0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

*

    C. G.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #120 : Haziran 18, 2012, 11:13:27 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
            Bir sabah batı ufkunun ucunda iğne başı kadar bir yelken gördüm. Karaya hala 1.229 mil vardı. Dürbünü kapıp ön güverteye koştum direğe yaslanıp gözlerimi kısarak teknenin ayrıntılarını görmeye çalıştım. Telsizi açıp ardı ardına çağrı yaptım. “beni duyabiliyor musunuz? Beni duyabiliyor musunuz? Burası yelkenli tekne Varuna. Tamam.” Cevap veren olmadı. Günün büyük kısmında tekne görünür uzaklıktaydı ama çağrılarıma sağırdı. Oysa onlarla konuşup Navigasyon hesaplarımı doğrulatmak istiyordum. Bütün mevki çizgilerim, (line-of-position) LOP’larım tutuyordu ama yine de biraz o rahatsız eden kendinden kuşku vardı. Birisinin mevkimi doğrulaması kendime güvenimi sağlayacaktı. Ama cevap yoktu.diğer tekneden daha iyi nöbet tuttuğumu düşünüp biraz gurur duydum ama daha çok heves kırıklığı hissediyordum; insanlarla ilişki kurmayı çok istiyordum, o kadar yakındı ki. Ufka bir kez daha baktığımda, boştu.
           Onaltı ekim sabahı, kalktım ve dışarı çıktım, alçak, kara bir boranın kıçtan gelmekte olduğunu tam zamanında fark etttim. Sakin suların üzerinde yoğun bir yağmur perdesinin kızgın dalgaları gizlemesini izledim. Rüzgar aniden şiddetlendi ve sağanak Varuna’yı sulardan kaldırdı, yalpalatarak sürükledi, tamamen yelkenle donatılmış tekneyi kontrol etmeye çalışan rüzgar dümeni palası ve yeke bir taraftan diğerine savruluyordu.
           Rüzgarüstüne dönerken, ana yelken ters rüzgar aldı ve bumba, karşı kontraya hızla savrulmasını durduracak önleyici donnıma yüklendi. Önleyici donanım kopcak kadar gergindi ve boşlamaya başladım. Yavaşça boşlarken, bumba karşı kontraya geçti, tekneyi daha da bayılttı ve yeni bir soruna yol açtı. Direk ve arma rüzgarda şiddetle titriyor ve spinnaker bumbası ve gennaker suyun içinde sürükleniyordu. Ana yelken bumbası da rüzgaraltında, armanın denize dalma partisine katıldı………

Sayfa 107

Evet yine iş arası elime başucu kitabımı alıverdim  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
ve evet yine gözüme toz neyin kaçtı  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Akşama kitabı eve götürüp kitaplığa hapsedeceğim  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap


Tania'nın hikayesi son yıllarda Türkçe dilinde yayımlanmış en insani, en içten, en naif, en teşvik edici hikayelerden biri olarak değerlendiriyorum. Her yeni tanıştığıma, benden her kitap önerisi isteyene, denize aşina olmak isteyenlere öneriyorum.
Başucu kitabı olmasının ötesinde bence, her an yanımızda taşımamız, aklımıza estikçe okumamız gereken bir hikaye.
İnanın bana, Tania, Dünyanın dört bir yanında insanları okyanuslara açılmak için pek çok insanı ateşlemiştir.

Tekrar tekrar hatırlattığın için tekrar teşekkür ederim Nilüfer.
*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #121 : Haziran 18, 2012, 11:31:52 »
          ... Bu soruyu kıskançlıkla karışık bir merakla ona sorduğumda benim gitme hayallerim de sekizinci yılını doldurmaktaydı. Kendim de dâhil çevremdeki herkesi bıktırmıştım sanırım. Bir gün Tania Aebi gibi teknemin palamarını çözüp karayla bağımı koparacak ve dünyanın dörtte birini yedi milyon insana bırakıp dörtte üçlük sonsuz, yalnız, ıslak ama bence en muhteşem parçasında yol alacak, her sabah güneşin doğuşuna farklı bir yerden tanık olup her akşam güneşi başka bir açıdan batıracak aradaki zamanın tadını en mutlu olduğum, nefes aldığım yerde çıkaracaktım.
          Öyle diğer denizciler gibi benim ateşleyici başucu kitabım Sadun Boro’nun kitabı değildi. İlk o kitabı okusaydım muhtemelen bu hayalleri kuramazdım. Oysa Körfez de piratla daha yeni yeni rüzgarı hissetmeye, denizcilik terimlerini, seyirleri öğrenmeye başladığımda Hakan’ın bana tanıştırdığı kitapta 18 yaşında genç bir kız, öyle ahım şahım bir denizcilik geçmişi olmadan ve üstelik bugün ki seyir aletleri GPS bile olmadan Amerika’dan denize açılıyordu. Benim piratımdan biraz hallice minicik teknesi Varuna ile New York limanından 20 yıl önce ayrılmış ve neredeyse üç yıl sonra başladığı noktaya dönmüştü. Bence bu muhteşem bir hayattı. Hayatımda hiç kimseye bu kadar özenmemiş, yerinde olmayı bu kadar istememiştim. 
           Her şeyi Doğan ve Hakan başlatmıştı. Onlarla sohbetimin büyük bir çoğunluğu deniz üzerineydi. Denizi çok seviyorlardı. Yelkenle seyir kavramı da hayatıma bu sohbetlerle girdi. Yoksa benim için deniz yüzmek ve güneşlenmekti ki ben ikisini de sevmem ama işte orda bir hayattan bahsediyorlardı ve anlatırken o kadar keyifliydiler ki…
           Onların keyfine ortak olabilmek için okumaya başladım. Hakan’ın kitaplığından ona okuduğum kitapları kendime de almaya başladım sonra benim neden tekneyle yelkenle ilgilenmediğim gündeme geldi.
            Ürkek adımlarla İzmit Yelken Kulübü’nün bahçesine girdiğimde merakla çevrede yelkenli denen şeyi arıyordum. Nasıl bir şey kullanacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Çevrede kitaplardaki gibi bir yelkenli tekne olmadığına göre rüzgar sörfü gibi bir şey kullanacaktık herhalde. Pirat sürprizdi.
.........

          Derin bir iç çektim. Bir süredir yeryüzünde ki tek delinin ben olmadığımı biliyordum. İnternette yüzlerce blok vardı bu delilere ait. Türkiye’den de yılda birkaç kişi palamarları çözüp hayal kurmayı bırakıp onu yaşamaya karar veriyorlardı. 8 yılda pek çoğuyla dolaştım dünyayı. Klasik rotada bu insanların ne yaşayacaklarını, nerelere uğrayacaklarını, nerelerde hangi pozu vereceklerini dahi biliyordum.
         Bir gün bu yola çıktığımda içimde hep “bu anı daha önce yaşamıştım” hissiyle dolaşacağımı düşünmeye başlamıştım. Çünkü onlar bilmiyordu ama ben teknelerindeydim. Özkan Gülkaynak sırt ağrılarıyla dümendeyken muhtemelen yüzündeki acının aynısı benim yüzümde de vardı. Hakan Öğe’nin kaç limanda palamarını aldığımı kendisi de bilmez ya da Orhan Atasoy Antartika’da buzulların arasında dolaşırken benim de onlarla üşüdüğümü, içimin titrediğini.


(adı belli olmayan romandan karışık alıntıdır  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap )

hikayede adı geçen Doğan ve Hakan omurilik felçlisidir, hayatlarını tekerlekli sandalyede geçirmektedirler...


*

    G. B.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #122 : Haziran 18, 2012, 19:10:38 »
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Nilüfer Korsan,
Herhalde hiç durmadan okuyorsunuz ki bu foruma da böylesine çok ve seçme malzeme yansıyor; gözleriniz bozulacak, arada bir durup ufka bakarak gözlerinizi dinlendirseniz ve de kendi hikayelerinizi yazmaya başlasanız?

hayalgücüm geniştir, hiç yola çıkmadan çıkılmış da dönülmüş romana dair sayfalarca bölüm var da dört duvar ve sabit beton yapılar içinde yazılanların oynak zeminde yeniden gözden geçirilip rütuşlanması, kelimelerin sabitlenmesi lazım Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
sallanan bir evim olduğunda inşallah Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Aman, İzmit'te "sallanan ev"den söz etmeyin..

*

    U. K.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdBean rastgele seçmeler..
« Yanıtla #123 : Temmuz 08, 2012, 21:34:05 »
Deniz veya yelken kitabindan degil ama unlu dagcimiz Nasuh Mahruki'nin "Bir dagcinin guncesi" kitabindan alinti. Bence cok dogru bir hayat felsefesini yansitiyor.
"Şunu da biliyorum ki, gençlik birkez elden gitti mi bir daha geri gelmez, bu yüzden yaşamda hiçbir şeyi ertelemeyeceğim ve hiçbir şeyden pişmanlık duymayacağım. Sırt çantamı taşıyabildiğim sürece de gezilere ve daha zorlu, daha yüksek daglara tırmanmaya devam edeceğim ve her seferinde bir fırtına sırasında Neptunus'a seslenen Yunanlı balıkçı gibi diyeceğim ki "Ey Tanrı, beni ister kurtar, ister mahvet, ben dümenimi kırmadan dosdoğru gideceğim"

Ve son olarak da küçük bir Zen şiiri
Kemancı çalar
Kimse dinlemese bile,
Kemancı yine de çalar.
"
« Son Düzenleme: Temmuz 08, 2012, 21:35:15 Gönderen: Umut Korkmaz »
*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #124 : Eylül 06, 2012, 10:26:45 »
Sanırım bu alıntıyı buraya almama Cem korsan ses etmez  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Bağlantıları görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

Bakalım aşağıdaki satırların tadına varabilecek misiniz?

GANGAVA (SÜNGER GEMİSİ) Bozburun’a doğru yol alıyordu. Gökyüzü yıldız parıltısından ibaretti. Tayfa küme küme güverteye toplanmıştı. Deli Memiş adlı bir süngerci de oradaydı. Aklını birkaç yıl evvel oynatmıştı. Anadolu kıyı köylüklerindendi. Sefer dönüşü eve varınca, karısının ve dört çocuğunun bir gece önceki depremde ezilmiş olduklarını görmüş ve çıldırmıştı. Süngerciler on beş gün önce sefere çıkarken, onlara, beni de alın diye yalvarmıştı. Ona acımışlar “Hayde gel” demişlerdi. Deli Memiş, etrafına halka olmuş denizcilere “Cennet Gemisini” anlatıyordu.
      “Ölen denizciler elbette cehenneme gitmezler, ama cennete de gitmezler, çünkü cennete deniz yok, yalnız kara var. Tuba ağacı var, ama onun kerestesinden bir tırhandil teknesi yapsan bile, onu yüzdürecek deniz olmayınca kaç para eder?
      Gemiye manevra yaptırırken direkten güverteye düşüp ölen veya denize düşüp boğulan denizciler için Ulu Tanrı bir Cennet Gemisi yaptırmışmış. Öyle ya, denizsiz cenneti denizciler neylesin? Orası onlara cehennem olur.”


Gezgin Korsan Sosyal Medya Hesaplarını Takip Ediniz

               


*

    C. G.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #125 : Eylül 06, 2012, 17:39:52 »
Ne demek ses etmek Nilüfer?
Memnun bile oldum.  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
Ama kitap da okunmalı.... Alt tarafı 60-70 sayfalık bir hikaye kitabı.
*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #126 : Eylül 07, 2012, 13:32:46 »
S/S GÜLCEMAL (Masal gemi...) - OKTAY SÖNMEZ
ANILARDA GEMİLER- Ufkun Ötesinde Kayboldular


Ey Gülcemal Gülcemal
Dört tane direği var...

Bizim kuşağın göremediği, babalarımızdan, dedelerimizden yıllarca dinlediğimiz; manilere, türkülere karışmış, özellikle de Karadeniz kıyıları halkının dilinde masallaşmış, her şeyi ile efsane olmuş bir GÜLCEMAL...

1874 yapısı. Aynı yılın15 Temmuz’unda Belfast’ta GERMANIC ismiyle denize indiriliyor. Yüz kırk iki metre boy, iki baca, manilerdeki gibi dört direk ve gerektiğinde yelken açıp Atlantik’deki ünlü “mavi kurdele” hızına hız katmak için pruva direğinde (baş direkte) alt alta dört aykırı seren. Baca forslarında süt beyaz kocaman birer yıldız. Neden mi, çünkü gemiyi yaptıran, bir başka efsane geminin TITANIC’in de sahipleri olan White Stars firmasıdır.

30 mayıs 1825’te ilk seferine çıkan gemi, Avrupa ile Amerika arasında sadece deniz yolu ile gidip gelinen yılların en lüks vasıtası.

Bu dönemdeki seferlerinden birinde, - 1893 yılında – gemide Chicago’da açılmış bir sergiye görevli olarak gönderilen bir jön Türk de bulunmaktadır. Erbab-ı Kalem’den olan bu zat, sefere Liverpool’da katılan Ubeydullah Efendi, daha sonra yayınlanan hatıratında gemide çiçek yetiştirilen bir bahçe bile olduğundan söz etmektedir: “Yemek masalarının donatılmasında, her gün taze olarak bu bahçeden devşirilen renk renk çiçekler kullanılırdı”.

1902’de, iki yüz yirmi yolcu kapasiteli gemiyi Dominican Line 5 isimli Kanadalı bir başka işletme satın alır. İsmini Ottawa olarak değiştirip Avrupa’dan göçmen taşıyacaklar. Batıdaki, Büyük Deniz’in ötesindeki Büyük Kıta’nın uçsuz bucaksız kıyılarında, geniş topraklarında Avrupa’nın insanları, altın dahil, yeni umutlar, yeni serüvenler peşinde koşacaklar. Hayatlarını değiştirecekler.

O zaman kadar sadece birinci mevki yolcu kamaraları ile fukara yolcular için ambarlar, ranzalı koğuşlar var gemide. Ambarların belirli bir bölümünde de canlı inek besleniyor. Anlatmadan geçilecek gibi değil. ,Bu bakımlı inekler, sefer esnasında her sabah sağılıyor; birinci mevki yolcularına kahvaltıda taze süt ikram etmek için. Lükse bakın. Yıllarca dillere destan olmuş bir tatlar şöleni gemini yemekleri. Partiler, balolar, eğlenceler...

Kanadalılar lüks yolcularla birlikte iyi para getiren ambar yolcularının sayısını daha da artırmak için bu gemide inek besleme işine son vererek, ineklere ait hacimleri de ambar yolcusu mekanlarına katarlar. Böylece Kanadalılar Atlantik aşırı deniz yolu piyasasında yarışan şirketlerden biri olarak planladıkları ticari başarıya ulaşırlar.

Gemi, Osmanlı hükümetine ait Seyr-i Sefain İdaresi’ne geçtiği zaman otuz altı yaşındadır. On beş bin Osmanlı altını karşılığında satın alındığında gemiye devrin padişahı Sultan Reşat’ın, asıl lakabı Arnavut Sofi olan annesinin adı verilir: GÜLCEMAL, yani Gülyüzlü.

Uzun yıllar daha çok Karadeniz halkının sevgilisi olan, türkülerine, şiirlerine, hayallerine yerleşen GÜLCEMAL, giderek Anadolu kültürünün değişik bölümlerinde yer alır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında cepheye, erzak ve asker, İstanbul’a hasta ve yaralı taşımaktadır. Çanakkale’nin geçilmeye çalışıldığı o cehennem savaş günlerinden birinde, 27 şubat 1915’te Marmara’ya sızan bir İngiliz denizaltısı GÜLCEMAL’i torpiller. Bu kez GÜLCEMAL’in kendisi yaralı olarak iki yıl sürecek tamir için İstanbul’a döner. Bu arada savaş bitmiştir. Ama Anadolu’nun üstünde hala karanlık bulutlar vardır. Anadolu üzerine bin bir oyun düzenlenmektedir. Savaş sonrası, Türk cephelerinde Türklerle birlikte çarpışan Alman askerlerinin yurtlarına götürülmesi işi GÜLCEMAL’in tamir sonrasındaki ilk görevidir.

Olaylar hızla gelişir. 1919 ve Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı... Bir kalpaklı süvari Samsun’dadır. Amasya’dadır. Sivas’ta, Erzurum’dadır ve sonunda Ankara’da daha sonra İzmir Kordonboyu’nda olacaktır. Hızla geçen bu birkaç yıl içinde GÜLCEMAL, Atlantik aşırı bir sefere çıkan ilk Türk gemisi olarak Köstence, İstanbul, Napoli ve Marsilya uğraklarından sonra New York yolundadır. Yıl 1920-21. Gemiyi, Dedeyan isimli bir Ermeni broker, Ottoman America isimli bir denizcilik işletmesine kiralamıştır. Hikayesi uzun, hazin ve renkli. Bu arada Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak günleri yaşanmaktadır. Anadolu’da pek çok olay olmaktadır ki buralara sığacak gibi değil. Anadolu toz, duman, ateş olan bir can kavgasının ortasındadır.

5 haziran 1926...

Cumhuriyet’in üçüncü yılı. Gazi, GÜLCEMAL’de yolculuk yapmaktadır. Gemi defterinde el yazısı ile takdir ve teşekkür ifadeleri yer alıyor. “ Müdürü Umumi Beyefendi’ye, gemi kaptanı ve bütün mürettabatına teşekkür ederim.” Bir gün yolunuz düşerse Karaköy’deki (TDİ) Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait mütevazi müzeyi görünüz. Orada GÜLCEMAL’den kalma bir piyano var. Kaçamak bir dokunuşunuzla, özellikle müzeleri kendine mesken tutmuş o ince hüzün yayılır tuşlarından. Ama GÜLCEMAL bir kuşağın gönlünde, bu yurdun şairlerinin dizelerinde, okul kitaplarında yerini almıştır artık ve hep oralarda yaşayacaktır.

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır,
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Çocukluğum
Gülcemal’le gider İstanbul’a
Gülcemal’le gelir.

Bedri Rahmi Eyuboğlu

Sonunda, çoğu geminin nankör kaderi onu da bulur. Yıl 1950. gemilerin, denizlerin kraliçesi GÜLCEMAL hurda olarak İtalyanlara satılır, eritilip kalıplara dökülmek için. Yeni borda sacları, yeni kemereler, omurgalar, köşebentler olmak için. Yeni, yepyeni başka gemiler olmak, yeniden doğmak için bu doyulmaz denizlerine dünyanın.




*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #127 : Eylül 08, 2012, 08:55:52 »
S / S ANKARA - Haldun Taner - Ölürse ten ölür canlar ölesi değil


Osmanlılar Avrupa’ya gidecek olunca ilkin vapurla Köstence’ye geçer, oradan trene rakiben (binerek) Avrupa’ya uzanırlarmış. Eski telgraflarda, eski mektuplarda, eski gazete haberlerin- de “Köstence tarikiyle (yoluyla) Budapeşte’ye hareket ettik”, “Köstence tarikiyle Fransa’ya gi den Maliye Vekilimiz Paris’e vasıl oldu” gibi klişelere sık sık rastlanırdı. Ünlü Orient Express Sirkeci’ye sarkınca Köstence yerine bu defa da Sirkeci Garı, Avrupa’nın eşiği oldu idi.

Öte yandan, İstanbul limanından Avrupa’ya Türk gemileri de kalkar oldular. Bunların öncülerinden biri Gülcemal Vapuru idi. Gülcemal, kalkarken, güvertesinde orkestra İzmir Marşını çalardı. Yine bu Gülcemal bir keresinde seyyar (gezici) sergi olmuş, Türk mallarını sempatik tezgahtarlarla Avrupa’nın limanlarına tanıtma gezisine çıkmıştı. Ondan sonra Samsun, Tarsus, Aksu ve başka gemilerimiz bu yollarda vızır vızır işler oldular. Ama Ankara’nın, kabul etmeli ki, onlar arasında bambaşka bir yeri, bir saygınlığı vardı.

Özyaşamı

6179 gros tonluk, 125 metre boyunda ve 675 yolcu alabilen bu vapuru, Amerikalılar lüks ekspres servislerde kullanmak üzere 1927’de yapmışlar. Genç kızlık adı Solac olan geminin o yıllarda yirmi mile yaklaşan bir hızı varmış. New York - Havana arasında yıllarca turist taşımış durmuş. İkinci Dünya Savaşı patlak verince de, hızı yerinde ve bol kamaralı oluşu göz önünde tutularak, yaralı taşıyan bir hastane gemisine dönüştürülmüş. Bizim Denizyolları, savaş sonrası gemiyi Amerika’dan satın aldı. Bu nazeninin İstanbul’a İlk gelişini dün gibi hatırlarım. Limana pek de yaraşmıştı. Yarısı yolcu, yarısı yük taşımak için yapılan sıradan gemilerden apayrı estetiği vardı. Mekânını ambarlara harcamak zorunluğunda olmadığından tüm hacminin yüzde seksenini yolculara ayırmış, tam anlamıyla bir “yolcu gemisi” idi. Hani birkaç kocadan arta kalmış olmasına, yıllar boyu hızlı yaşam sürmüş olmasına karşın hiç kocamayan, genç kızlarla aşık atan havalı kadınlar vardır. Onlara benziyordu. Kendini dirhem dirhem satmasını biliyordu. Marmara’da kuğu gibi süzülüyordu. Seyrederken değil, dururken bile bir tupesi vardı, edası vardı. Benim, diyordu. Albenisi vardı. Türk, yabancı herkes, devlet adamları, sanatçılar, aktörler, sporcular, gazeteciler Ankara’yla seyahat etmek için can atarlardı.

Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganının bir benzeri şimdi de Ankara vapuru yolcuları için söyleniyordu.
«Ne diyorsunuz? Ankara ile mi gidiyorsunuz? Ne mutlu size. Ne mutlu Ankara ile gidene.”

Ankara vapuru denince Şefik Kaptanı anımsamamak olur mu? Çoğu gemilere havasını veren süvarileridir. Şefik Kaptan da Ankara’nın ruhu idi, üslubu idi, simgesi idi. Şefik Kaptan benim yakınım olur. Ailede anlatırlar. On on iki yaşında başlamış onda denize vurgunluk. Lodoslu havalarda onu kimse evde tutamazmış. Atlarmış ada vapuruna, fırlarmış güverteye ,deniz göklere çıkarken dört köşe olurmuş sevinçten. Sonunda âşık olduğu mesleğe girmiş. Bu gün de okyanuslarda hâlâ dümen başında. . Özel bir şirketin en korkusuz kaptanı olarak sevgili dalgaları ile başbaşa yaşıyor. Mesleğini onun kadar seven başka bir süvari tanımadım. Esprileri, efendiliği, tükenmez neşesi yanında ben onun en çok mesleği ile bu tüm özdeşleşmesini severim.

Amansız Zaman

İnsanların olduğu gibi, tüm eşyaların da zamanla bir yarışı var. Akıntıya kürek çekercesine… Her seferinde de bu yarışın galibi aynı oluyor: Zaman. En gergin tenleri kırış kırış eden, en parlak bakışları donuklaştıran, en uyanık zekâları bulandıran zaman, gemilerin de çeliğini, motor gücünü, koordinasyon yeteneğini yıpratıyor, yaşlandırıyor. Ankara gemisi de öyle. Mihrab yine yerinde görünmeyi becerse de her uğradığı iskelede boyasını tazelese de, yine de orta halli bir fırtınada sapır sapır titremekten, iniltiler, hırıltılar çıkarmaktan kendini alamıyor. Süvarinin, çarkçının komutuna bütün iyi niyetine karşın uyamıyor.

Ellinci yılını dolduran bu emektar ve tarihi geminin Camialtı Tersanesinde kızağa çekilmesinden iki hafta önce yaptığı son Akdeniz seferine biz de tesadüfen katılmış bulunduk. Bir zamanlar gönülleri büyüleyen ünlü bir güzelin düşüş ve yaşlılık haline tanık olan her eski hayran gibi içimizi nostaljik bir hüzün bürüdü. 0 eski şuh ve çekici nazenin şimdi sap derken saman diyen bir deli saraylıya dönmüştü. Giderken giderken motorları arıza yapıyor, yarım yolla gitmek zorunda kalıyordu. Varacağı yerlere hep gecikme ile vardı. Çok kaprisli olmuştu. Bodrum’da biraz deniz var diye demir taradı, liman da barınamadı. Yolcuların bir kısmını karada bırakıp kalkış saatinden altı saat önce çekti gitti. Düdük bile çalmaya üşeniyordu. Belki de sesi kısıktı. Isıtma düzeni baştan başa bozuk olduğu için soğukta yolcuları titretiyordu. Yorgunluğu, bezginliği halinden belli idi. “Çabalama kaptan ben gidemem” der gibi melul, mahzun bir hali vardı. Kapağı bir an önce Haliç’e atmak istediği anlaşılıyordu

S / S Ankara’nın satış bedeli saptanıp ihaleye çıkarılacağı haberi bütün onu seven eski hayranlarını ve Ankara’nın birer parçası sayılan Şefik Kaptanları, Suat Kaptanları, İhsan Kaptanları, Can Babaları çok üzmüş olsa gerektir. Çünkü S/S Ankara bir yakın tarihti. Acı tatlı anılarla yüklü idi. Onun hurda fiyatına satışa çıkarılması eski şanına olduğu kadar, bu romantik aylasına da aykırı düşüyordu

Ama neylersiniz, yaşamın kuralı bu. Acı macı katlanılacak. Şanlı Yavuz bile aynı yazgıdan kurtulabildi mi? Zaman buldozer gibi yürüyor, gençler yetişiyor, eskiler devreden çıkıyor. En akıllı davranış galiba bunun farkına vaktinde varıp yazgısına olgun bir gülümseme ile katlanmak

S / S Ankara’ya güzel bir emeklilik, deniz oteli, eğlence gemisi, yüzen restoran gibi, yine de yaşamla ilişkin bir işlev dileriz. Parçalanmak, sökülmek, hurdacı depolarına yığılmak jilet olmak ona hiç yaraşmıyor

*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #128 : Eylül 11, 2012, 09:18:39 »
BİR VAPUR - Sait Faik Abasıyanık - Bütün Eserleri 1, Semaver

Dün, ona Galata rıhtımında rastladım. Çelik ve demir vücuduyla hassas bir sporcuya benziyordu. Çıplak ayaklı bir küçük serserinin yanı başındaydı. Halatlarının bağlandığı demirlerden birine ayağımı dayadım ve elimi çeneme koyarak onu seyrettim. Beni alıp götüren, beni alıp getiren mahluku doya doya sevdim. Bu vapur, “Tadla” yeni Türk vapurlarından “T” vapurudur.
Fransa’ya tahsile gitmiş talebeden “Tadla”yı tanımayan kim vardır?. Kim bu vapurun üçüncü mevki güvertesini yıldızlı temmuz geceleri adımlamamıştır?
“Parnas” dağının güneşli, altınlı ve karlı ebedi zirvesini, Stromboli’nin eteklerindeki beyaz kasabaları, Vezüv’ün kızıllığı altında gülen beyaz şehri mavi Mesina’yı, vahşi Korsika’ yı ve nihayet kahpe Marsilya’yı bati seyri ve ağır vücuduyla, bize gösteren “Tadla” olmadı mı?
Şaşı gözlü, kaptan tavırlı metrdotelin limanlara yaklaşırken gösterdiği tevazuu, sevimliliği unuttunuz mu? .
Ben, bu gemide Korsikalı muçolar tanımıştım ki, güverteyi silerken kafalarının güzelliğine ve lisanlarının çevikliğine hayran kalmıştım.
Gemiciler tanıdım ki, gece yarısından sonra kopmuş fırtınaların ve uzak, esrarengiz Çin şehirlerinin ıslıklarını güvertelere yaydılar.
Birinci mevkiden üçüncü mevkideki sevgililerini görmeğe gelen anormal prensesler on altı yaşında rüya kadar güzel çocuklarının gözü önünde flört eden Rum kadınları gördüm. Ben bu vapurda cömert Yahudilere, dost Ermenilere, lâubali şen İngilizlere, ciddi Fransızlara rastladım.
Marsilya limanından kalkıp Pire’ye gelinceye kadar geçen beş gün zarfında, tam bir arkadaşlıkla bağlandığım küçük bir çocuğu, beş gün sonra, elem ve hüzünle terkettim. Beş günde, iptidai tahsilini beraber yapmışız gibi, binbir çocukça hatıra ile ayrıldım. Tesadüf bir gün bizi karşı karşıya getirirse; onu çocukluk arkadaşlarımdan. hiç ayırmadan,
‘Sizinle —diyeceğim—, hangi mektepte beraber okumuştuk?
Yine bu vapurda bir kız tanıdım. Bir delikanlı .seviyordu, buna,
—‘ Ne eşek şey o —diyordu—. Ben onu o kadar sevdiğim halde, bir sabah gelip de “bonjur” demiyor, yanıma tesadüfen gelse bir kelime konuşmuyor.
Ben o kıza,
— Ben varım ya —diyordum.
—Ah —diyordu—, sen çirkinsin.
Yıldızlı ve karanlık güvertede başbaşa oturuyorduk. Elini tutuyordum. Gözlerini kapayıp delikanlıyı tahayyül ederek elimi sıkıyordu.
Yavaşça kulağının dibine,
— Hepsi bir değil mi? —diyordum—. Karanlık gecede, hepsi, hepimiz bir değil miyiz? Yalnız, kadın ve erkek olsun. Gözlerini kapa, tahayyül et.
0, karanlıklar içinde güzel çocuğu tahayyül ederek ince duman vücuduyla vücuduma yaslanıyordu.
Yine vapurda tanıdığım bir papaz, bir dostu bir limanda bıraktığım ve perişan bir halde düşündüğüm zaman yanıma yaklaşıp bana:
— Zevk —demişti—, en uçucu şeydir. En hurdebini delikten kaçan bir gazdır. Onun için değil midir ki, zevki mütemadiyen değiştirmek lâzımdır. Fakat değiştirilişin sonundaki bu melâle, hüzne, ıstıraba tahammül edilir mi? Evlâdım, yegâne saadet Allahtır.
Sonra karanlıktan ve kimsesizlikten beklediğim teselliyi bir papazdan aldığım için, kızardım.
Fakat geceydi. Kocaman gökler ve yıldızlar vardı. Seren mütemadiyen parlak bir yıldızı gösteriyordu. Samanyolu berrak ve şeffaftı. Gözlerimi göğe kaldırdım. Boşluğun içine saklanmış, düşüne düşüne yarattığım Allaha güvenerek gözlerimi kapamış ve o gece, “Tadla”nın güvertesinde müsterih bir çocuk uykusuyla uyumuştum.


*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #129 : Eylül 13, 2012, 14:56:39 »
DENİZ ÜZERİNE PENCERE - Eduardo Galeano - Yürüyen Kelimeler

Hiçbir yere çakılı değil. Dağların ve ağaçların kaderleri köklerindedir, ama deniz bizim gibidir, avare hayata mahkum.

Deniz tutkunları: bizler, kıyı insanları, toprağın yanısıra denizden de yaratıldık. Farkında olmasak da çok iyi biliyoruz ki, sislerin arasında o bardan bu bara, şehrin sokaklarında kabarmış dalgalarda yol alırken, aslında o gece bizi bekleyen limana ya da deniz kazasına yolculuk ediyoruz.
*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #130 : Eylül 13, 2012, 15:00:35 »
DENİZ DİBİNDE İLKYAZ - Jean Cocteau

Deniz dibinin de mevsimleri vardır.Yeryüzünde olduğu gibi ilkyaz en güzel mevsimlerden biridir. Mercan tomurcuklanır ve süngerler ciğerlerine doldurur mavi suyu. Bir alageyik ormanı uskur sesini dinler. Denizin göğü çok yükseklerdedir. Bir balon güdümcüsü düşer denizin göğünden. Yavaşça düşer ve yuvarlanır kumda. Çiçekler ayakta uyur ve elveda diyen bir kalabalık vardır hep. Balıkçıllar üzerine konar. Denize koca öpücükler kondururlar. Manzaranın ışıklandırılmasına bakınca kendimizi bir fotoğraçıda sanırız. Bir köşede fokurdar hava kabarcıkları. Kirli suyu değiştiren bir vanadan çıkar hepsi.
*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #131 : Eylül 14, 2012, 12:47:08 »
DENİZ KIYISINDA - Ahmet Haşim - Türk Nesir Antolojisi


           Güneşin hararetinden kaçanlar, deniz sularının serinliğine sığınıyor. Deniz, tehlikeli deniz, uslu bir fil gibi hortumunu toplamış, toprağın çıplak çocuklarını sırtında eğlendiriyor. Kumsallardan birine gittim ve koskoca denizle insan zerrelerinin dostça oynaşmalarını neş’e bulmadan seyrettim. Denizin çıplak insana bu zelilâne inkıyadı ne gülünçtü! Morfinle asabı uyuşturulmuş, uyuklayan ve çoluk çocuğa gösterilen bir kafes aslanı kadar gülünç! Büyük kuvvetlerin itaat halinde görünüşü ruha ne ağır bir eza veriyor! Ölgün yaz denizini seyrederken bu ezayı, ruhu perçinleyen bir kuvvetle hissettim.
           Denizin bu halsizliği karşısında, şehrin beyaz etli zebunküş insanı ne cesur ve ne küstahtı! Sarkık etli, iri karınlı kadınlar, saçı dökülmüş erkeklerle, bu dişsiz tırnaksız sular içinde boğuşuyor, taklak atıyor, batıyor, çıkıyor ve bir aslan leşiyle oynayan sineklerin neş’esiyle zıplıyordu.
           Muazzam tekneleri, hafif oyuncaklar gibi sallıyan deniz, hakiki çocuklarına tunçtan daha sert kırmızı bir ruh yuğuran deniz, geniş kollarıyla kıtaları birbirinden ayıran deniz, bin türlü ejderlerin vatanı deniz, kalabalık bir şehrin nevrastenik halkına bir havuz vazifesini görmeğe razı oluşun ne hazindir!
           Denizi sevenler, rüzgar ve fırtına mevsiminin hulûlüne kadar sahillere hiç uğramamalıdırlar.

*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #132 : Eylül 14, 2012, 13:05:11 »
katkılarınızla şimdiye kadar bu topik de elliden fazla kitaptan alıntı yapılmış oldu  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
 
okuduğunuz kitaplardan alıntı ve yorumlarınızı ekleyin, güzel bir kaynak olsun  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
daha önce alıntı yapılmış bir kitabın sizin sevdiğiniz başka bir bölümünü de ekleyebilirsiniz. bazı kitaplar daha çok ilgiyi hakediyor  Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap
*

    M. D.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #133 : Aralık 14, 2012, 00:13:45 »
Nilüfer korsan,
Harika bir yopic açmışsınız. Bir kaç tutam tuz da ben atayım Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş YapResimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş YapResimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap

ÖZGÜRLÜK HATTININ BATISINA
Özkan GÜLKAYNAK


KAPTAN HATTERASIN MACERALARI
Jules VERNE


*

    N. Ö.

Ynt: deniz/yelken kitaplarımdan rastgele seçmeler..
« Yanıtla #134 : Aralık 14, 2012, 00:30:36 »
öyle kitap ismi yazıp kaçmak yok, içinden bir alıntı paragraf paylaşmalısınız Resimleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Ol veya Giriş Yap