Bayram haftası Turgutreis'den çıkarak
2008 model Beneteau Cyclades 43.4 ile misafirlerimizle
Gökova turu yaptık.
Çoğu gece gündüz rüzgarlı dolayısı ile yelkeni bol, dönüş yolu biraz rüzgara karşı hoplamalı zıplamalı, bol yemeli içmeli, hem ekip olarak bizim hem misafirlerimizin mutlu olduğu güzel bir tur oldu.
Sadece turumuzun ilk gecesi can sıkıcı bir ocak-tüp tecrübesi yaşadık, bunu aşağıda paylaşmak istiyorum;
Turgutreis'den çıkıp
Bodrum-Akvaryumda mola verip akşam için
Orak adasına vardık, herkesin keyfi maksimum seviyede, yemek stoklarımız süper, ilk akşam için en havalı yemeğimiz ocakta pişiyor, sofra kuruldu, içecekler ve mezeler masada yerini aldı, ziyafete son 15-20dk kala içeriden
Cavidan (
eşim, gemicim, aşçımız, gemimizin direği!) seslendi "
Tüp bittiiii!"..
ahaa! dedim.. charter teknesi, normaldir, önceki turun kalan tüpü takılı tabi, bitmiştir, hemen yenisini takayım..
"
2dk da takıyorum, az beklee.." dedim..
geçtim kıça, tüp dolabının önündeki pasarelayı söktüm kenara aldım, asılı birkaç usturmaça vardı onları kenara bi yere aldım, dolabı açtım, eski tüpü söktüm, arkaya koydum, yeni tüpün (2kg piknik aygaz) jelatinini söktüm, contanın durumunu kontrol ettim ve beğendim, hızlı bir hamleyle dışarı pek gaz kaçırmadan taktım ve sıktım. içeri bağırdım "
tüp tamamdııır!"..
içeriden bir cevap beklemeden dolabı ve önündeki ıvırları eski pozisyonlarına almaya başlamıştım ki içeriden bir ses daha,
"
yanmıyooor!"..
ups! başlıyor! :O
- selenoidi açmamışsındır, kapatmışsındır, onlara bak..
- baktım, açtım kapattım, ışığı da yanıyor, ama ocak yanmıyor!
- dur ben geliyorum..
yemek masasına kurulmuş misafirlerin üstünden atlayarak içeri geçtim, panodan selenoidi açıp kapattım, ocağın yanındaki ışığının yanıp söndüğünü gördüm, ocağa geçtim, sanki 5 yıldır her türlü denizde, onlarca çeşit tekne ve ocakta, yüzlerce kişiye aşçılık yapmış Cavidan'ın yakamadığı ocağı ben yakacakmışım gibi, açıyorum ocağın düğmesini, basıyorum dibine kadar, çakıyorum çakmağı!..
ocak
normal gibi yanmaya başlıyor, içinde bir umut ışığı yanıyor, ve ocak 1sn içinde ciiiuuv diye alevi
küçülüyor ve sönüyor...
içindeki umut ışığıyla beraber..
az bekliyorum, daha çok bastırıyorum düğmeye, bir daha çakıyorum,
umut alevimiz yanıyor ve ciiiuuv sönüyor..
haaa! tamam yaa!
selenoid bozulmuş!.. olur öyle diyorum.. az bekleyin..
takım sandığını çıkartıp içinden birkaç malzeme alıp yine dışarı tüp dolabına sokuyorum kafamı..
selenoidi tutuyorum elime, oldukça sıcak..
ohh! diyorum, kesin arızalı..
Cavidana sesleniyorum, "
panodan selenoidi aç kapa.."
açıp kapıyor, selenoid elimin içinde çıt-çıt açıp kapatıyor..
Hmmm.. çıt çıt yapıyor, elektriksel olarak çalışıyor ama
kesin içi tıkalı.. fiziken çalışmıyor..
eminim.. devreden çıkartıcam bu mendeburu..
karşımdaki sistem sırası ile şöyle;
tüp > vana > hortum > dedantör > hortum > selenoid > hortum > ek nipel > hortum ve tekne gövdesine giriyor..
hangisini söksem, hangisine kime bağlasam diye bakarken yemek masasında çatal bıçakları elinde yemek bekleyen aç misafirlerimizin homurtusu ile
düşüncelerim hızlanıyor ve hiçbir dişli parçanın diğerine uymayacağını idrak ediyorum..
kesilecek, eklenecek!tüp ile dedantör arasındaki kısa hortumu (pigtail) tam ortasından kesiyorum, tekne gövdesine giren hortum üzerindeki eki söküyorum ve hortum çapı nipele dar gelsede
tükürük ve kaba kuvvet ile geçiriyorum ve kelepçeyi sıkıyorum, bir yandan bağırıp bir yandan vanayı açıyorum, "
tamamdıııır! yakabilirsin!"..
o yorgunlukla kıçta oturup gaz kokulu ellerimle kel kafamdaki terleri silerken içeriden gelen acı ses ıssız koyda yankılanıyor,
"
Yanmıyooooor!!"... "hiçbir değişiklik yok, aynı.. az yanıyor, sönüyoooor.."
nası yaa!! nası olur??tüpten sonra 30cm hortumla tekneye giriyor, ne dedantör, ne selenoid, ne başka bişey yok arada..
nasıl yanmaz!??sadece vana var.. vana mı bozuk acaba?
söküyorum, gözle kontrol ediyorum,
küresel vana tertemiz çalışıyor..ilk şok sonrası kafam tüp dolabı içinde düşünürken artık bu dolap içinde bir sorun olmayacağını,
sorunun ocak tarafında veya arada bir yerde olacağına karar veriyorum.. çıkıp misafirlerimizin üzüntülü bakışları arasında ocağa gidiyorum..
hakikatten hiçbir değişiklik yok, yanıyor, 1sn sonra ciiuuv sönüyor..
gözlerden birinin memesi tıkanmış diyeceğim, yok, 3 göz ocak ve fırın aynı davranıyor..
yinede tüm memeleri iğne ile kontrol ediyorum, fırının arkasında girişi kontrol ediyorum, gelişine bakıyorum filan hepsi tamam..
fırını sökmeye karar veriyorum! (yerinden çıkartmak değil, içini sökmek!)
Kolay zaten, 4 yıldız vidaya bakıyor.. O sinirle 1dk sonra söktüm bile..
üst tablayı kaldırıyorum, içeri bakıyorum,
borular filan tertemiz pırıl pırıl bana bakıyor..
bir kusur göremediğim için
hayal kırıklığı ile kapatıyorum..
Fırının üst vidalarını sıkarken artık kıç tüp dolabından fırına kadar
gelen hortumun bir yerlerde ezildiğine eminim!tüm misafirleri masadan kaldırıyorum,
muhteşem kurulmuş yemek masasını neredeyse ağlamaklı gözlerle kaldırıyoruz..
herkes üzgün, moraller bozuk.. kimseden ses çıkmıyor.. benim kelimden şakır şakır terler damlıyor..
masayı kapatıyoruz, portucu açıyoruz.. (
eyy! beneteau! masa kapanmadan açılmayan portuç nedir la!)
içindeki tonlarca yedek halat, kova, fırça, ıvır zıvırı boşaltıyoruz, yerlerine ben giriyorum, tüp dolabına doğru sürünüyor hortumun girdiği yeri buluyorum, hortum portuçtan ilerlemiyor aşağı kamaraya doğru iniyor..
çıkıyorum, portucu geri doldurmalarını söyleyip kıç iskele kamaraya gidiyorum, kıç dümen dolabının olduğu kapağı açıyorum, yarı belime kadar içeri sürünüyor el feneri ile
hortumu takip ediyorum.. aşağı doğru gelen tertemiz hortum direk kamaradaki yatağın altına giriyor..
girdiğim yerden çıkmam geri geri zor oluyor.. sadece çıkmak için oracığa bir bardak kadar ter döküyorum..
zaten darmadağın olmuş yatağı alttaki tahtaları ile birlikte kaldırıyor altına giriyor tüm yatağı ve tahtaları sırtıma bindiriyorum..
hortum kıç su tankının yanında gayet temiz ve güvenli şekilde salona doğru ilerliyor..
hiçbir sorun bulmamış olmanın sıkıntısı ile sırtımdaki ağırlığı farketmiyorum bile..
sırası ile kamaradaki elbise dolabı içini, banyodaki lavabo dolabı ve atık tankı dolaplarının içini kontrol ediyorum ama hortum görülmüyor, daha derinden görülmeden fırına kadar gidiyor sanırım..
tekrar fırının yanındayız.. durum aynı ve ben çaresizim..
tekneyi
kiraladığımız firmanın teknik sorumlusunu arıyorum.. durumu ve yaptıklarımı özetle anlatıyorum..
beni bildiklerinden hiçbir tavsiyede bulunmuyorlar..
servis göndereceğiz, neredesiniz diyorlar..
ertesi sabah kahvaltı öncesi 8 gibi
Kargıcık koyunda buluşmak üzere sözleşiyoruz..
dışarı çıkıyorum..
moraller berbat.. yemek yenmemiş, üstelik yarı pişen muhteşem yemek çöpe gitmiş, ıvır zıvır atıştırma yapılmış, herkes bi tarafa dağılmış, gidip yatan bile var..
morallar yerde..yemek işi bir geminin ana moral kaynağı.. bi kere daha tecrübe ediyorum..
kabuslu yarım yamalak bir uyku ile sabahı ediyorum..
kimseyi uyandırmadan
koltuk halatlarını ve demiri bırakıp yelkenle kaçmak istiyorum buradan!
öyle olmuyor tabi.. bot ve kürekle sessiz şekilde koltuk halatlarını alıyoruz ama demiri vira ederken misafirlerimiz uyanıyor..
uyananlara verebileceğimiz sıcak bir çayımız, kahvemiz bile yok! Rezillik!
sabahın o serininde ter döküyorum şıpır şıpır..
15-20dk sonra Kargıcık koyunun dibindeki tesisin iskelesine vardık bile..
ama iskeleye yanaştırmıyorlar.. özelmiş bıdı bıdı.. arıza diyorum, usta diyorum, ıhh diyorlar..
peki deyip iskelenin 15m ötesine 3m derinliğe funda demir, beklemeye geçiyorum..
yarım saat sonra dayanamayıp arıyorum, "
nerdesiniz usta??"..
"
abi geliyoruz.. ama koya inen yol çok kötüymüş, arabayı bıraktık aşağı yürüyoruz, 10-15dk'ya oradayız.."
alla ala!
koskoca turistik tesisin yolu kötü müymüş? ulan yine bi tufaya mı geliyoruz, ne oluyor!?
terliyorum.. off..
10dk sonra telefon çalıyor.. "
abi biz geldik.. siz neredesiniz??"
- ulaayn! iskelenin 15m önünde bi tane yelkenli tekneyiz, siz neredesiniz asıl!??
- abi biz iskelenin üstündeyiz, burada yelkenli yok! yanlış yere mi gittiniz?
- ne yanlışı yahu! konuştuğumuz yer bura değil miydi?
- abi bi konum atsana..
- al sana konum..
- haa! abi biz az daha gerideyiz, bizi tesise sokmuyorlar, az geride küçük bi balıkçı iskelesi gibi bişey var, oradayız gel..
- #@$@@# geliyorum...5dk sonra uyduruk bir beton iskelenin önündeyiz.. yanaşmak mümkün değil.. 2.5m'ye funda demir..
botla ustayı, çantasını ve şirket elemanını alıp tekneye getiriyorum..
herkes sıcak bir çay içebilme umuduyla kurtarıcımız ustaya bakıyor!ustaya detaylı bir özet geçiyorum..
tamam diyor..
benim yaptığım şeylerin aynılarını tek tek, hemen hemen aynı sıra ile yapmaya başlıyor..
daha az terleyerek ve daha kısa sürede tüm hepsini aynen yapıyor,
kontrol ediyor, ama sonuç yok..
ustanın ağzından "
hayatımda böyle şey görmedim!" cümleleri duyuldukça misafirlerimizin moralleri bir daha çöküyor..
kurtarıcımız çaresiz! aman tanrım!
usta kafası tüp bolabı içinde bişeyler denerken en son elinde benim kestiğim vana ile selenoid arasındaki 30cm'lik kamçı hortum (pigtail) ile çıkıyor.. bir o tarafından üflüyor, bir bu tarafından.. off puff ların arasında "
alla alaaa!" nidaları çıkıyor ustadan..
en son hortumun dişli tarafına
tornavidasını hunharca saplıyor usta..
kanırtıyor.. ittiriyor.. zorluyor...
ve ÇIT! küçücük bir bilya fırlayıp güverteye düşüyor!buldum diyor! usta ve teknedeki tüm gözler parlıyor.. HAALELUYAA! Resimleri görebilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol veya Giriş Yapbla bla bla...
herşey eski yerine monte ediliyor,
ocağımız insan gibi yanmaya başlıyor..sorun, tüp ile selenoid arasındaki kısa kamçı hortumun dişli kısmının içindeki basit bilyalı bir sistem imiş.. (Bknz: resim)
bilya sökülüp atıldı.. sistem normal çalışmaya başladı..
Sonraki günlerimiz çok mutlu mesut geçti.. hiç terlemedim..Resimleri görebilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol veya Giriş Yap