde demirliyiz. Vakit de geç değil ama yorulduğum için erken yattım. Saat 21.30 sıraları, teknenin başından birileri sesleniyor. Kalkıp baktım. Bizim Kır Teke lakaplı arkadaşım Alp ve yanında birkaç kişi dışarıya çağırdılar. Yanlarına gidip tanıştım. “Tekneyi çok güzel bulduklarını, bir film çekimi için bir haftalığına kiralamak istediklerini…” söylediler. Konuyu mal sahibi ile konuşmaları gerektiğini söyledim. Arif Karakaya ile konuşmuşlar ve olur almışlar. Film ekibi iki gün sonra tam kadro geldi. Yönetmen Remzi Jöntürk, kameraman İzzet Akay, Tarık Akan, Perihan Savaş ve İranlı Firuz… Ben bu vesile ile film ekibinin kaptanıyım. Filmin adı da “Lekeli Melek”.
Denize açılıp ilk çalışmalara başladık. Birkaç gün su üstü çekimler yaptıktan sonra yönetmen “ Haydi bakalım şimdi de su altında çekim yapacağız” deyince. “ Kim dalacak?” diye sordum. “ Tarık” dediler. “Pekiyi dalış biliyor mu?” “Hayır bilmiyor öğreteceksin!” dediler…
Sonuçta çekim için dalacağı yer üç beş metre. Gittik Haremten Koyuna. Birkaç denemeden sonra dalgıç adayımız zehir zemberek oldu çıktı. Zaten maske şnorkel kullandığı için zorluk çekmedik. (1978)


Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Meltem Anay - Ekim 17, 2016, 22:30:25
Çok güzelmiş teşekkürler Mücahit Korsan :)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Erim - Ekim 17, 2016, 22:58:36
(http://media.sinematurk.com/film/2/76/c46531133118/r%C4%B1uu.jpg)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Feyiz Öz - Ekim 18, 2016, 15:56:15
Mücahit korsan paylaştığınız için teşekkür ederim yazı çok güzelmiş.
Hakan korsan resim için teşekkür ederim, anısı bu kadar tazeyken içim cız etti...

Selametle
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mücahit Karabaş - Ekim 21, 2016, 12:53:42
Geçen hafta Gül Korsana tavsiye ettiğim bir kitap vardı. Kitap Denizcilik ya da yelkenle ilgili değil ama aşağıdaki  hikaye, denizle ilgili.  O kitaptan çok beğendiğim bu hikayeyi kitabın yeni baskısı olmadığı için aynen aktaracağım. Kitabı bir yerlerden bulma imkanınız olursa birbirinden güzel diğer hikayeleri de okuyabilirsiniz. Hikaye, hem eski zaman insanlarının, denizcilerinin ne kadar kaliteli ve naif insanlar olduğunu çok güzel ifade ediyor, hem de karadan yolculuğun çok zor olduğu zamanlarda denizin insanlara verdiği güven ve umut duygularını hatırlatıyor.

Datça’da Zaman  Nihat Akkaraca -  Otonom Yayınevi 2010 (3.Baskı)

Datça’da İki Adalı

Miskin Burnu, Datça’dan Sömbeki Adası’na baktığımızda, adanın güney ucundaki burundur. İşte o burun, geçmiş yıllarda biz Datçalılar için Umut Burnu’ydu. Önceleri kuraklık, sonraları savaş yılları. Yerel dilde Alaman Harbi. Kuraklık, kıtlık ve karneyle ekmek yılları.
Datçalıların gözü on iki mil uzaktaki Miskin Burnu’nda. Akdeniz tarafından gelen tekneler ilkin orada görülürdü. Gelen yelkenlinin kime ait olduğunu ancak tekne bir iki volta attıktan sonra anlayabilirdik. Şu gelen Selim Kaptan mı yoksa Nebil Kaptan mı? Belki de Şükrü Kaptan’dır. Adem Kaptan da olabilir.
Tekneler motorlu olmadığından Datça İskelesi’ne doğrudan gelemezlerdi. Datça Yarımadası’ndan Miskin Burnu’na doğru esen poyraza karşı volta vurarak girerlerdi limana. İlk voltada Çiftlik Koyu önlerine, ikincide Bindallı Çiftliği’ne, üçüncü voltada Emecik Adaları’na ve oradan Datça’nın küçücük limanına… Limanda denizin on metre içine kadar uzatılmış basit bir beton iskele vardı. İşte bugün kaza merkezinin yerleştiği büyükçe yerleşim bölgesi, adını bu basit iskeleden almıştır.
Miskin Burnu’nda nokta gibi görünen teknelerden en kolay tanınanı, Nebil Kaptan’ın teknesiydi. Çünkü Nebil Kaptan, ekmeksiz kalanlar için ekmek, tahılsız kalanlar için de tahıl, yani, fasulye, nohut, pirinç demekti.
Orta büyüklükte bir yelkenliydi teknesi. Motoru yoktu. Yelkenle gidip geliyordu Antalya’ya Finike’ye bereketli topraklara… Ta oralardan Marmaris’e, Datça’ya Bodrum’a yiyecek ve kereste taşırdı.
Nebil Kaptan’ın teknesinin Antalya’dan Datça’ya gelebilmesi için rüzgar gerekliydi. Bazen Akdeniz’de rüzgar durur esmez, o zaman Nebil Kaptan da durur, günlerce yerinde bocalar, elverişli rüzgarın esmesini beklerdi. Bazen fırtına çıkar Nebil Kaptan bir limanda fırtınanın dinmesi için dua ederdi. Yarımadanın insanı da umutla ekmek beklerdi. O yıllarda Datça’nın ekmeği rüzgara bağlıydı. Nebil Kaptan’ın yelkenlisi gibi Datça’daki yel değirmenleri de rüzgarla çalışırdı. Rüzgar varsa ekmek de vardı!
Aynı yıllarda Eski Datça’da fırıncılık yapan Şevket adında bir Rodoslu vardı. Tertemiz giysilerinin üstüne leke kondurmayan, tıknaz, beyaz tenli, kolundaki döğme balık resmiyle tipik bir adalı… Askere gitmeden küçük bir yelkenliyle Datça Rodos arasında taşımacılık yaparmış. Fırtınalı bir günde teknesini batırmış. Bir daha da denize dönmemiş. Askere bahriyeli olarak gitmiş. Ama denize değil, saraya.
Saray muhafız takımında dokuz yıl borazancı başıymış. Keyifli olduğu zamanlarda arkadaşlarına sarayı ve askerlik anılarını anlatırken, ellerini ağzına tutarak bir borazan çalardı ki, nasıl çalardı… Çarşı, dik kulak kesilirdi, onu dinlemek için. Bazen biz çocuklar da uzaktan dinlerdik anlattıklarını.
Onun sık sık anlattığı iki olayı hiç unutmam. İlki, her cuma camiye törenle giden Padişah’ın Saray Bandosu'yla nasıl uğurlandığı ve geçtiği yerlerde toplanan halkın “Padişahım çok yaşa!” diye bağırarak nasıl tezahürat yaptığını… Diğeri ise zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran 1913 tarihinde İstanbul’da Çarşıkapı’da öldürülmesiydi. Buna çok yakından şahit olduğunu söyler, olayı tarihi tarihine, saati saatine anlatırdı.
Şevket, askerliğinden sonra Eski Datça’ya yerleşti ve oradan bir kızla evlendi. Evinin önündeki fırında ekmek yapıp çarşıdaki dükkanında satardı. Daha sonraları dükkanına bir fırın ekleyerek, ekmek yapımını burada sürdürdü. Onun yaptığı ekmeklere biz, “Has Halka” derdik. Çünkü bu ekmekler Nebil Kaptan’ın Antalya ve Finike’den getirdiği has undan yapılırdı. Mis gibi kokan o ekmeği kuru kuru yemeye bayılırdık. Kiloluk bir ekmek altı kuruştu. Biz çocuklar kendimiz için alırken çeyrek ekmeğin yarısına altmış para öderdik. Yerli ekmeğin yanında o ekmek bize kadayıf gibi gelirdi. Bayramları iple çekerdik. Bayram harçlıklarıyla has ekmek alıp yiyeceğiz diye.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Datça Yarımadası yakınındaki adalardan tekneler dolusu mülteciler gelirdi Datça’ya. Her mülteci gelişinde tercüman olarak mutlaka Şevket çağrılırdı. O zamanlar büyüklerimizden duyduğumuza göre, Yunanlı mültecileri Şevketin Yunancasına şaşar kalırlarmış. “Bu adamın konuştuğu Rumca değil, gerçek Elenice yani Atina Yunancası” diye. Yunancanın böylesini nasıl nerede öğrenmişti bilen yoktu. İtalyanca da konuşurdu.
Nebil Kaptan Giritli, Şevket Kaptan ise Rodoslu olduğundan Türkçelerindeki şiveleri ikisinin de aynıydı. Adalı şivesi mi desem, ada Türkçesi mi? Giyim kuşamları ve yaşam tarzları bizimkinden farklıydı. Ticaret anlayışları da…
O yıllarda Datça Yarımadası’na para, yılın belli zamanlarında girerdi. Mesela palamut mahsulü satıldığı zaman yarımadada para bollanırdı. Palamut denilince aklınıza palamut balığı gelmesin. Söz konusu olan meşe palamududur. Datça’da üretilen meşe palamudu o zamanlar deri ve boya sanayisinde kullanılırdı. Datçalının başlıca gelir kaynağıydı. Düğünler, dernekler, ödemeler hep palamut satımında yapılırdı. Şevket Kaptan’a yıl boyu borçlanan halk, borcunu o zaman öder, Şevket de Nebil Kaptan’a ödemeyi o zaman yapardı.
Nebil Kaptan’ın teknesinde motor olmadığından ona gereken para değil, Akdeniz’de esen rüzgardı. Esmediği zamanlar kaptanın yolu gözlenir, Marmaris’e, Fethiye’ye gelmiş mi o zamanın olanaklarıyla soruşturulurdu.  Eğer Nebil Kaptan Marmaris’e gelmişse ertesi gün Miskin Burnuna arada bir bakmaya başlardı yarımada insanı. Miskin Burnu’nda nokta kadar gözüken her yelkenli bir müddet gözlenir, bir iki voltadan sonra anlaşılırdı teknenin kime ait olduğu. Nebil Kaptan olduğu kesinleşince, “Nebil Kaptan geliyor” haberi Eski Datça’ya eşek ya da at sırtında birileri tarafından hemen iletilirdi.
Un, fasulye, pirinç çuvallarını İskele’den Eski Datça’ya taşıyacak kiracılar ( eşek ya da atla yük taşıyan kişiler), Şevket Kaptan tarafından İskele’ye gönderilirken, bir at da Nebil Kaptan için gönderilirdi. Sözün kısası Nebil Kaptan’ın teknesi, insanlar, atlar ve eşeklerle karşılanırdı.
Kayığında bir tayfa kılığında görünen Nebil Kaptan, giyinip karaya çıktığında onu gören eyalet valisi sanırdı. Üstündeki, krem, bazen de beyaz, lekesi, özenle ütülenmiş takım elbisesi, giysilerinin rengiyle uyumlu fötr şapkası, pırıl pırıl parlayan iskarpinleri ve elinde dekor olarak taşıdığı bastonu ile ata biner, doğruca Eski Datça’ya gelir, Şevket Kaptan’ın dükkanının önünde attan inerdi. Nebil Kaptan’ı içtenlikle dükkanının önünde karşılayan Şevket Kaptan’ın ilk sözleri:
“Nerelerdesin bre Nebil Kaptan? Merak ettik seni” olurdu.
Nebil Kaptan:
“Boceleme bre Şevket Kaptan boceleme” derdi. (Yelkenlinin yol alamaması , sağa sola volta vurması)
Şevket, onun “ Rüzgar yoktu denizde bocaladım” demek istediğini bu sözlerinden anlardı.
Bu iki adalının arasında konuşulmayan tek şey, paraydı. Aralarında para konuşmayı ayıp sayarlardı. Nebil Kaptan’ın ödeme zamanından önce paraya gereksinimi varsa, bunu Şevket’e sözle söylemezdi. “Paraya ihtiyacım var. Biraz ödeme yapar mısın?” demenin yanı sıra “Param yok. Ödeme yapamayacağım” demenin de bir yöntemini bulmuştu ikisi.
Nebil Kaptan dükkandan içeri girdiğinde fötr şapkasını çıkarıp duvardaki askıya asarsa, Kaptan’ın paraya gereksinimi yok demekti. Eğer şapkayı çıkarıp tezgahın üzerine ağzı yukarı şekilde bırakırsa bu, “ Biraz ödeme yapabilecek misin?” demekti. Eğer Şevket, ödeme yapamayacak durumdaysa, şapkayı alır sertçe tezgahın üstüne kapatırdı.  Bu hareketiyle Şevket, “Param yok. Ödeme yapamayacağım “ demek isterdi. Bunu Nebil Kaptan anlar paradan hiç söz etmezdi. Eğer Şevket Kaptan biraz ödeme yapacaksa şapkaya hiç dokunmaz, Nebil Kaptan giderken içine ödeyebileceği kadar parayı koyardı. Nebil Kaptan da teknesine dönerken, paraları şapkasıyla birlikte alır, dükkanda saymaz, teknesine geldiğinde sayardı. Bu iki adalı böylece on altı sene paradan hiç konuşmadan ticaret yapmışlardı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Datça, Marmaris, Bodrum sahillerine yüzlerce mülteci çıkmaya başlamıştı. Bu mültecilerin hepsi Bodrum’da kampa alınır, daha sonra teknelerle Kıbrıs’a gönderilirdi. Mülteci taşıma işine Nebil Kaptan da girmişti. Bir seferinde Kıbrıs’a giderken Antalya kıyılarında yelkenlisini kayalara bindirdi. Bu kazada dokuz mülteci öldü. Nebil Kaptan sebep olduğu bu deniz kazasını onur meselesi yaparak denizciliği bıraktı. Bu yüzden mahkemeler girip çıkmaya başladı. Halk arasında dolaşan söylentilere göre, Nebil Kaptan duruşmalarda kendini yeteri kadar savunmamıştı. Onu yargılayan hakim bile bir gün dayanamamış, Nebil Kaptan’a çıkışmış:
“Kendini kurtarmaya çalış Nebil Kaptan, bir şeyler yap lütfen!” demiş.
Bu söylenti bugünlere dek halkın dilinde dolaşmaktadır. Hakim bunları demediyse bile bu rivayet,  Nebil Kaptan’ın bu bölgede ne kadar sevildiğini anlatır.
Nebil Kaptan yargılama sonunda iki yıl hapis cezası aldı. Cezasını tamamladıktan sonra bir daha denizlere dönmedi. O artık denizlere küsmüştü…
Şevket Kaptan ise Eski Datça’daki fırınını çalıştırmayı sürdürmüş, daha sonraki yıllarda kaza merkezi, İskele Mahallesi’ne taşınınca bir lokanta açmıştı. O lokanta kaza merkezinin tek lokantası olup rakibi olmamasına karşın, kalitesinden yıllarca hiçbir ödün vermemiştir. O lokantadaki balığın ve kuru fasulyenin tadı, hala Datçalıların dilindedir.
Şevket Kaptan Datça’da, Nebil Kaptan, Antalya’dan Bodrum’a kadar daha geniş bir çevrede kalıcı izler bırakarak geçip gittiler. Bu iki adalının adları hala yöre insanının dilinde dolaşır durur. İşte bugün de benim dilimdeydi…

Kaynak kişiler Eski Datçalı :
Nail Bora (1928)
Ömer Bora( 1931)
Nail Özerim ( 1928)   
               
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Erdal Duran - Ekim 21, 2016, 13:15:48
Çok güzel bir hikaye. Çocukluğumu hatırladım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Nejat Övütmen - Ekim 21, 2016, 13:23:25
Mücahit bey, paylaşımınız için teşekkür ederim. Adalıları okurken çok duygulandım.

Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Kenan Biçen - Ekim 21, 2016, 15:26:00

Çok güzel bir hikaye imiş, paylaşım için teşekkürler Mücahit korsanım.
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Mücahit Karabaş - Ekim 21, 2016, 18:01:02
Ben teşekkür ederim.
Nermi Uygur, “Okuyucu için en etkili hikayeler gerçek olanlardır.” diye yazmıştı bir kitabında.
Bu tarz gerçek yaşam hikayeleri, hele denizle ilgiliyse daha da güzel oluyor. Dün internetten biraz  araştırınca bu hikayedeki Nebil Kaptan’ın soyadının  “Ağan” olduğunu, Nebil Kaptan’ın ardında eşi ve yedi çocuğundan oluşan geniş bir aile bıraktığını, kendi adını taşıyan bir torunu olduğunu ve bu Nebil Ağan’ın da büyük babasının mesleği olan kaptanlığı seçtiğini, guletiyle turizm işi yaptığını öğrendim. İlk çocuğu Rıfat Bey geçtiğimiz Haziran ayında 86 yaşında vefat etmiş. Yedinci ve son çocuğu Mazlum Ağan da  2000’lerin başında iki dönem Bodrum Belediye Başkanlığı yapmış. Belki Bodrumlu korsanlar kendisini tanıyordur.  Ege’ye ve Adalılara selamlar.


http://akkentolcay.blogspot.com.tr/2010/04/242125-nebil-ve-devlet-agan.html (http://akkentolcay.blogspot.com.tr/2010/04/242125-nebil-ve-devlet-agan.html)
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Meltem Anay - Ekim 21, 2016, 18:15:14
Mücahit Korsan, çok güzel bir kesit, çok güzel insanlar ve hikayeler... Teşekkürler :)
(ben de kitabı bulmaya çalışacağım).
Başlık: Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
Gönderen: Hakan Erim - Ekim 21, 2016, 21:09:12
Ağanlar kesin tekne falan da yapmışlardır.  ;)