Seyrin ilk bölümü gerçekten keyifliydi. 1200 devirle, 4,7-5 knot aralığında ağır ağır ilerliyorduk. 12-14 saat bir yolculuk ön görmüştüm. Pruvamızda hava sıklıkla değişiyordu ama hala sakin, rüzgarsız bir denizde ilerliyorduk. Düşündüğüm kadar ölü denizde kalmamıştı. Wind Guru’yu da dikkate alınca biraz uykusuzluk dışında ciddi bir sorun görünmüyordu önümüzde.
Yeşilköy hizasında deniz biraz kabardı ama pek rahatsız edici boyutlarda değildi. Tüm hazırlığımı yapmış, ilk kez yelken basmak için bekliyordum ama bir türlü beklediğim rüzgar gelmiyordu. 3-4 knot civarında esmeye çalışan bir hava vardı sadece. Küçükçekmece açıklarına yaklaşırken tablo değişmeye başladı. Dalgalar iyice irileşti. Hızımız kafadan gelen dalgalarla birlikte 4 knot civarına düştü. Uzun yolu ve tüm geceyi düşünerek daha fazla yol vermedim makineye. Bir süre sonra Nükhet’i deniz tutmaya başlayınca tadımız kaçmaya başladı iyiden iyiye. Esenköy ve Mimar Sinan girebileceğim yakın mesafedeki yerlerdi ama orta suda gidiyordum ve bordadan gelecek dalgalarla seyir hepten zorlu bir hal alacaktı. Bir süre üzerine düşündükten sonra Nükhet idare edebilirim diyince tekrar orijinal rotamıza koyulduk. Ambarlı açıklarında deniz çıldırdı. Artık yol almıyor, debeleniyorduk. Sanırım bir ya da iki saatimiz Ambarlı önlerinde debelenerek geçti. Göt kısmetten çıkınca yağmur da yetişti ve eksik halka tamamlandı. Gerçi buna yağmur demek de haksızlık olur, blok halinde inen bir su, şimşekler, gök gürültüsü… Anladık ki gece daha yeni başlıyor.
Yağmurla birlikte dalgalar makul bir yüksekliğe düştüğünde Büyükçekmece açıklarındaydık. Gece boyunca karadaki zabitimiz Cenk ile yolun devamını değerlendirip Ereğli’ye girmeye karar verdik. Yağmur, şimşek ve gök gürültüsü devam ederken dalgalar artık daha makul mantıklı boyutlara gelmişti ve Nükhet de biraz kendine gelebildi.
Büyükçekmece açıklarında 3,5-4 knot hızla seyrederken bir yandan da sık sık hava raporunu kontrol ediyordum. Gece boyunca yolumuzun üzerinde 18 knot üzeri hava görünmüyordu ama kıllanmıştım bir kere. İtiraf etmeliyim ki sıkılmaya da başlamıştım. Ereğli hala 32 mil ötemizdeydi ve hızımız 4 knot’ı aşamıyordu. Hatta zaman zaman 3 knot’ın altına dahi düşüyordu. Zabitimiz Cem bir kez daha aradı ve Silivri’den sonra dalgaların daha da küçüleceğini ve barınakta hazır bekliyor olacaklarını söyledi.
Yağmurdan sıkılmış halde ağır ağır debelenirken birden makine dairesinden tangır tungur bir ses geldi ve motor sustu. Gelen ses olmasa pek etkilenmezdim ama o sesi duyunca itiraf etmeliyim ki ürperdim. Hemen kontağı kapatım makine dairesinin kapısını açtım, içeri baktım ve şok oldum. Motor takozlardan kurtulmuş ve sancağa doğru kaymış!!! Bildiğin yerinden çıkmış!
Daha iki saat kadar önce Nükhet sormuştu, motora bir şey olsa ne yaparız diye ve tam da sorduğu oldu. 23:37 itibarı ile motorsuz kaldık. Önce kara zabitimiz Cem’i arayarak durumu anlattım ve hemen bir tekne bulmak üzere en yakınımızdaki Mimar Sinan’a yöneldi. Ardından Sahil Güvenlik’i aradım. Tabi bir kez daha aynı sonucu aldım. Telsiz çağrısı yanıtsız, telefon çağrısı hikaye; telefon açılıyor ancak telesekreterden öte geçmiyor. Hemen Ayvalık’ta görevli Sahil Güvenlik Komutanı arkadaşımı aradım ve durumu anlatıp koordinatlarımı verdim. O operasyonu Ayvalık’tan başlattı.
Hali hazırda durumumuz şöyleydi; Büyükçekmece’nin 6 mil kadar açığında, kaba denecek dalgaların arasında kontrolsüz bir şekilde ve abartılı yalpalarla sürükleniyorduk. İlk telefon Cem’den geldi. Yanında bir balıkçı vardı ama anlaşamadılar. Ardından Sahil Güvenlik merkezinden arayıp konum ve durumumuz hakkında bilgi aldılar ve birazdan tekrar arayacaklarını söylediler. Geçen zaman zarfında Nükhet kontrolsüz bir şekilde çamaşır makinasına dönen Yengeç’te bir kenara kıvrıldı kaldı. Ben ilk on dakikanın sonunda yalpaya alıştım. Batmayacağımıza ikna olunca bir sonraki level’a hazırlanmaya başladım.
Önce ikimize de birer can yeleği giydirerek başladım. Ardından çevreyi kontrol ettiğimde bir kez daha dehşete düştüm. 2,5-3 knot hızla gemi yoluna doğru sürükleniyorduk. Gurcata aydınlatmaları dahil ne varsa açtım. Parti teknesine döndük resmen. Sonra telsizden Türk Radyo’ya konumumuzu ve durumumuzu anlatıp çevrede seyreden deniz araçları için anons yapılmasını sağladım.
Tüm olaylar başlarken 18-22 knot aralığında esen rüzgar biz sürüklenmeye başladıkça yine çığrından çıkmaya başladı. 30-38 knot aralığında esmeye başladığında istikrarlı bir şekilde 2,8-3 knot hızla sürükleniyorduk artık. Ve yağmur bardaktan boşanırcasına indirdi. Gerçek alacakaranlık kuşağı yeni başlamıştı.
Birkaç kez güverteye çıkmam gerektiğinde ilk aklıma gelen bir türlü sırası gelmediğinden yerlerine monte edemediğim tutamaçlar oldu. Okkalı bir küfür savurdum kendime. Güvertede ne varsa her şey her yerdeydi. Defalarca küpeştelerimiz suya girdi, çıktı. Her açıdan, her türlü yalpaya girdik. Derken telefon çaldı ve Sahil Güvenlik aradı. Bakırköy ya da Ataköy’den bir bot çıkartacaklarını, 45 dakikaya kadar geleceğini, ancak sadece bizi alabileceğini, tekneyi çekemeyeceğini söyledi. Siz gelin, tekne umurumda değil şu an dediğimi hatırlıyorum. Ardından Cem tekrar aradı. Ambarlı’ya geçtiğini, Arpaş’ın bir römorkörünün çıkacağını söyledi.
Tüm bu konuşmaların üzerinden bir saat daha geçtiğinde biz iki saattir sürükleniyorduk ve hala gelen giden yoktu. Teknenin davranışlarını izledikçe hayranlığım arttı, endişelerim azaldı. Her ne durumda olursa olsun bir şekilde doğrultuyordu o koca bedenini. Bu durumda daha çok deniz trafiği ve nasıl bir kurtarma operasyonu olabileceği gibi şeylerle meşgul olmaya başladı zihnim. Bir saat önce tekneyi terk etmeye hazırdım ama şimdi artık sallana sallana sürüklenmeye alışmıştım.
Tekrar Sahil Güvenlik aradı ve Küçükçekmece önlerinde olduklarını söyledi. Oh dedim, Nükhet’e sık dişini dedim, az kaldı, Küçükçekmece’ye kadar gelmişler. Ardından Kıyı Emniyeti’nden bir telefon geldi, durumumuzu sordular, anlattım, koordinatları aldılar ve Harem’den römorkör çıkartıyoruz dediler. İlk anda “siktirin lan!” demek geldi içimden. Telefonu kapattığım gibi tekrar Sahil Güvenlik aradı ve Çekmece’den dönmek zorunda kaldıklarını, havanın onlar için çok sert olduğunu söylediler, pes dedim.
02:00 civarı artık sinir katsayım tepe yapmışken tekrar Kıyı Emniyeti 5’ten bir telefon geldi. Doğrusu o sırada artık umudu kesmiştim gelecek yardımdan. 7 mil mesafedeyiz, geliyoruz dediler. İnanamadım. 02:20’de bir kez daha aradılar ve pruva hattımızda sizi görüyoruz, ışıklarınızı açıp kapatın dediler. Onlarda projektörlerini açıp kapattılar ve ilk kontağı kurduk. Tam o sırada telefon çaldı ve Arpaş’ın römorkörü aradı, biz çıkıyoruz, durumunuz nedir diye. Şaka gibi
JRömorkör dibimize kadar geldiğinde bu sefer sıradaki endişeler bastırdı. Babalarım sağlam ama ne kadar? Halat dalgada babalardan kurtulur mu? Hassiktir, nasıl alacam ben o halatı güverteye çıkıp? Normal koşullar altında aklıma bile gelmeyen tutamaçlar yok, güverte boyunca bir güvenlik hattı yok…
Pozisyon aldıklarında halat almak için baş tarafa gidene kadar iki kez sancak küpeştem suya girdi. Ceviz geldi, halat ellerimde; ohhh! Babalara geçirip emniyete aldıktan sonra tekrar kokpite döndüm ve izlemeye başladım.
İnanılmaz bir makine ve manevra gücü var aletin. Önce kendi pozisyonunu ayarladı küçük manevralarla ve sonra yolu verdi ve ilk anda düşündüğüm kadar sert olmayan bir başlangıçla başladık peşi sıra sürüklenmeye.
Resimleri görebilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol veya Giriş YapTabi çekilmeye başladığımız andan itibaren yepyeni bir durum oluştu. Ortalama 7 knot hızla, yaklaşık 4-4,5 metre dalgaların üzerinden sekerek, batıp çıkarak, arada devrilerek başladık ilerlemeye. Üç kez sancak camlarımız, küpeşte değil, camlarımızın üzerinde düştük. İnanılmaz bir görüntüydü. Teknenin havuzluğunda, içinde… hiçbir şey kalmadı, her şey her yerdeyi.
Telefonla bizi en yakın ve güvenli konum olarak Ambarlı WIM’e götüreceklerini söyledi Serkan Kaptan. Bu kadar saat batmadık, bundan sonrada bizi batırma da nereye istersen götür dediğimi hatırlıyorum. İkibuçuk saat sürdü yedekte çekildiğimiz süre. Marina girişine geldiğimizde buraya kadar dedim, burada kesin patlayacağız. Dalgalar 5 metreyi geçmiş gibiydi ve direkt bordadan geliyordu. Mendireğe az bir mesafe kala kaptan yolu kesti, durdu ve bir ayar manevrası yaptı. Biz o arada iki kez daha camlarımıza kadar yattık, çıktı. Sonra tekrar makineye yüklenip 18 tonluk koca götlü kızımızı 7 knot’la iki dalganın üzerinden sektirip marinaya soktu. Pes dedim.
Geldik. Saat 04:30 civarı yakıt iskelesine palamar botları yardımıyla aborde olduk. Cem ve kardeşi Cenk karşıladı bizi ve hemen makine dairesine indiler. İ nmeleriyle çıkmaları bir oldu. Sancak aküler önlerindeki muhafazayı koparıp düşmüş ve sızdırıyor. Hemen elektriği kesip aküleri tekrar yerlerine koydular. Bu arada Nükhet ve ben birer sigara yaktık. Durduğumuz yerde sallanıyorduk hala.
Bir sigara sonra makine dairesine indim. Manzara gerçekten dehşetti. Motor takozlarının tümü yerlerinden çıkmış, şanzıman kopmuş, damper dağalmış, kaplin kaput ama şansımıza şaft ve kovan sağlam ki su alıp batmadık.
Serkan Kaptan tutanağını yazarken direkt olarak kendisine “Şile’deki olaydan sonra kurumuna karşı son derece önyargılı olduğumu ama bu geceden sonra tüm önyargılarımın uçup gittiğini” söyledim. Özellikle de mesleki becerilerinin ötesinde iletişimdeki son derece olumlu, güven veren tavırları için teşekkür ettim. Karşınızdaki sesin doğru sorular sorması, rahatlatan bir dil kullanması özellikle bu tip durumlarda son derece önemli.
Sonuç olarak 3 saat sürüklenerek, 2,5 saat çekilerek yani 5,5 saat boyunca bir çamaşır makinesi içinde geçen gecemiz sona ermişti…
PS: Yukarıdaki kareyi hayatım boyunca unutamayacağım sanırım.
Biraz daha devam edecek...